12 Temmuz 2014 Cumartesi

SA769/DT26: Çocuk Orucu Bir Direniş Eğitimidir

“Bedeninin ve nefsinin baskılarına karşı gelmeyi öğreniyor çocuk oruç tutarak.”


Bir arkadaşımın, çocuklarımızın oruç tuttuğunu söylediğimde, bana “Çocuklarına baskı yapmıyorsun değil mi?” diye sorması beni şaşırtmamıştı. 'Baskı' yeni çağın en sihirli sözcüğü, acil uyarılar tıpatıp aynı; “Baskı yapmak kötü bir şey, aman baskı yapmayalım!” Doğru baskı yapmayalım, ama baskının ne olduğunu tartışmamız lazım ve çocuklarımıza bunu öğretmemiz ve bu sorunu çözerek yürümemiz lazım. Annenin vücudu karnındaki bebeğe baskı yapmazsa çocuk doğamaz ve eğer bu baskı orantılı olmazsa çocuk doğarken ölür. Baskıyı zorbalıktan ayırmadan sağlıklı düşünmemiz mümkün olmaz.

Arkadaşıma, bizdeki çocuk alıştırma oruçlarından bahsettim. Çocukluğumdan, çocukluğumun o küçücük masum kaoslarından. "Yeme ve içme isteği başlı başına birer baskı örnekleridir, bundan kimse bahsetmiyor mesela. Oruç tutmak bu baskıya başkaldırmaktır", dedim. Şaşırdı. Çocukları oruç tutmaya alıştırmak, bedenin ve nefsin baskılarına karşı direnmeyi öğretmektir, diye de ekledim. “Doğru!”, dedi. “Hiç böyle düşünmemiştim”

Zaten geleneksel öğretilerin en büyük sıkıntısı başka türlü düşünmemek ve yöntemleri sorgulamamak. Sonuç; elbette baskı, elbette baskıya karşı direniş ve ibadet etmeyen, ibadet etmeyi zorundalık olarak algılayan bir nesil.

Çocukluğumdan en çok hatırladığım oruç zamanları, uzun ve sıcak yaz günlerinde tuttuğum oruçlarla aklımda kalan zamanlar. 8-9 yaşlarındaydım, sanıyorum. Sahurda zorla uyandırırlardı beni annem ve nenem. “Hadi” derlerdi. “Öğlene kadar tut!” İkna ediciydi bu benim için. Akşama kadar değil, öğlene kadar. Kalkardım ve yarı uykulu bir şeyler atıştırırdım. Yemekten vazgeçmeye kalktığımda nenem zorla ağzıma bir lokma daha sıkıştırır ve yalvar yakar yedirirdi.

Ertesi gün uyandığımda hemen kahvaltı ihtiyacı hissederdim, su içmek isterdim. Öğlene kadar aç-susuz kalmak çok zor gelirdi bana. Zaten çoğu kez oyuna daldığımda her zaman yaptığım gibi bahçelerdeki musluklardan birine ağzımı dayar, kana kana su içerdim, ki tam suya doymuşken aklıma gelirdi oruçlu olduğum. Büyük bir suçluluk duygusu ile içmeyi keser ve orucuma devam ederdim. Bilerek yapmamıştım ki. Hem “Unutarak yemek-içmek orucu bozmaz!” demişti babam.

Sonraki yıl başta bir, ortada bir ve sonda bir gün tutmuştum. Yine arada bir unutarak su içtiğimi hatırlıyorum. Güzel günlerdi, masum günlerdi, ama her sahura kalktığımda ertesi gün nasıl geçecek diye korkardım. O kadar çok koşar ve oynardım ki… Oyun aralarında eve koşar, ekmek bulur, biber salçası sürer ve yiye yiye oyuna geri dönerdim. Ama oruçluyken hiç yapmadım bunu. Çünkü eve gidene kadar oruçlu olduğum gelirdi aklıma.

İftara doğru vardı sanırım TRT radyosunda. Onu dinlerdik ailecek. Babam Ankara’ya göre orucunu açardı. Oysa Adana biraz daha erken iftar açıyordu. Radyo’da ezandan sonraki iftar duasını dinler ve  sonra suyla iftarımızı yapardık. Elbette önce babam açardı orucunu. Tabi biz küçükler Allah-u Ekber’i duyar duymaz suya abanırdık. Büyüdükçe de babamızdan sonra iftar yapmayı başardık. Birkaç gün önce bizim çocuklara da anlattım bunu. Çok hoşlarına gitti ve ben duamızı yapmadan, iftarımı açmadan onlar açmadılar.

Bizim henüz oruç çağına gelmeyen beyefendimiz yapıyor iftar duasını. İftariyenin üzerinde yazıldığı gibi alıyor, okuyor. Öyle bir heyecanla okuyor ki… baskı diyenlerin gözlerini görmek istiyorum o sırada…

Orucunu tutmuşsun, ne açlık var ne de susuzluk koca temmuz gününde, huzurla iftarını yapıyorsun. Bedenin dinlenmiş, acıkmayı ve doymayı fark ediyorsun. Günün sonunda da sabırla beklediğin için ödüllendiriyorsun kendini… her şeyden azar azar var sofrada; zaten kimse fazla yiyemiyor.

Bedeninin ve nefsinin baskılarına karşı gelmeyi öğreniyor çocuk oruç tutarak. Bu güzel ayda yoksula yardım etmek bir başka güzelliği bu işin, ama esas özelliği Allah rızası için sabahtan akşama dek aç ve susuz sabredebilmek. Sonuçta bir yıl boyunca yorulan, yıpranan vücudunu bakıma alıyorsun, ama ödül veriyor sana Allah…  Psikolojik ve biyolojik olumlamanın yanı sıra sosyolojik paylaşımlarla da zenginleşiyorsun; davet veriyorsun davete gidiyorsun. Toplamı her açıdan birer ödül olan bir orucu çocuklarına öğretmek bir baskı mı yoksa baskıya karşı direnme eğitimi mi?

Oruç tutabilen biri, beşerî baskılara karşı dirençli olmayı da öğrenir. Bence bütün demokratik toplumlarda oruç, direniş eğitimi için özellikle programın temel unsurlarından biri olmalı. Ve bu eğitim çocukken başlamalı; tam da bizim başladığımız yaşta hem de.  Baskıcı sistemlerde tutulan oruçların samimiyetinden hep kuşkuluydum ve aslında baskı bu tür yapılarda var; İslâm’ın ruhunda yok. Baskıcı sistemlerde bu yüzden direniş bilinci gelişmiyor. Baskıyla öğretilen her şey insanın direniş noktalarını felç ediyor.

Otuz küsur yıl sonra yeniden temmuz ayında oruçluyuz, ama bu kez ne annem var ne babam ne de nenem. Hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. Bir otuz yıl sonra da muhtemelen biz olmayacağız. İki kuşak bir arada en fazla iki kez oruç tutabiliyor dönen oruç mevsimlerinde.

Ben o uzun otuz günün ilk üç gününü onda bir, ilk on gününü üçte bir, ilk on beş gününü yarısı diye sayardım o zamanlarda… Tam bir ay tutacağım ilk yılda başlamıştı bu alışkanlığım... yarısını geçince de hızla biterdi ay…

Güzeldi ramazan, hâlâ güzel; iyi hissettiriyor çünkü. Şükürler olsun ki ramazan orucu bahşetmiş Allah bize.


Doğa Toprak, 12.07.2014, Sonsuz Ark 




Seçkin Deniz Twitter Akışı