BİRİNCİ PERDE
(Oturma odası. Karşı duvarda vahşi köpeklerin
saldırısına uğramış bir geyik tablosu. Tablonun iki yanında pencereler. Sağda
balkona açılan bir kapı. Solda mutfağa ve kitaplığa açılan birer kapı. Kapılara
yakın ikili koltuklar. İki pencerenin de altında tekli birer koltuk. İki tekli
koltuğun arasında fiskos. Fiskos’un üzerinde satranç takımı. Ortada cam bir
sehpa. Zemini bütünüyle dolduran el dokuma eski bir halı.)
SAHNE BİR
(Perde açıldığında Anlatıcı sağ kapıdan sahneye girer.
Elinde bir tomar kağıt vardır. Sahnenin en ucuna gelir. İzleyicileri hafif
eğilerek selamlar. Yüzünde şaşkın bir ifade vardır.)
Tanıtıcı- Hoş gelmişsiniz. Hepiniz hoş gelmişsiniz.
Günün bu saatinde, televizyonlardan, android telefonlardan, bilgisayarlardan
ayrılıp bizi izlemeye gelmiş olmanızdan dolay hepinize en içten teşekkürlerimi
sunuyorum. Sizin yaptığınız büyük cesaret. Bizim yaptığımıza, yapacağımıza
cesaret dense de sizin ki gerçekten büyük cesaret. (Gezinir, ortada durur) Öyle
değil mi ama? Hadi bizim ki ekmek parası. Bunu itiraf etmekten gocunacak,
yüksünecek değilim. A evet büyük laflar edenler olmuştur bu sahnelerde. Öyle
laflar edilmiştir ki duyanlar “Aha bu tiyatro olmasa dünya hepten harap
olurmuş!” diyesi gelir. Ki bu denilsin için edilmiştir o laflar. Büyütmeye, dev
aynasında göstermeye gerek yok. Nihayetinde bizim yaptığımız da insanal bir
etkinlik. Ve bu etkinliğin başı da sonu da maişete gider. Neyse uzatmayalım.
(Durur. Sol elini kulağına götürür.) kulağım çınlıyor. Sanırım yönetmenimiz
şuan beni anıyor. (gülerek) Umarım tahmin ettiğim doğrultuda anıyordur. Bir
oyunda anlatıcıya niye ihtiyaç duyulur bilmiyorum. Gerçi hoş olmuş, iyi olmuş.
Böyle bir karakter olmasa karşınızda olmazdım. Ve ödemem gereken taksitleri
kara kara düşünüyor olurdum. İçinizden “bu adam da dönüp dolaşıp paraya
geliyor!” diye düşünenler oluyordur, olur. Ama siz de hak verirsiniz ki her
canlı için, insan için geçim öncelikli olandır. Ve benim de geçindirmem gereken
bir ailem var. Söylemesi ayıp, üç ay önce bu oyun için teklif alınca büyük ekran
bir led tv almak zorunda kaldım. Kaldım diyorum çünkü bana kalsa aklımın
ucundan geçmezdi ama çocuklar işte. Hevesleniyorlar. Ve onlar heveslerinin
önünde rüzgâra kapılmış gibi sağa sola savrulurken biz de onların rüzgârlarıyla
savruluyoruz. Yok demeyi beceremedim. Beceremedik. Ellerinizden öper biri kız,
biri oğlan iki çocuğum var, kız lise sonda oğlan üniversite ikinci sınıfta.
İşte bu iki tatlı belaya yoğu öğretemedik. Beceremedik. Becerenlere gıpta
ettiğimi şu saat bildirmekten de gurur duyuyorum. Teknolojinin hızına
yetişilmiyor ki birader. (durur. İzleyicileri süzer.) kimi yüzlerde “ne
anlatıyor bu geveze?” ifadesini gördüğümü söylersem bağışlama lütfunda
bulunulsun. Dediğim gibi böylesi bir oyunda niye anlatıcıya ihtiyaç duyulmuş
bilmiyorum. Ama isabetli olmuş. Taksitleri aksatmaktan kurtulduk. Gelelim
anlatıcıya. Ara ara sizlerin karşısına çıkacağım. Müdahale edeceğim. O kısımlar
doğaçlama olacak. Diğer arkadaşlar sabır gösterip aynı şekilde karşılık
verirlerse benim bir anlamım olacak. Olmazsa işler fena. Oyunun ana temasını
yazarımız “kuşak çatışması” diye açıklamış. Ben bu kavramı sevmiyorum. Yok,
sözcükler bağlamında değil. Yani ha kuşak, demişsiniz ha nesil, ha çatışma
demişsiniz ha zıtlaşma benim için fark etmiyor. Olayın yanlış adlandırıldığına
inandığım için sevmiyorum “kuşak çatışması” deyişini, adlandırmasını. Ama
yazarımıza uymak zorundayız. Yani hepten doğaçlama yapamıyorum. Ve fakat ben
olsam (öksürür, boğazını temizler, durup seyircilere bakar) “varoluş
mücadelesi” derdim. Belki daha önce de söylenmiştir, duyanlarınız olmuştur, bu
deyişi, bu adlandırmayı. Yani benim şuanda bulduğum, fark ettiğim bir şey değil
“varoluş mücadelesi” deyişi. Malum ebeveynler çocuklarında varlıklarını
sürdürmek ister. Daha çocuk doğar doğmaz “a burnu tıpkı babası.. gözlerini
anneden almış” falan filan, denir. Ebeveynler çocuklarında ebediyen var
olacaklarını duyumsarken, sevinirken çocuklar büyür. Bu yeni gelenler, doğanlar
büyüdükçe de kendilerini yaşamak isterler. Onlar kendilerini yaşamak istedikçe
ebeveynler ayaklarının altındaki toprağın kaydığını büyük bir üzüntü ile
keşfederler. Bu acı verir. Bu acıdır. İki varlığın varoluş mücadelesi başlar.
Adına da çokbilmişler “kuşak çatışması” der. Değil. Siz bana inanın yok öyle
bir şey. Yanlış adlandırma. (durur. Sağ elindeki kağıt tomarını kaldırır. Okur.
Saatine bakar.) Tüh.. çoktan oyunumuzun kahramanlarından Avni Bey’i
çağırmalıydım. Valla yönetmenimiz küplere binmiştir. Hayret şimdiye çoktan
sahneye dalardı ama sanırım onun da bir eşref saati var. Ona denk geldik.
Efendim kahramanlarımızdan Avni Bey elli yaşını geçkin bir miras yedi. Bakın
burası önemli. Niye derseniz herhangi bir işi yok. Emekli de değil. Okumuş,
yüksek tahsil yapmış. Evlenmiş. İşsiz güçsüz ama varlıklı bir ailenin tek oğlu.
Babadan kalanları tüketmekte. Bu karakterle ilgili o kadar çelişki var ki
saymakla bitmez. Gerçekçi değil. Evet değil. İşi olmayana bizim toplumda kız
veren olur mu? Hem ailesinin zenginliğiyle de ilgili bilgilerimiz yok.
Babasından öğrendiği gibi yapmış o da tek çocuğa sahip. Onun da bir oğlu var.
Yalnız oyunda Avni Bey’in oğluna dair bir tek replik görmedim. Ses olarak da
herhangi bir kayda rastlamadım. Zaman zaman ebeveynleriyle telefonla konuşan
biri. Konuşan demeyelim de, konuşulan biri diyelim. Ne kendisini gördüm, ne sesini
duydum. Varla yok arası bir şey. Avni Çok uysal, yumuşak başlı biri. Bunlar
kağıtta yazanlar. Gelin görün ki Avni rolünü oynayan arkadaşımız gerçekte çok
titiz, sert, asabi mizaçlı biridir. Bu rolün altından nasıl kalkacak onu
bilmiyorum. Hep beraber göreceğiz. Avni Bey’in eşi Tülay Hanım evi çekip
çeviren anaç bir karaktere sahip. Evde baskın olan varlık Tülay Hanım. O da
ellili yaşlarda. Hizmetlilerimiz var. Ne iş yaptıklarını bilmiyorum. Gerçi
bayan hizmetli arada bir Avni Bey’e olsun, Tülay Hanım’a olsun çay, kahve türü
şeyler getiriyor da, erkek hizmetlinin öyle şeyler de bezi yok. O daha çok
rehberlik görevi ifa ediyor. Ya Tülay Hanım’a “O şal ayakkabınızla örtüşmüyor”
diyor, ya da Avni Bey’e “bu kadar çok çay içmeseniz, gece rahat uyuyamayacaksınız!”
türü şeyler söylüyor. Yol yordam gösteriyor ki, bir hizmetlinin böyle
davranması gerçeklikten uzak. Yeşil Çam’ın Hulisi babası ile hizmetlilerinin
ilişkisini bile andırmıyor. Her neyse.. madem öyle yazılmış, yönetmenimiz bir
terslik görmemiş, bize de yazılana uymak kalıyor. Avni Bey’i çağıralım biz.
Yok.. çağırmıyorum. Avni Bey’i çağırmak yerine ben yazarı çağıracağım. Burada doğaçlama
yapabiliyorum. (sahnenin gerisini doğru geri geri gider, sağ kapıya yaklaşır.
Elini kapıya doğru uzatır, yüksek sesle) Bayanlar baylar oyun yazarımız Ahmet
Raci.
SAHNE İKİ
Ahmet Raci - Anlatıcı
(30’lu yaşlarda zayıf kısa boylu Ahmet Raci sağdan
girer.. çekingen adımlarla Anlatıcı ile birlikte sahnenin önüne doğru yürür.
Hafif eğilerek seyircileri selamlar.)
Anlatıcı- Bayanlar baylar oyun yazarımız Ahmet Raci.
(Ahmet’e döner) Hoş geldiniz Ahmet Bey.
Ahmet- (Kısık
bir sesle) Hoş bulduk.
Anlatıcı- Özür dileyerek metinde olmayan bir soru
sormak istiyorum. Sahi böyle ayakta iyi miyiz? (Koltukları işaret eder)
Oturalım mı? (Cevabı beklemeden) Yok, ne o öyle tv.’lerdeki talk showlara
benziyecek. (izleyicileri gösterir) Misafirlerimiz talk show izlemek isteseler
televizyonlarının karşılarında otururlardı. Dediğim gibi, metinde olmayan bir
soru sormak istiyorum. Hayır yani sormasam merakımdan çatlayacağım neredeyse.
(Ahmet gülümser gibi yapar. Anlatıcı da sahte bir merak içindedir.) Neden bir
Anlatıcıya ihtiyaç duydunuz? Benim bu oyunda olmayışımın oyun için bir eksiklik
yaratmayacağı ortada. Olsam da olur olmasam da? Niye bu oyunda varım? Niye
buradayım?
Ahmet- (Yutkunur. Öksürür, boğazını temizler, cılız
bir sesle) Benim yazdığımı oyunda bir anlatıcı yoktu. Oyunda sizin gibi biri yok!
Ben de sizin kadar şaşkınım aslını sorarsanız.
Anlatıcı- (Gerçekten şaşırmıştır. Kaygılanmaya başladığı
her halinden bellidir. Kendinden emin tavrı kaybolur.) Yok mu? Nasıl yani?
(Zoraki gülmeye çalışır) Şaka yapıyorsunuz. Olur mu öyle şey? (Kendi kendine)
İşte şimdi hapı yuttuk. Led tv’yi erken mi aldık nedir? (Ahmet’e döner, yüksek
sesle) İyi ama elimdeki metinde ben varım. (Elindeki kağıt tomarını gösterir,
karıştırır. Şaşkınlığı gittikçe artmaktadır.) Bu kağıtlarda bir kaçında ben
varım, karışmış olmalı, acele etmeyin.. şimdi bulurum.
Ahmet- (Ciddi) Yok gerçekten yok. Eğer varsanız da sanırım
yönetmenimizin takdiri. Varsanız olmanız da bir sakınca yok. Var olmuş
olmalısınız ki de buradasınız.
Anlatıcı – (Sözünü keser) E herhalde yani. Sevgili yönetmenimizin
takdiri elbet. (Elindeki kağıtları araştırmayı bırakır.) Yazdığınızda yoksam ve
sahnedeysem kendi kendime çıkamam ya. Elbet sevgili yönetmenimiz bir eksiklik
fark etmiş ve bu eksikliği gidermek için de beni icat etmiştir. Hem gerçekten
güzel bir buluş. (Boş elini alnına vurur) Tüh.. tabi ya.. tevekkeli bütün
oyuncularla tanışmışken sizinle tanışmamış olmamdan çıkarmalıydım bunu. Size
haber verilmemiş. Neyse bu ilk yazdığınız oyun değildir herhalde?
Ahmet- Sahnelenen ilk oyunum bu!
Anlatıcı- Her şeyin bir ilki vardır elbet. Peki neden
kuşak çatışmasına vurgu yapıyorsunuz? Kuşak çatışması diye bir şey yoktur
aslında. Varoluş çatışması, mücadelesi deseydiniz daha tutarlı olmaz mıydınız?
Olmaz mıydı?
Ahmet - (Boğazını temizler) Sanırım o zaman da “neden
varoluş mücadelesine vurgu yaptınız? Öyle bir şey yok derdiniz sanırım.
Anlatıcı- (Kendine güveni geri gelmiştir. Alaycılığına
bürünmüştür yeniden) Ben demezdim.
Ahmet- Diyen biri çıkardı sanırım. Sözcüklerde,
adlarda kalmanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum.
Anlatıcı- (Kısık sesle) Düşünebildiğinizi bilmiyordum.
Ahmet- (Anlamamış gibi, hafif öfkeli bir sesle)
Anlamadım.
Anlatıcı- Evet öyle de denebilir. Kusura bakmazsanız,
eleştiri olarak almazsanız oyundaki kişiler sanki gerçekçi değiller.. yani en
azından bana öyle geldi.
Ahmet- (Öfkesini açıkça belli eder.) Bir oyunda ya da
gerçek yaşam dediğiniz şeyde gerçeklik nedir ki? Siz gerçeklikten ne
anladığınızı anlatın ben de ona göre karşılık vereyim.
Anlatıcı- Yani şimdi şöyle söyleyeyim.. Hani evin bir
çocuğu var. Neredeyse ebeveynlerin bütün konuşmaları, davranışları onun üzerine
ama gelin görün ki merkezdeki bu kişiyi değil görüntülü olarak görmek, ses
olarak bile duymuyoruz? Ya telefonla konuşan annenin evladım, oğlum demesinden,
ya babanın aynı şekilde telefonla görüşmelerinden bir çocuktan, yetişkin bir
erkek çocuktan haberdar oluyoruz. Hem en önemli kişi olsun hem de oyun boyunca
gözükmesin.. şimdi bu gerçekçi olur mu?
Ahmet- (Kızgınlığı, öfkesi daha da artmıştır)-
Godot’yu Beklerken oyununu duymadınız mı bir de oyuncusunuz?
Anlatıcı- (Daha bir alaycı olmuştur.) Duymaz olur
muyum?. Hatta lise sıralarında sahnelemiştik de.. o oyun benim nazarımda
absürtlüğün nihai noktasıdır.
Ahmet- (Sert ve alaycı bir tonla) Yanlışlar kervanında
siz de varmışsınız. Orada aslolan bekleyiştir. Bekleyişin neliği incelenir o
oyunda. Godot’un varlığı yokluğu önemli değildir. Bekleyiş.
Anlatıcı- (Sahte bir gülümseyiş ve sahte bir
sevecenlikle) Keşke Godot’yu sahneleseydik.
Ahmet- İyi olurmuş.. hiç değilse sizden haberim
olmazdı.
Anlatıcı- (Durur.
Bir anlık bir sessizlik) Engin hoşgörünüz için teşekkürlerimi sunuyor, sizi
yerinize davet ediyorum. Tanıştığımıza memnun oldum. (Sol kapıyı gösterir.
Ahmet seyircileri başıyla selamlar. Sol kapıdan çıkar. Anlatıcı elindeki
kağıtları inceler) Hımm.. Şimdi sırada kim vardı? Yönetmenimizi mi çağırsam
Avni Bey’i mi? (Seyircilere bakar. Yardım ister gibidir.) Sizlerden bir işaret
bekliyorum ya.. Müdahil olmak istemezsiniz. Genelde öyledir..
Cemal Çalık, 02.07.2014, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark,
Oyun, İsyan
İsyan (Oyun)/ Birinci Perde - Sahne: 3-4 >>
İsyan (Oyun)/ Birinci Perde - Sahne: 5-6 >>
İsyan (Oyun)/ Birinci Perde - Sahne: 7-8 -9>>