Kiziroğlu Mustafa Bey
-4-
Kadı
Cemalettin Efendi Cuma namazını kılıp beylik konağına gitti. Kendisini kapıda
Alaybeyi Zülfikâr karşıladı. Her şey hazırdı. Ehl-i Örf huzurda mahkeme
yapılmasını kabul etmişti; ona göre gelmişlerdi. Bu arada Döngel Murat işlerini
kolaylaştırmış fikrini sormayı gerek bile duymadıkları Sarı Fuat’ı aradan
çıkarmışlardı.
Subaşı
Çopur da tarafını değiştirmişti. Rıfat Bey’in ettiği küfürü bir türlü
unutamamıştı. Beyoğlu Şeref’in ağzından kaçırdığı mahkeme işini duyunca
Cemalettin Efendi’ye yaklaşmış bütün içtenliğiyle yanında olduğunu söylemişti.
Çopur, Kadı’nın kuşkulanır gibi olduğunu anlayınca kelam-ı kadim üzerine yemin
etmiş, iki göz iki çeşme kendisine reva görülen hakaretleri saymıştı.
Kadı
Cemalettin’in midesi bulanmıştı Çopur’un anlattıklarından. Hele o, “Senin karının
karnındaki çocuğun….” sözü yenilir yutulur cinsten değildi. Kadı her ihtimale
karşı Alaybeyi Zülfikâr’a danışmış, Zülfikâr da Seyis Serdar ile Turab ile
görüşmüş onlar da olayı doğrulayıp Çopur’un intikam için taraf değiştirmiş
olabileceğini dile getirmişlerdi.
Çopur
zaten yanar-söner biriydi. Olabilirdi. Yine de Alaybeyi Çopur’u bir köşeye
çekip “Gözüm üstünde!” demişti. “Sen meraklanma Zülfikâr ağam.. o itin ipini
ben çekeceğim!” karşılığını vermişti öfkeyle. Çopur’un gözlerindeki nefret
duygusu Alaybeyinin içindeki azıcık kuşku kırıntısını da silip süpürmüştü.
Döngel
Murat’ı namaz sonrası Turab karşılamış, Rıfat Bey’in selamlıkta kendisini beklediğini
söylemişti.
Döngel
Murat sinsi sinsi gülü, “Ya Turab Ağa bugün bana bir iyilik yap.. Rıfat Bey’e
de ki Murat Ağa alelacele camiden çıkıp eve gitmiş midesi mi ağrımış.. ne.. ben
huzura kavuşurum.. olur mu.. benden bu iyiliği esirgeme!” dedi.
Turab adama
anlamlı anlamlı bakıp, “Peki Ağam.. dediklerini derim. Bey tedbirlerin yerine
getirilip getirilmediğini merak ediyordu!” diye cevapladı.
Murat,
“Gereken her şey yapıldı tasalanmasın!”
Turab,
arkasını dönüp caminin avlusundan selamlığa yöneldi. “İkiyüzlü adam! Elbet sen
de bulursun cezanı!” diye geçirdi içinden. Turab’ın gidişini izleyen Döngel
Murat’a on on beş yaşlarında bir erkek çocuk yaklaşıp, “Murat ağa bu kızın
Aysema’dan!” deyip elinde tuttuğu enfiye kutusunu eline tutuşturdu Murat’ın.
Murat
avucuna bırakılan enfiye kutusuna baktı hayretle. Rahmetli hanımının hediye
ettiği nakışlı enfiye kutusuydu bu. “Hey sen kimsin?” diye seslendi, çocuk
kalabalığa çoktan karışmıştı. Enfiye kutusunu elinde evirdi çevirdi.
Enfiye
çekmesini hiç mi hiç sevmezdi. Bey’e ikram için taşırdı yanında. Babası da Bey’in
babasına sık sık ikram ederdi kendi kullanmadığı enfiyeden. Kutuyu parmaklarıyla
okşaya okşaya Beylik Konağına doğru
yürüdü gizlemeye gerek duymadığı sevinçle.
Kutudan
eline yayılan sıcaklık hanımının sıcaklığını çağrıştırıyordu. “Hey gidi
gençlik!” diye geçirdi içinden hanımıyla yaşadığı ateşli geceleri anarak.
Konağa girdi. Huzur’un ön kapısında on-on beş sipahi ile Çopur’u görünce
şaşırdı.
Göz edip
yanına çağırdı Çopur’u. Fısıltıyla, “Bire namert sen burada ne arıyorsun.. niye
çamlığa gitmedin?” dedi.
Çopur
gayet sakin, “Sorma ağam.. Kadı Efendi mühim bir dava var buralardan ayrılma
diye tembih etti. Malum kadı efendilerin emri beyden önceliklidir!” diye
sırıttı.
Döngel
Murat şaşkın şaşkın adamın yüzüne baktı. “Eh ben Bey olduğumda –ki bu çok
yakın- bu küstahlığını sana ödetirim Çopur!” diye geçirdi içinden arkasına
bakmadan kapıyı açıp huzura girdi.
Rıfat
Bey Turab’ın yalnız gelmesine bir anlam verememişti. Kaşlarını çatarak, “Murat
iti nerede? Niye gelmedi Turab?” diye sordu ve “Yoksa dangalaklığın üzerinde de
söylemeyi mi unuttun!” sürdürdü konuşmasını.
“Eh son
kez dangalak olalım bakalım..” diye geçirdi içinden Turab “Midesi ağrımış her
hal.. evden gelecek! Gereken her tedbir alınmış.. öyle dedi Beyim!”
“Bak sen
it soyuna.. neyse şu işi bitirelim sonrasında kendisiyle edep erkan üzerine
gerekli konuşmayı yaparız!” kişner gibi güldü. Bugün Kiziroğlu belasından
ebediyyen kurtulacağına canı gönülden inanıyordu. Bu sevinci hiç bir şeyin
bozmasına izin vermeyecekti.
Selamlıktan
yürüyüp Beylik Konağı’na, oradan Huzur’a vardılar. Turab, Huzur’un kapısını
açıp Bey’e yol verdi. Bey, Huzur’dan içeri girince şaşırdı. Koltuğuna Kadı
Cemalettin oturmuş ehl-i örf de büyük mahkeme kurulduğundaki gibi yerleşmişti.
Hiddetle
Kadı’ya doğru yürüdü:
“Behey
Kadı efendi.. bu ne hal.. haddini bil.. yoksa bildirirler!” diye bağırdı.
Kadı
Cemalettin hiç istifini bozmadı. Sağ elini kaldırıp beye doğru uzattı ve gür
bir sesle:
“Kendine
gel Şehreminoğlu Rıfat.. mahkeme huzurunda olduğunu görmez misin?.. edebini
takın yoksa gıyabında yargılanırsın!” dedi.
Rıfat
Bey donup kalmıştı. Kadı aklını mı yemişti? Bu ne pervasızlıktı. Ya
etrafındakilerin sessizliği. Aha Döngel iti. Hani bu geberesicenin midesi
ağrıyordu da inine gitmişti. Alaybeyi yoktu. Hadi subaşı itini kendisi
yollamıştı.. ya dizdar ya kethüda bütün bunlar karşısında mıydı?
“Murat
itini anlıyorum da ya bu soysuzlara ne oluyor?” diye geçirdi içinden öfkeyle
bağırdı:
“Kadı Efendi,
Kadı Efendi sen kendini ne sanırsın? Bir Bey’i yargılayacağın zehabına nasıl
kapılırsın bir namert?” elini kuşağındaki hançere götürüp hançeri çıkardı
Kadı
Efendi’nin üzerine doğru yürüdü. Kadı gayet metin, “Subaşı sanığa haddini
bildirin!” diye emredince huzurun ön kapısı hızla açıldı. Çopur ve beş sipahi
odaya dalıp Rıfat Bey’in üzerine çullanıp elindeki hançeri aldılar. Der dest
edip ellerini arkadan bağlayıp Kadı Cemalettin Efendi’nin önünde diz
çöktürdüler.
“Bırakın
ulan namertler.. soysuz sopsuz serseriler siz kendiniz ne sanırsınız.. ben
Şehreminoğlu Rıfat Beyim.. bunun hesabını pek çetin vereceksiniz!” yollu
tehditler savuruyordu.
Nefesi
tıkanmış susmak zorunda kalmıştı. Bir süre başı önünde durdu. Yeniden başını
kaldırıp Kadı’ya baktı. İşin vahametini yeni yeni kavrıyordu. Kendine olan güvenini
kaybeder gibiydi. Ancak Ehl-i Örf’den eksik vardı. Büyük mahkeme kurulamazdı.
Bu
düşünceye sarılıp, “Heyette eksik vardır. Alaybeyi yoktur. Eşraftan Sarı Fuat
yoktur. Bu mahkeme batıldır.” dedi cılız bir sesle.
Kadı, “Alaybeyi vekaletini bana vermiştir. O da
muvafıktır bu davanın görülmesine!” karşılığını verdi. Alaybeyinden zaten
umutlu değildi Rıfat Bey, o Sarı Fuat için ileri sürmüştü bu itirazı.
Döngel
Murat avucunda sımsıkı tuttuğu enfiye kutusunu öteki eline geçirdi. Sol eliyle
de okşamaya başladı kutuyu. Duygusuz tek düze bir sesle, “Sarı Fuat acil bir
işi çıktığı için meclise katılamadı. Beylerbeyliğine giderken bana uğradı beni
vekil kıldı!” dedi.
Rıfat Bey bu sözler üzerine daha bir çöktü dizlerinin
üstüne Murat’a baktı. Tükürdü.
“Ulan
senin ne namert biri olduğunu nasıl da unutup sana yaslanır oldum.. yalan
söylüyorsun! Yalan söylüyorsun.. bunu ikimiz de biliyoruz it soyu! Sarı Fuat’ın
beylerbeyinde işi ne.. çam düzlüğüne eşkıyaya pusu kurmaya gitmedi mi deyyus..
araştırın bu dediğimi.. bu it soyu yalan söylüyor!”
Murat
sinsi bakışlarını Kadı Efendi’ye çevirip, “Valla Kadı Efendi ben Fuat Ağa’nın
yalancısıyım.. bana acele beylerbeyliğine gideceğim dedi. ve vekaletini verdi.
Hoş şimdi Rıfat Bey bana kükrüyor, ama ben henüz oyumu, yani iki oyu belli
etmiş değilim.. Rıfat Beyimizin niye böyle kızdığını da anlamış değilim. Her
insan mahkeme edilir. Herkes iftiraya uğrar.. siz kadı efendi Rıfat Bey’i neyle
suçluyorsunuz?” dedi.
Rıfat bir an umutlandı. Demek Murat kendisinin
neyle suçlandığını bilmiyordu. Şimdi ocağına düşmüştü işte. Yalvaran gözlerle
baktı Murat’a. “Ben ettim.. sen etme!” tümcesi döküldü ağzından.
Murat
kedinin fareyle gibi oynadığı gibi oynuyordu Rıfat’la, bundan sadistçe bir zevk
alıyordu. Elinde okşadığı kutudan aldığı zevk gibi. “Ben..” diye sürdürdü
konuşmasını Murat “Rıfat Beyimizin ne ile suçlandığını bilmiyorum. Suçunun
sabitliğine ilişkin kavi delilleriniz yok ise korkarım çok ağır bedeller
ödeyecektir her birimiz!”
Rıfat
heyecanla, “Evet.. evet her biriniz ağır bir bedel ödeyecek.. bir Bey’i
iftiralarla nasıl mahkum edeceğinizi düşünürsünüz?” dedi.
Kadı
Cemalettin Efendi artık bu tuluata daha fazla göz yummayacaktı.
“Suçun
Şehreminoğlu Rıfat, Kadı Mahmut Efendiyi katletmendir. Hem de bu cinayeti kendi
elinle işlemendir. Biraz önce elinden alınan hançer ile kalbini paramparça edip
başını gövdesinden ayırdın Mahmut Efendi’nin.”
Rıfat
Bey’in başından kaynar sular dökülmüştü sanki. Bunu Kadı nasıl nereden
öğrenmişti ki? Subaşı Macit’ten başka bu cinayeti bilen gören yoktu ki? Kadı
boşa kürek çekiyordu. Mahmut Efendi’yi hançerlerken konakta kimse yoktu ki. Ne
Turab ne seyis ne de herhangi başka biri. Biri kadıya oyun oynamıştı ve
Cemalettin Efendi eline düşmüştü. Hayır hayır kimseler bilmiyordu. Kimsenin
bilmesine imkân yoktu. Tek şahit, tek tanık Macit’ti. O da çoktan hakkın
rahmetine kavuşmuştu. Kendine olan güveni geri gelmiş Cemalettin Efendiye nasıl
bir ceza vermesi gerektiğini düşünür olmuştu.
“Kırk
katır mı kırk satır mı?” diye geçirdi içinden ve kendinden emin bir sesle:
“Behey
Kadı efendi.. biri sana oyun oynamış. Biri sana yalan söylemiş sen de ölçüp
biçmeden inanmışsın bu yalana! Kadı Mahmut Efendi’yi eşkıya katletmiştir bu
hadiseye ne yazık ki merhum subaşı Macit ile bibioğlum Hamza şahit idi ikisini
de sizlerin de bildiği gibi kanını eşkıya Kiziroğlu dökmüştür! Çopur gel, çöz
ellerimi de kaldır beni yerden!” diye emretti.
Çopur
yerinden kıpırdamadı bile. Ters ters baktı subaşına Rıfat Bey:
“Ulan
haysiyetsiz seni hakketmediğin makama ben getirdim.. ulan sütü bozuk boğazından
geçen her lokma benim!” diye bağırdı. Kadıya dönüp “Bir tek şahidin, bir tek
delilin yoktur Kadı Efendi.. baltayı taşa fena vurdun bilesin! bu yaptığının
hesabını bakalım nasıl vereceksin!” dedi.
Murat’a
bakıp göz kırptı. Kadı Cemalettin kendisine merakla bakan huzurdakilere tek tek
baktı, herkesin yüzünde belli belirsiz kuşkular belirmişti. Kadı usulca ayağa
kalkıp Rıfat Bey’in yanına vardı.
“Hey
gidi Şehreminoğlu Rıfat.. hey gidi beyliğe uzak eşkıya.. itiraf etsen belki
canını bağışlar kıtaldan yerine sürgün cezası verirdik. Ama insanlıktan
nasibini almamış birinden ne diye pişmanlık beklerim ki? Demek bir tek şahidim,
delilim yok öyle mi? Peki!” deyip selamlığa açılan kapıya yöneldi. Kapıyı açıp
dışarı çıktı. Beyoğlu Şeref ile Turab’la tekrar huzura geldi.
Rıfat
şaşkın bakışlarla oğluna ve Turab’a baktı. Turab o gece konakta yoktu. Ya oğlu?
O da işret alemindeydi diye biliyordu.
Kadı
yerine oturdu. Şeref’i sağ yanına alıp, “Evladım doğruyu söyleyeceğine Allahın
huzurunda ve bizlerin yanında yemin eder misin?” dedi.
Şeref
bir süre acıyarak baktı dizleri üzerine çökmüş babasına. Kibrinden eser
kalmamıştı. Küçülmüş kubur faresi gibi tir tir titreyen, tükürdüğü yerde ot
bitmediğini şişinerek söyleyen bu adam mıydı? Acıma duygusu yerini iğrenmeye
bırakmıştı. İnsan hiç değilse azıcık yapıp ettiklerini sahiplenir bedeline
göğüs gererdi. Bu adam da hiç onur yoktu.
“Söyleyeceklerimin
doğru olduğuna kelam-ı kadim üzerine yemin ederim.. Mahmut Efendi’yi babam
Şehreminoğlu Rıfat konağımızın avlusunda hançerlemiştir. Ve dahi subaşı Macit
dahi bu cinayette babamın ortağıydı. Hem vallahi hem billahi bu söylediklerim
doğrudur. Gözlerimle görmüşümdür!”
Rıfat,
oğlunun söyledikleri karşısında beyninde vurulmuştu.
“Nasıl?
Nasıl?” diye inledi. “Benden bu kadar çok nefret etmen için ne yaptım ki sana?”
dedi. Kendini toplayıp, “Oğlum da olsa yalan söylüyor.. bana öfkesinden,
anasına yaptıklarımdan ötürü.. yalan söylüyor!” diyebildi güçlükle.
Kadı “Peki
ya sen Turab?” diye sordu Kadı. “Sen de söyleyeceklerine yemin eder misin?”
Turab
elleri bağlı başı önünde kendinden emin bir sesle:
“Hem
vallah hem billah söyleyeceklerimin doğruluğuna yemin ederim. Kelam-ı kadim
üzerine el basarak derim ki Şeref Bey’in söyledikleri doğrudur. Mahmut
Efendi’nin katlinden beş altı gün sonra Rıfat Bey bibi oğluyla has odada
konuşurlarken kulaklarımla duydum. Rıfat Bey övünerek Mahmut Efendi belasını
kendi elleriyle def ettiğini söylüyordu.” dedi.
Kadı
Cemalettin, Rıfat Bey’e baktı. Rıfat boynunu büküp bakışlarını mermer zemine
dikmişti. Bitmişti. Gözyaşlarına sığınma yolunu seçmişti Şehreminoğlu Rıfat.
“Artık
inkâra yer var mıdır Şehreminoğlu Rıfat? Hala suçunu inkârda diretecek misin?”
dedi.
Rıfat’ın
ağzından sadece bir inilti çıkmıştı. Hiçbir kurtuluş ümidi kalmadığı ortadaydı.
Kadı Cemalettin yerine oturdu. Ehl-i Örfe baktı tek tek. Murat’ın elinde zevkle
okşadığı enfiye kutusuna kilitlendi bakışları. Murat’ın alnında boncuk boncuk
terler belirmişti. Muratla göz göze geldiler. Kadı tebessümle baktı. Murat bu
bakışa bir anlam verememişti.
Kadı
Cemalettin:
“Şehreminoğlu
Rıfat cezan kısastır. Padişah efendimiz Halife-i Rûyi zeminin bana tevdi ettiği
yetki ile seni boynuna ilmik takılarak ölüme mahkum ediyorum. Mal varlığın müsadere
edilip beytülmale aktarılacak ailen de sürgün edilecektir.” deyip Çopur’a döndü:
“Subaşı
bir münadi çıkarılsın ve Beylik konağının avlusunda Şehreminoğlu Rıfat’ın
ikindi namazından sonra idam olunacağı duyurulsun!” diye bitirdi sözlerini.
Ehl-i örften bir diyecekleri olup olmadığını sordu. Ehl-i örf suskunluğu
seçerek verilen cezayı onadığını belirtti.
Puran Tilmiz, 26.06.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar