“Silahlı
örgütlerin hizmet ettiği güç ‘Emperyalist Hegemonya’ olduğu sürece, örgütün adının
El Kaide, IŞİD ya da başka bir şey olması neyi değiştirir ki?”
‘Çok Merkezli Dünya Düzeni’ başlıklı analizimde ABD ve işbirlikçi emperyalist
güçlerin, “Çok Merkezli-Bölgesel Güçlerin Olacağı” bir dünya düzeninde öncül
rollerini kaybetmemek adına adeta satranç masasına çevirdikleri dünya
coğrafyasında yeni taktik ve stratejiler belirlediklerinden bahsetmiştim. Irak
ekseninde gelişen son olaylarda orta doğuyu zayıflatmak için düğmeye basılarak
sahaya sürülen IŞİD'i ve misyonunu bu çerçeveden okumak gerekiyor.
IŞİD (ISIS-ISIL;
Irak-Şam İslam Devleti) örgütü birkaç bin kişilik bir güçle korku ve terör
saçarak 48 saat içinde kentleri ele geçirip egemenliğini ilan etti, böylece
emperyalist güçlerin çok eskiye dayanan Irak'ı bölmeye yönelik senaryolarını
pratiğe dökerek, ilk adımı atmış oldu. Kendini devlet olarak nitelendiren ve El
Kaide'nin devamı olmasına rağmen ondan farklı niceliklere, iç dinamiklere sahip
olan bu örgütün hakikatte kime ve neye hizmet ettiğini tespit etmek için, Irak
meselesinde bugüne nasıl gelindiğini doğru analiz etmek gerekiyor.
Ortadoğu'da
çizilecek yeni haritanın, bilinen adıyla BOP (Büyük Orta Doğu) projesinin
Planlama aşaması çok eskiye dayanıyor. Diktatör Saddam'ı Irak yönetimine
taşımaları da bugünkü bölünmüşlüğe hizmet edecekti; etti. Bu durumu yakın
geçmiş tecrübesiyle örneklendirecek olursak Mısır için Sisi neyse, Irak için
Saddam oydu.
Bazı kesimler,
son yıllardaki ABD karşıtı zahiri sloganlarından oluşturulan yapay algıya bağlı
olarak Saddam'ı ABD karşıtı bir lider olarak nitelendirip, insanları buna inandırmaya
yönelik görüşleri ortaya koysa da hakikat bunun tam tersiydi. Nitekim Saddam'ın
izlediği iç dış politikalar, bunların sonuçları ve bugün oluşan statüko
birlikte değerlendirildiğinde, Saddam'ın ABD projesi olduğu gerçeğini anlamak
pek de zor değil.
Kana
doymayan Saddam'ın Ortadoğu ve Fars körfezi bölgesindeki hamleleri onun
doğrudan ABD çıkarlarına hizmet ettiğini açıkça ispatlamaktaydı. Saddam’ın
izlediği politikalar Beyaz Saray’ın bölgede daha etkin bir hale gelmesine sebep
oldu.
Yine
diktatör Saddam'ın emri üzerine, Irak Ordusu İran'a karşı, 8 yıl süren -BM'nin de
teyit ettiği 100 milyar dolar tutarında maddi kayba da sebep olan- kanlı ve
yıkıcı bir savaş başlattı. ABD, İsrail’in güvenliği için Irak ordusunu kasıtlı
olarak yok etti. İran – Irak savaşına katılan Iraklı subaylardan, özellikle
askeri pilotlardan intikam alan İran da bu süreçte rol aldı. Bu da Irak
ordusunun tasfiyesine katkı sağladı.
Batılı
devletler, özellikle ABD ve Fransa, kendi sultacı emellerine hizmet edecek olan
Saddam rejimini ayakta tutabilmek adına Irak'a maddi ve askeri yardımını
esirgemedi. Elbette verilen bu destek ve çevre devletlerin güvenlik kaygısı
nedeniyle ayırdığı bütçeler yine aynı devletlerin silah fabrikalarına oluk oluk
akıtıldı. Böylece silah tüccarı ülkeler Ortadoğu devletleri üzerinden büyük
vurgun yaptılar.
ABD
hegemonya stratejistleri, Irak'ta "algısal" bir bölünmenin ilk
tohumlarını 90'lı yıllarda atmıştı. Büyük Bush'un Körfez savaşı sonrasında 36.
Paralelin kuzeyinde uçuşa yasak bir bölge oluşturmak suretiyle Ortadoğu'da
çizilecek yeni haritanın, bilinen adıyla BOP (Büyük Orta Doğu) projesini hayata
geçirmeye başladı. Çünkü fiziksel bir bölünmenin uzun vadede gerçekleşebilmesi
için öncüller (özerk bölgeler) ortamının oluşturulması gerekiyordu.
Hakikaten,
Saddam rejiminin ‘Iraklılık' kimliğini dejenere etmesi nedeniyle, Iraklıların
siyasal tavırlarında belirleyici olan ‘Iraklılık’ kimliği değil, ‘Şiilik’,
‘Sünnilik’ ve ‘Kürtlük’ kimliğiydi.
Bu durum
o zamanlar sadece Türkiye'de değil Irak'ta da kaygı verici bir gelişme olarak
tarihe geçti. Sadr grubu "bölünme", Sünni kesimse "petrol"
hususundaki endişelerini gerekçe göstererek, Irak İslami Yüksek Konseyi Başkanı
Abdulaziz el-Hekim’in güneyde federal bölge oluşturulması önerisine itiraz
ettiler. [1]
Beyaz
Sarayın kuklası olan Saddam'ın, hizmetlerinin ardından işe yaramaz hale geldiği
düşünüldüğünde ise, önce kitle imha silahları sonra Saddam'ın El Kaide
bağlantısı bahane edilerek Irak'a saldırısına meşruiyet kazandırıldığı
hatırlanacaktır. O günden bugüne kadar süregelen süreçte Irak her gün onlarca masum
insanın kanının akıtıldığı, parçalanmış, istikrarsız bir ülkeye dönüştürüldü.
İşgalci devletlerin ve o zamanın başkanı George Bush'un bu savaşı haklı
göstermek adına öne sürdüğü tüm argümanlar da ortaya çıkan belgelerle
çürütüldü. [2]
"Irak
sonrası Ortadoğu" bağlamında ortaya atılan tüm haberlerin, analizlerin,
söylemlerin içinde asıl sorulması gereken soru ise şuydu: Akdeniz ve Fırat
Nehri arasında kaç devlet olacak veya kalacak? Ve ortaya atılan yeni Ortadoğu
haritalarında sınır olarak işaretlenen yer neden Fırat'ın batı kıyısıydı?
Akdeniz
ve İndus arasında bugün çok hareketli olan ülkeler, İsrail ve Filistin
toprakları ayrı değerlendirilse de, Lübnan, Suriye, Ürdün, Irak, İran,
Afganistan, Pakistan, Arabistan, Yemen... Uzun vadeli istikrarsızlık bu
devletlerin çoğunun dağılmasına yol açabilir.
Şimdi
gelinen noktaya bakıldığında aslında bugün bu sorular önemsiz görünüyor. ABD,
El Kaide ve türevleri olan IŞİD gibi canileri Ortadoğu halklarının üzerine
saldırttı. BOP projesini inşa etmek için kışkırttığı ve organize ettiği
muhalefetin içinden ÖSO, PYD, El Nusra gibi yapıları vizyona soktu. Bir yandan
Esed’i uzun süre iktidarda tutmak için gerekli olanı yaptı, diğer yandan
muhalefeti silahlandırdı.
Başka
bir deyişle Irak parçalanma sürecine ABD'nin ‘Yeni Ortadoğu’ projesini ve
‘kontrollü kaos’ teorisini başlatmasıyla girdi. Bu proje Orta doğuyu bölme ve
oradaki tüm ülkeleri mezhepler boyunca ayırarak mini devletlere dönüştürme
projesiydi.
Suriye’deki
olaylarla da grift halde işleyen plan yürürlüğe girdikten sonra Ebu Ömer, onu
finanse eden ülkelerin talimatı üzerine faaliyetlerinin bir kısmını Suriye’ye
taşıdı. O zaman Suriye’de Muhammed El Gulani tarafından yönetilen El-Nusra
grubu da vardı. Ebu Ömer ve El-Gulani, IŞİD yani ‘Irak ve Levant İslam
Devleti’ni kurmak üzerine anlaştılar. Ve çok sonra bu iki teröristin ölmesi
sonucu örgütün lideri Ebu Bekir el-Bağdadi oldu.
IŞİD Suriye’de Esed’le
işbirliği yaparak Sünni muhalefetle savaşırken, Irak’ta Sünni muhaliflerle
anlaşarak Şii Maliki’ye karşı bayrak
açtı; doğru dürüst bir çatışmadan bile bahsedilemezdi.
Dün
basına yansıyan habere göre Ebu Bekr el-Bağdadi, kendini Irak ve Suriye'de
faaliyet gösteren tüm örgütleri hatta tüm Müslümanları kapsayan
"halifeliğini" ilan ederek olayları bambaşka bir boyuta taşıdı [3].
Çünkü halifelik iddiası Müslüman dünyasında bir kurumlaşmaya sebep olarak, ümmetleşmeye neden olacaktı. Dolayısıyla
ABD’nin himmetiyle iktidarda olan Arap yönetimlerinin desteklediği yeni bir
Sünni devlet, ABD 'nin istediği gibi İran projesi ve Şii yönetim üstünde baskı
kurmasına yeni, sağlam, güçlü bir müttefik haline gelecekti. Böylece
istikrarsız, parçalanmış ve birbirine bağımlı hale gelmiş orta doğu ülkeleri,
muhtemel bir ABD-İran gerginliğinde ABD'nin karşısında direnç gösteremeyecek
dolayısıyla ABD'nin yanında yer alacaklardı.
Son
birkaç yıldır ABD, Suudi Arabistan ve Katar’ın bölgeye dolayısıyla IŞİD'e
yüksek meblağlarda para akıttığı çok kez özellikle çeşitli dış basın
haberlerinde yer aldı. ABD, IŞİD’e zırhlı araçlar, yüksek miktarda silah gibi
lojistik destek sağladı ve yüz binlerce dolar nakit para gönderdi. [4]
Nitekim
Musul’a giren IŞİD elemanlarının kullandığı Amerikan Humvee araçları ve diğer
zırhlı araçlar dikkati çekmekteydi. IŞİD, Batı istihbaratının
koordinatörlüğünde, Arabistan ve Katar tarafından finanse edilerek hareket
ediyor.[5] ABD özel kuvvetleri ve paralı askerleri IŞİD'le birlikteler. [6]
Düşünün;
son üç yıldır devam eden CIA programı, Suriye ve Irak üzerinde sürekli uçan
insansız hava araçlarına rağmen IŞİD'in işgal harekâtı ABD’nin bilgisi dışında
meydana gelen bir sürpriz gelişme olabilir mi?... Ayrıca IŞİD’'in Toyota
ciplerinden oluşan savaş konvoyu daha önce NATO tarafından Libya’da kullanılan
silahlı grupların oluşturdu konvoyla aynıdır. [7]
Birileri
de IŞİD'in El Kaide bağlantılı olup olmadığı ile ilgili küçük ayrıntılar üzerinde
yoğunlaşarak, Irak'ta yaşanan jeopolitik felaketin arka planında kimlerin
olduğunu, parçalanmış Irak'ın kimlerin işine geldiğini ve kimlerin ekmeğine yağ
sürdüğünü de örtbas etme çabası içinde.
Silahlı
örgütlerin hizmet ettiği güç ‘Emperyalist Hegemonya’ olduğu sürece, örgütün adının
El Kaide, IŞİD ya da başka bir şey olması neyi değiştirir ki?
İslam'la,
hatta tüm dinlerin ortak öğretileriyle taban tabana zıt eylemlerde bulunan IŞİD,
düşmanlarını yüz yüze gelmeden önce korkutacak şiddette kanlı cinayetleri işleyerek sıradan terör
taktikleri kullanıyor.
İşlediği
cinayetleri yabancı medya yardımıyla dünyaya sansasyonel şekilde duyuruyor.
Böylece insanların ve devletlerin algısında aslında olduğundan çok daha güçlü
bir örgüt profili oluşturuluyor.
Aslında
Musul kentini eski Baas partisinin güç birlikleri ele geçirdi ve orada hemen her
yere Saddam Hüseyin’in sağ kolu İzzat İbrahim’in resimleri asıldı. Musul’da
Saddam’ın oğlunun kayınbabası olan Ahmet at-Tikriti adlı yeni vali iktidara
geldi. Yani IŞİD'in de hizmet ettiği Irak’ı bölme projesi hayata geçiriliyor.
IŞİD bu
sürecin dinamizminin katalizörü elbette. O da diğer tüm piyonlar gibi kendisine biçilen rol sona
erdiğinde tıpkı ortaya çıktığı gibi süratle yok olacak. Maliki misali, kurulacak yeni sünni devlet için görevini bu
kez de siyasi piyonlara devredecek. Bunu beceremezse Irak yine fiilen bölünmüş
olacak ve Afganistan örneği gibi Irak’tan Akdeniz’e kadar büyük bir terör
bataklığı oluşacak.
ABD,
Irak'a demokrasi(!) getirme misyonuna ülkede ameliyata başladığında elbette Kürtler
üzerinde de ince hesapları vardı. Kürtler Saddam rejiminden gördükleri eziyet dolayısıyla
zaman zaman Rusya'yla zaman zaman da İran'la iş birliği içinde olmuşlardı.
İsrail ile bağlarıysa derin temellere dayanıyordu. [8]
Nitekim
geçtiğimiz hafta Peres- Obama ikilisinden, "Çok yoğun bir askeri müdahale
olmadıkça Irak'ın bir bütün olarak kalması imkansızdır" açıklamasının
ardından gerçekleşen Kerry- Liberman görüşmesinde, "Irak gözlerimizin
önünde bölünüyor, bağımsız bir Kürt devletinin ortaya çıkacağı önceden
belliydi. Bir Yahudi devleti bir Kürt devletini mümkün olan en kısa zamanda kabul
edecektir." mesajı verildi.
1960'lı
yıllardan bu yana İsrail'in Kürtleri Arap düşmanlarına karşı bir tampon olarak
gördüğü ve o yıllardan bugüne gizli askeri, istihbari ve iş ilişkilerinin
yürütüldüğü zaten biliniyor. ABD'nin Kürtler üzerindeki hesabı, kendi çıkarları
doğrultusunda değişik zamanlarda Türkiye’ye, İran’a ve hatta Maliki ile işi
bittiğinde de merkezi Irak yönetimine karşı kullanmaktı.
Dolayısıyla
bölgede PKK da rahat rahat hareket edebilir, bölge uzun vadede Türkiye'yi bölme
senaryolarının üssü olabilirdi. Mesele kurulacak Kürt devletinde Türkiye
işbirliğini önlemek, Kürtleri kendilerine kukla haline getirip kuzeyde var olduğu
bilinen petrol yataklarına sahip olmaktı. Bu oyun, Obama'nın direktifine karşı
gelerek Barzani’nin kuzeyin petrolünü tek başına satmak için Türkiye ile
anlaşma yapması ve Maliki’nin bu anlaşmayı tanımaması ile bozulmuş oldu.
Barzani'nin
ABD çıkarlarına ters düşen bu hamlesinin
ardından Suriye’de seçimleri Esed’in kazanması ile bölge olanlar adeta çok
bilinmeyenli bir denkleme dönüştü. Artık İran etkisini zayıflatmak için, Irak
ve Suriye’de etkili olacak yeni bir strateji ve vizyona ihtiyaç vardı.
İşte tam
da bugünlerde ABD tarafından El Kaide'den farklı olarak yeniden tasarlanan IŞİD
kartı oyuna sürüldü ve yanına pek çok irili ufaklı örgüt de katıldı. Yine
geçtiğimiz hafta El Nusra'nın bazı komutanlarının IŞİD'e biat etmesi[9], Irak
ve Suriye’deki IŞİD'in, tüm radikal örgütler için merkez haline geldiğinin de
işareti... adı bundan sonra ilan(!) edilen hilafetle birlikte İslam Devleti
olsa bile.
Sonuç
olarak; BOP projesinin hedeflerinden sadece biri olan İran’ın ve Irak ve
Suriye’de statükoyu korumak isteyen diğer ülkelerin de kaos içine çekilmesiyle
bölge kan denizine dönüşebilir. Hal böyleyken bölgede bir savaş riski de
bulunmaktadır. ABD’nin çıkarlarını kollayan diğer Arap liderler durumdan
nemalanmaya devam ederlerse bu bölgesel cinayet milyonlarca masum insan kanını
dökmeye devam edecektir. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin
işbirliği içinde hareket etmeleri elzemdir, Suudi Arabistan’ın tahripçi,
konumunu koruyan stratejilerle bir yere ulaşamayacağı da ortadadır.
Ortadoğu;
büyük hesapların, tuzakların, kurguların sahnesi. Mısır'dan Afganistan'a,
İran'dan Umman Denizi'ne yayılan bu alan, doğumuna tanıklık ettiği dinlerin,
değişik milliyetlerin ve farklı ideolojilerin çatışması için bile yeterince
geniş değilken, en başta bağrındaki petrol nedeniyle yüz yıldır emperyalist
güçlerin çekiştiği coğrafya...
11
Eylül'ün ardından ABD'nin Afganistan ve Irak'a müdahalesiyle yeniden ivme
kazanan olayların seyri ABD'nin kendisi hariç herkes için bir muamma.
Savaş ve
vahşet rüzgarlarının kaldırdığı tozun görüş alanını sınırladığı şu günlerde
olayları ve nedenleri anlamak için Obama'nın 2007'de satır aralarında verdiği gizli
mesajı anımsamak gerekiyor:
"Ortadoğu
mu? Geleceği yok!"
Berrak Şebnem, 30.06.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar
[1] YDH.
11 Nisan 2007, El-Hekim: Federalizm için yakında harekete geçeceğiz. http://www.ydh.com.tr/HD2843_el-hekim--federalizm-icin-yakinda-harekete-gececegiz.html
[2] Pentagon'dan
şok eden gizli rapor: ırak savaşı'nda inanılmaz bir yalan daha!..http://www.habervitrini.com/gundem/pentagondan-sok-eden-gizli-rapor-irak-savasinda-inanilmaz-bir-yalan-daha-271912/
[3] Abu Bakr al-Baghdadi: The jihadist 'caliph'
news.yahoo.com ( June 29, 2014)
[4] Bill Van Auken: Iraq Crisis Threatens to
Ignite Regional War, Global Research, (June 13, 2014).
[5] London’s
Daily Express ve Daily Telegraph, (June 12, 2014).
[6] Michel Chossudovsky: The Engineered
Destruction and Political Fragmentation of Iraq. Towards the Creation of a US
Sponsored Islamist Caliphate, Global Research, (June 14, 2014).
[7] Tony
Cartalucci: America’s Covert Re-Invasion of Iraq, Global Research, (June 13,
2014).
[8] Sait
Yılmaz: İsrail ve Barzani Ailesi, USAM, (Mart 2012). http://usam.aydin.edu.tr/
[9] ISIS
şimdi iki kat daha güçlü olabilir mi?