Kiziroğlu Mustafa Bey
-5-
Son
Hüsam Dayı
kaygılı kaygılı kulübelerin etrafında dolaşıp duruyordu. Herkes kalkmıştı; sancağa
gidiş için hazırlığa başlamışlardı. Ama Kiziroğlu ile Şehmuz tembellik edip
kulübelerinden çıkmamışlardı. Yeni evlilere biraz daha süre vermeyi uygun bulup
kapılarını çalmamıştı, ama bu kadarı da fazlaydı.
Kiziroğlu’nun kaldığı kulübenin önüne gidip,
“Ulan tembel herif akşam olacak, daha sancağa ineceğiz!” diye bağırdı. Kimse
ses vermedi; atların bulunduğu yere gitti. Ne Kiziroğlu’nun küheylanı ne de
Şehmuz’un doru yerinde değildi.
“Vay
edepsizler!” deyip hızla Gürer’i aradı. Sabah çayını hazırlayan Selo belirdi
karşısında. “O ikisinin atları yok.. sen gördün mü?” diye sordu Selahattin’e.
“Küheylana Mehmet Ali’yi binerken gördüm Dayı.. Döngel’in hediyesini götürecek
diye biliyorum. Şehmuz ağadan haberim yok!” cevabını verdi.
Yeniden
kulübelere yöneldi Hüsam Dayı. İlkin Şehrinaz çıktı kulübesinden. Hüsam Dayı
öfkeyle “Şehmuz nerede kızım?” diye sordu. Şehrinaz sakince “Erkenden sancağa
indi. Ortalığı kolaçan edecekmiş.. bana öyle dedi.”
“Ne zaman gitti?”
“Daha
güneş doğmamıştı..”
Aysema
da kulübesinden çıkmıştı. Gözleri yaşlıydı. Yapmacık bir gülüşle:
“Hayırlı sabahlar Dayı.. uyuya kalmışım!”
dedi.
“Kahretsin.. çocuk gibi bunlar.. çocuk gibi
her biri! Hadi bir iki lokma bir şey yeyin. Biz sancağa ineceğiz!” deyip
yanlarından ayrıldı. “Bu iki serseri bana oyun oynadılar.. ben de sizi falakaya
yatırayım da görün!” dedi içinden.
Kiziroğlu
çamlar düzüne varıp dere kenarında atından indi. Yularını başından geçirip
bıraktı. Eğer sülün iti yalan demediyse Köroğlu buralarda bir yerde olmalıydı.
Atının yularını eline alıp ağır adımlarla dere boyunca yürüdüler.
İri bir
söğüt ağacına sırtını vermiş çoban kılığında birini görünce adımlarını
yavaşlattı. Bu o muydu acaba? Epey yaklaştı. Adam kahve içiyordu. Hemen yanı
başında bembeyaz bir at çayırın sıska otlarından otluyordu. Kendisini ilk fark
eden kırat olmuştu, başını kaldırıp tedirgin biçimde kişnemişti.
Küheylan
karşılık verdi bu kişnemeye. Ağaca sırtını yaslayıp kahvesini yudumlayan adam
şöyle bir toparlandı. Sağında eğri kınlı bir kılıç hemen elinin altındaydı.
Kiziroğlu atının yularını bırakıp elini kılıcının kabzası üstüne koydu
kendisine hiç oralı adama selam verdi. Adam sakince aldı selamını.
“Hayırdır yiğidim” dedi Kiziroğlu tok bir
sesle. “Buralarda seni daha önce hiç görmedim.. aradığın nedir? Yabancısın her
hal!”
Köroğlu
aynı ses tonuyla:
“Doğrudur
yiğidim.. yabancıyım. Mesleğim çobanlıktır.. geldiğim yerde doğru dürüst sürü
kalmamıştır. Kiminin sürüsünü kurt kapmış, kimininkine tilkiler el koymuş!”
dedi imalı.
Kiziroğlu
elinin altındaki kılıcı gösterip, “Eh şu gösterişli kılıç da kurtlar tilkiler
için olsa gerek!” karşılık verdi.
Köroğlu
güldü:. “Doğru dersin.. de o kılıç uğrular içindir.. garip bir çobanım hanımım
da benimle birlikte.. ya sen ne iş tutarsın.. hem öyle uzak durma buyur bir
kahvemi iç!” dedi.
Çıkınından
bir fincan çıkarıp hazır kahvesinden doldurup az berideki ağaca sırtını verip
oturan Kiziroğlu’na uzattı. Kiziroğlu kahveyi alıp bir yudum içti. Birkaç gün
evvelki adamın söyledikleri aklına geldi.
“Keşke
içmeseydim!” diye geçirdi içinden. Elinde olmadan güldü.
Köroğlu:
“Neşeli
bir yiğide benziyorsun.. sen ne iş yaparsın.. kurt avında mısın tilki avında
mı?”
Kiziroğlu
kahveden bir yudum daha içti:
“Ben
çoban değilim ağa.. garip bir gezginim.. ne kurt peşindeyim ne kuzu!”
Köroğlu
bir gözünü yumup sordu:
“Pek de
yaman bir gezgin olmalısın.. altındaki at.. belindeki kılıç!”
Kiziroğlu
kahvesinin kalanını bir yudumda içip fincanı Köroğlu’na uzattı.“Daha
fazla oyuna gerek yok Köroğlu!” diye bir nara attı. Kılıcını kaşla göz arası
kınından çekmiş Köroğlu’nun karşısına dikilmişti. Köroğlu da aynı hızla eğri
kılıcını çekip hamleyi savuşturmak için ayaklanmıştı. Küheylan ile Kırat ta
binicileri gibi bir birlerini biraz yoklayıp uzaklaşmışlar bakışlarıyla bir
birlerini korkutup geriletmeye uğraşıyorlardı.
“Adımı
biliyorsun yiğidim.. sen de adını bağışla ki kimin canını aldığımı bileyim!”
dedi Köroğlu alay ederek.
Kiziroğlu
öfkesini gemleyip “Adımı bilmezlikten mi geliyorsun.. seni üstüme salan
efendilerin adımı söylemediler mi?” cevabını verdi.
“Ben
kedimden başkasını bilmem bire gafil.. ama sanırım sen beylerle bir olup
garibanların canını alan Kiziroğlu olmalısın.. durma hele hamle et!” deyip
Kiziroğlu’na öldürücü bir hamle etti.
Kiziroğlu
kendi etrafında yarım dönüşle güçlükle savuşturdu bu hamleyi. “Gerçekten yaman
mış bu Köroğlu!” dedi içinden ve gülerek “Hepsi bu mu beyler adına yol kesen
uğru!” “Doğrusu efendisi olan bir çomar için fena değilmişsin be Kiziroğlu!”
Hamle
sırası Kiziroğlu’ndaydı. Var gücüyle en iyi bildiği kılıç kesme hamlesiyle
saldırdı Köroğlu’nun üzerine. Köroğlu yana kaçarak savuşturdu bu hamleyi. Ama
fark edemediği bir kütüğe ayağı takılıp sırt üstü yere düştü. Dünya başına
yıkılmıştı Köroğlu’nun. “Başkasının çöplüğünde ötmek o kadar kolay değilmiş!”
demek ki dedi içinden. İşin kötüsü kılıcı da epey uzağa düşmüştü. “Buraya
kadarmış!” dedi içinden.
Kiziroğlu
böyle bir şeyi beklememişti doğrusu. Küheylan da Kıratı önüne katmış yenilgiyi
kabul ettirmişti.
“Pek de temiz yüzlü biri be Kiziroğlu!” diye iç geçirdi
Kiziroğlu. Son hamleyi yapmaya içi bir türlü el vermiyordu.
Kılıcını
yere indirip, “İnsan bilmediği yerlerde cenke çıkınca sağını solunu iyi
bellemeli be Köroğlu! Var kılıcını al!” dedi. Köroğlu yerinden yavaşça
doğruldu. Bir iki adım ötesine fırlayan eğri kılıcını aldı. Kılıcını
kaldırmadan baktı Kiziroğlu’na.
“Mert
yiğit biriymişsin Kiziroğlu ne diye beyler gibi zulmedersin!” dedi
hayıflanarak.
“Zavallı
Köroğlu..” dedi Kiziroğlu acıyarak. “Oysa beyler seni benim hışmımdan korunmak
için çağırmışlar diye duydum!”
İki genç
şaşkınlıkla baktılar birbirlerine. Binicilerin dövüşü bıraktığını gören atlar
da sakinleşmişlerdir. Yan yana kafalarını hızlı hızlı sallayarak kendilerine
doğru geldiler. Yanı başlarında durdular.
Kiziroğlu, “Eh Köroğlu şu atlar kadar olamadık değil mi?” dedi efkarlı bir sesle. Köroğlu
Kiziroğlu’na hak vermesine hak veriyordu, ama bastığı yeri göremeyişine için
için öylesine öfkeyle dolup taşıyordu ki, bu öfke ile ne diyeceğini bilemez
duruma gelmişti.
“Var git
Köroğlu artık sana kılıcım kalkmaz.. ama ola ki bu vuruşmamızı kimse bilmesin..
sen ben ve bir de -kendilerini merakla süzen atları gösterip- bu vefakâr
yoldaşlarımızdan başkasının bilmesine gerek yok!” dedi.
Köroğlu
için için vuruşmayı istese de oyuna getirilmiş olmanın ve daha ilk hamlede yere
serilmenin utancıyla atına atladı rüzgâr gibi bir fersah ötede ki Nigar Hanım’ın
beklediği çadıra doğru sürdü kıratı.
Kiziroğlu bir süre beklemiş sonra da küheylanın üzerine bir sıçrayışta
binip Köroğlu’nun gittiği yöne tırısa kaldırmıştı Küheylanı.
Sarı
Fuat yirmi kişilik maiyeti ile hayretler içerisinde izlemişti olan biteni. Ters
gitmeyen ne vardı ki? En az elli kişi olmayı kurmuşlar ola ola yirmi kişi
olmuşlardı. Mirsat ile Musa yolda kendilerine katılınca sayıları yirmi iki
olmuştu. Bu da hiç hoşuna gitmemişti Sarı'nın.
“Ulan
hani Çopur da birkaç askerle bize katılacaktı?” diye söylenip durdu kendi
kendine. Döngel Murat da göndere göndere beş kişi ancak göndermişti. Bu iki
eşkıya yalnız bile olsa başa çıkamayacakları ortadaydı. Ne yanındakiler onlar
gibi kılıç kullanmakta mahirdiler ne atları onların atları kadar hızlı idiler.
Ok üşürseler ne olacak cambaz gibi görünmez kanatları olan atlarının sağ ya da
sol böğürlerine öyle bir saklanırlardı ki.. peh!
“Ulan bu
iblisler niye vuruşmazlar!” dedi yüksek sesle. “Köroğlu dedikleri eşkıyanın
yaman silahşörlüğü bu kadar mıymış!” diye söylendi Kiziroğlu’nun hamlesiyle
düştüğünü görünce. Musa ile Mirsat “Tüh!” diye hayıflanmışlardı. Kiziroğlu
Köroğlu’nun peşinden gidince kendileri de sakınarak onların peşlerine düştüler.
Kiziroğlu:
“Yiğit miğit dedik.. bakalım hanımına bir şey
anlatır mı? Eh hanımı onu öyle perişan görünce elbet ne olduğunu soracaktır.
Köroğlu da erkek olduğuna göre kadınına kendini methedecektir. Böyle bir şey
olursa bu kez hiç düşünmem çalarım kılıcı başına!” diye mırıldanıyordu kendi
kendine.
Köroğlu’nun
çadırını göründüğünde atından aşağı indi. Sessizce çadıra sokuldu. Köroğlu
biraz önce öfke ile çadırdan içeri dalmış kös kös oturmuş, yumruklarını
sıkıyor, dudaklarını ısırıyordu. Nigâr Hanım bir süre sessizce izledi
Köroğlu’nu. Öfkesinin geçmesini bekledi. Gönül verip ardına düştüğü cenklerinde
bile yanından ayrılmadığı yiğidinin fena örselendiğini anlamıştı. Öyle ki adam
başını kaldırıp kendisine bakmaya bile utanır gibiydi. Usulca yanına sokuldu.
Sol elini eline zorla aldı. Yanağına götürdü:
“De hele yiğidim.. de hele seni böyle
örseleyen kimdir? Nedir?” dedi şefkatle.
Köroğlu
yutkundu.. utanmasa ağlardı. Elini kadının elinden kurtarmak istedi. Nigâr’ın
inatçılığı üstündeydi.
“Canımı
al.. öyle al elini elimden!” diye söylendi. “Hadi yiğidim, erim merd-i meydanım
de hele de kurtar beni meraktan!”
Köroğlu
derin bir nefes alıp verdi.
“Ben
böyle yiğit birini daha görür müyüm bilmem Nigârım..”
Nigâr
merakla, “Ağam kim.. paşam kim bu?” diye sordu. Köroğlu “Bir beyin oğlu..
ilbeyin oğlu.. yiğit oğlu yiğit. Bir vuruşta beni yere çaldı. Evet belki ayağım
görmediğim bir kütüğe takıldı takılmasına ama o vuruş karşısında dağlar bile
duramazdı. Kütük beni kurtaran oldu Nigârım..”
“Peki
adını niye bağışlamıyorsun yiğidim?” diye üsteledi kadın. “Dedim ya Nigârım..
dünyalığım ahretliğim dedim ya ilbeyin oğlu.. Kiziroğlu Mustafa Bey, Nigârım..
Kiziroğlu Mustafa Bey.. bir atı var ki aklın durur.. Kiziroğlu beni suya
tepecekti neredeyse atı da Kırata yol vermez yaman bir Küheylandı!”
Kiziroğlu
Köroğlu’nun kendisi için koştuğu methiyeleri duyunca duygulandı. Gözleri
yaşardı. “Hakikatli bir yiğit imiş bu Köroğlu!” dedi kendi kendine. “Hangi
erkek kadınına bir başkasına alt olduğunu söyleyebilecek kadar mert olabilir
ki? Beni kesseler, kör testerelerle derimi yüzseler dedirtemezler.. hakket
benden daha yiğit, yiğit oğlu bir yiğit imiş!” diye iç geçirdi.
“Şu
üzerine gittiğimiz Kiziroğlu mu? Garibanların canını yaktığı söylenen!”
Köroğlu
hiddetle elini çekti Nigârın elinden:
“Bizi bir birimize kırdırmak için kurtların,
tilkilerin yalanı, hilesi desise imiş.. gerçeği öğrendik öğrendik, ama pek
pahalı bir ders oldu!” diye karşılık verdi.
Kiziroğlu
tatlı ahenkli bir sesle çadırdakilere seslendi:
“Destur var mı yiğitleri yiğidi Köroğlu? Tadı
ağzımda kaldı ikram ettiğin acı kahvenin.. tekrarı var mı?”
Köroğlu
sesin sahibini tanımış bir solukta fırlamıştı çadırdan.
“Hay
deli oğlan.. hay yiğidim.. hay can dostum.. sen gelmesen ben düşerdim ardına..
içimden dedim inşallah düşer ardıma.. konuğum olur can kardeşim! Demek duydun
sesimi ve düştün ardıma!” dedi. öyle bir can-ı gönülden sarıldı ki Kiziroğlu’na,
Kiziroğlu’nun nefesi kesilecekti neredeyse.
“Geldim
ya Köroğlu.. duydum sesini düştüm ardına can dostum!” karşılığını verdi.
Nigâr Hanım
gıpta bile baktı iki çocuk gibi sarmaş dolaş olmuş iki adama. Her ikisinin de
gözleri yaşarmıştı. El ele tutuşmuşlar, ellerini bırakmadan ayrılıp ayrılıp bir
birlerine bakıyor sonra yeniden sarılıyorlardı.
Nigâr Hanım
tatlı bir sesle:
“Yiğit arkadaşını tanıştırmayacak mısın
Köroğlu?” dedi.
Köroğlu,
Kiziroğlu’nun bir elini sımsıkı tutmuş diğer eliyle de “İşte benim dünyalığım..
ahretliğim gözümün ışığı, senin de dünya ahret bacın Nigâr Hanım!” diye tanıttı
eşini.
Kiziroğlu
edeple başını eğdi:
“Bacı memnun oldum.. hamlığı toyluğuma ver..
böyle eli boş geldiğim için!”
Sarı
Fuat fırsat bu fırsat deyip saldırmayı düşündü adamlarına yılan sesine benzer
bir sesle fısıldadı:
“Davranın yiğitler bu iki eşkıya tanışlıktan
sarhoş iken varalım üzerlerine bitirelim şunları!”
Her biri
Köroğlu’nun çadırına doğru naralar atarak dörtnala sürdüler atlarını. Dört bir
yandan üzerlerine gelen bu sırtlan sürüsü iki yiğidin aklını başlarına
almalarını hızlandırdı. Atlarına atladıkları gibi aralarına dalmaya hamle
ettiklerinde “Yettim Kiziroğlu, yettim!” narası ile üzerlerine gelenler
şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemez duruma düşmüşlerdi.
Sarı
Fuat ürken atını sakinleştirmeye çalışıyor, “Hay Allah bu iblislerde nereden
çıktı?” diye söyleniyordu. Sağ yandan gelmişti ses. Bu Şehmuz’du. Yanında iki
kişi daha vardı. Biri Alaybeyi Zülfikâr diğeri de Seyis Serdar’dı. Üçü de kılıçlarını
havaya kaldırmış rüzgâr gibi Sarı Fuat’ın adamları arasına dalmıştı.
Yeniden
bir nara işitildi. Bu kere ses çadırın aşağısından gelmişti.
“Yettim
Köroğlu dayan.. yettim!”
Esebali’nin
insanın içini delen, ödünü patlatan sesiydi bu.
Köroğlu:
“Davran
Kiziroğlu bizim yarenler bize bir şey bırakmayacak!” diye gürledi.
Köroğlu
kendisine yalan yeminler edip Kiziroğlu’nu kötüleyen Musa’nın boynunu bir
vuruşta kesmiş, Kiziroğlu’nun arkasından sinsice sokulan Mirsat’ı da bir
vuruşta ikiye biçmişti. Adamların çoğu ormana doğru kaçıp kurtuldular. Sarı
Fuat’ın atı ürkmüş, binicisini yere düşürmüştü. Sarı Fuat yerde sürünüyor,
kaçmak için bir fırsat arıyordu boşu boşuna.
Şehmuz
atından atlayıp bir köpek yavrusunu havaya kaldırır gibi adamı ensesinden tutup
kaldırdı. Adam havada asılı kalmış çırpınıyordu. Kiziroğlu soluk soluğa
yanlarına geldi. Şehmuz, Sarı Fuat’ı tutan elini açtı, adam yüz üstü yere
kapaklandı.
Alaybeyi
Zülfikâr ile Seyis Serdar ormana kaçanları daha fazla kovalamaktan vazgeçip
gerisin geri meydana geldiler. Yerde debelenen Sarı Fuat’a baktılar. Sarı
aklını kaçırmış olmalıydı ki katıla katıla gülüyordu.
Köroğlu,
Kiziroğlu’nun yanına gelip mecnuna dönmüş bu adamın kim olduğunu sordu.
“İtlerden
bir it.. halkın suyunu babasının suyu sanan mecnunlardan bir mecnun!” diye
cevapladı tiksintiyle. Seyis Serdar Kiziroğlu’na baktı, Kiziroğlu başını
salladı. Serdar bir vuruşta adamın kafasını kopardı.
Zaferle
biten cengin ardından Köroğlu, Kiziroğlu ve yarenlerini çadırına davet edip
arkadaşlarıyla tanıştırıp kahve ikram etti.
Kahveler
bitirilince Kiziroğlu, Köroğlu’na:
“Bize
müsaade Köroğlu.. sen bizim misafirimiz iken kahve ikram eden sen oldun. Biz
şimdi sancağa gitmeliyiz. Kutlayacak bir bayramımız var.. kapım her zaman
açıktır sana ve dostlarına.. mutlak bekliyorum!” dedi.
Köroğlu
daveti içtenlikle kabul edip yolcu etti yeni dostlarını. Arkalarından uzun uzun
baktı. Gözden kayboluncaya kadar kıpırdamadı.
İkindi
namazı sonrası Beylik Konağı’nın avlusu tıklım tıklım dolmuştu. Sancakta Rıfat
zaliminin idamını duyan, işini yarım bırakmış, çiftini çubuğunu unutup koşmuştu.
Kadı Cemalettin yanında Ehl-i Örf önde sipahilerin arasında elleri ayakları
zincirli Rıfat avluya girdiler. Meydanın ortasına ağır ağır yürüyorlardı.
Kadı
Efendi’nin hemen yanında yürüyen Döngel Murat sarsak sarsak yürüyordu. Ve
Rıfat’tan daha fazla terliyordu. Kadı, Murat’ın kulağına eğildi:
“Yahu Murat senin değil Rıfat’ın boynuna ilmek
geçecek bu ne hal!” dedi tebessüm ederek.
Murat:
“Sorma
Kadı Efendi bir tuhaf oldum.. bir ağırlık çöktü üstüme.. yürümekte bile
zorlanıyorum.. anlayamadım!”
“Fazla
enfiye çekmektendir belki de!” karşılığını verdi Kadı,Murat’ın bir elinden
ötekine geçirip durduğu kutuya bakarak.
Murat
birden durdu. Elinden kutuyu düşürdü. Kutuyu eline tutuşturan elin çula-çaputa
sarılı bir el olduğu geldi gözlerinin önüne. İlk başta buna bir anlam
verememişti. Şimdi şimdi anlıyordu.
Güçlükle
bir iki adım atıp Kadı Efendi’nin yanında yerini aldı. Diz çökertilip boynuna
ilmik geçirilen Rıfat’ın iri iri açılan gözlerini zoraki seçebiliyordu. Kendi
gözleri de iri iri açılmıştı. Göğsü de gittikçe sıkışıyordu. Artık ayakları
kendisini taşıyamıyordu. Kadı Efendi’nin cübbesine sarıldı. Ağır ağır yere
düşerken iri yarı bir adamın kendine göz kırptığını gördü. Bu dünyada son
gördüğü şey bu göz kırpması oldu.
“Şehmuz..
Şehrinaz! Aysema.. Kiziroğlu!” sözleri döküldü güçlükle ağzından; Şehreminoğlu
Rıfat ile birlikte can verdi.
SON
Puran Tilmiz, 09.07.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar