“Kadın
itaat etti ve Alaca’yı sağdı.”
Her
şeyin başlangıcı “alaca ineğin” sağılabilirliğinin sağlanmasıyla başlamıştı.
Öyle düğmeyi çevirince veya dokununca aydınlatılamıyordu evlerin içi. Kah tek
gözlü, kah bir-kaç gözlü olan evlerin.. Yine bir düğmeyi çevirince ya da
dokununca ocakları da yanar değildi. İdare lambalarının aydınlattığı odalarda
ya yanık türküler sızardı ya kesik baş öyküleri..
Kimi
evlerden Fuzilinin içli sesi bir su şırıltısı gibi ulaşırdı kulaklara.. Hz.
Alinin Hayber’in kapısını sırtlandığı andaki naranın cılız bir taklidi veya..
dardı ‘Gabişot’un yolları.. Dar ve uzun. Upuzun. Giderek artardı meyil. Beş
yaşında bir çocuk ve iki canlı anne tırmanırlardı ay ışığında o yolu.
“Barağı”
–küçükbaş hayvan damı- derdi çocuk, “Barağı niye yükseğe yapmışlar ki ana?”
Anne
başını kaldırıp gittikçe dikleşen yolun ufka saplanan noktasına bakardı
görebilirmiş gibi.. Görmeyeceğini kendi de bilirdi.
“Bilmem
ki oğul.. bilmem ki niye yükseğe yapmışlar..”diye cevaplardı ortancayı
karnındakini saymazsa. Üç iken ortanca oluyor da dörtte bu imkan ortadan
kalkıyordu. Şimdi bu oğlanı anlatırken ne diyecekti?.. Ortancalıktan çıkacaktı.
omuz silkti.. Şimdilik ortancaydı.
Ortanca
diğerleri gibi değildi. Durmadan sorular sorardı.. Durmadan. Cevaplar ne kadar
kısa olursa olsun asla itiraz etmezdi. Yetinmeyi biliyordu, doğuştan getirmişti
bu bilgiyi.. Kanaatin erdem olduğu fısıldanmıştı genlerine. Cevaplarda da
kanaatkârdı. Sorularda biraz müsrif olsa da.
Tekrar
sordu anasına yaklaşarak; “Ana niye aydede demişler.. dedeye hiç benzemiyor..”
Ana
elini karnında gezdirip içini çekerek, ”Beyaz ya ondan herhalde!” diye kısaca
cevap verdi. Tepeye vardıklarında biraz soluklanmak için durdular.
“Barağ”
yirmi otuz adım ilerdeydi, ama dinlenmek gerekti. Hep böyle yaparlardı. Ay
ışığında ana oğul birbirlerine baktılar..
Oğlan
sesine biraz acınaklı bir ton vererek, “Ana horis, horis yaparsan mı?” dedi.
Eteğine sığınarak yapardı bunu genellikle, ama artık etek onun sığınağı
olmaktan çoktan çıkmıştı.
Elinden
tuttu anne.. kendine çekti.. başını okşadı, şefkatle öptü ve, “Koyunları
sağdıktan sonra Alaca ineği de sağabilirsek yaparım..” dedi.
Oğul
sevinmişti. Annesi köyün en güzel “Horis” yapanıydı.. Köyde değil belki dünyada
annesinin üstüne horis yapanın olmayacağına inanıyordu.. sevince boğulmuştu..
Horis…
Un, tuz, tereyağı. o zamanlar sıvı ya da margarin yağ yoktu. Şekersiz helva
bile denebilir. biraz zengincesini yapmak isteyen içine “civil peyniri”
katardı.. O kadar.
Çocuk
sevinmişti.. Hatta coşmuştu ama ya alaca işi hepten bozuyordu.
Annesi
sırf yapmamak için mi böyle demişti? Ana “barağ” da koyunları sağarken o da Alaca’yı
kandırmakla meşguldü.. ıı! ne elinden ot yedi.. Ne söylediklerine her hangi bir
tepkide bulundu. Kederlendi. Anne sağma işini bitirmek üzereydi. Tek bir koyun
kalmıştı.
Onu
sağarken yanına vardı çocuk ve, “Ana Alaca’yı sağmasak olmaz mı?” dedi. Anne
başını salladı.
Diretmedi çocuk. Yapacak bir şey yoktu. Alaca’yı dört beş kişi
zor zaptederdi.. Arada bir gönlü olurdu olmasına ya. senede bir.. Yine
yaklaştırmadı. Çıktılar “Barağ”dan.
Kapıyı
kapatırlarken ayak sesleri duydular.
Kadın
gayr-i ihtiyarî, “Destur! Kim O?” dedi. Anasının eteğine var gücüyle yapıştı
oğlan. Kadın bir eliyle sarıldı çocuğa. Tanıdık bir ses ferahlattı ikisinin de
içini. Hele oğlan sese doğru koşmaya başladı, “Halil Emmi. Halil Emmi!” diye
bağırarak.
Barağın
kapısı önündeydiler üçü de. Oğlan nefes nefese “Anam horis yapacaktı alacayı
sağamadık emmi.” diye olan biteni özetledi kendi açısından.
Halil Emmi,
“Ziynet Bacı yine mi sağdırmadı bu Alaca?” diye sordu..
Ziynet Bacı
sadece, “Evet!” dedi kısık bir sesle. Halil Emmi barağın kapısını açtı.. İdare
lambasını yaktı.
Ziynet Bacı
her zamanki silik ses tonuyla, “Ağa heç boşuna zehmet etme.. bilmir misen?”
dediyse de duyuramadı. Ya da sesini duyan Halil umursamadı. O da Barağa girdi.
Halil Emmi
Alaca’nın başını okşuyordu. Bir süre devam etti böyle. Sonra başından taa
kuyruk kısmına kadar mes etti alacayı. Mes ederken de kadının ve çocuğun duyacağı
bir sesle, “Allah’ım sen işlerimiz kolaylaştır! Bize lütfettiğin rızıklarından
faydalanmamıza yardım et! Ve bizi sana şükredenlerden kıl! Nimetini arttır!
Allahım bizler aciz kullarınız, sen gözetmezsen bizi gözetecek kimdir.” diye
mırıldandı.
Ana ve
oğula baktı sonra Alaca’nın kulağına yaklaşarak:
“Alaca
bize hakkını helal et! Biz insanlar bilmeden veya bilerek zulmederiz.
Aceleciliğimizden ve bilgisizliğimizden. Bizi hoş gör! Ve inan bizler pişmanlık
duyanlardanız. Sen de artık bu kırgınlığı bırak!” diye konuştu. Sonra da
Ziynete süt kabını uzattı.
Kadın
itaat etti ve Alaca’yı sağdı.
Cemal Çalık, 18.06.2014, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark,
Öykü