Masumiyet, bir çocuğun katliamda ölmeden önce annesine sorduğu soruda saklıydı: “Çocukları
küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?”
Yüz binlerce
çocuğun ortak suçu Ortadoğu’da doğmak. Kim bilir daha ne kadarı da aynı suçu
paylaşacak?… Ve kana susamış birileri uzak diyarlarda, çıkarları ve hırsları
uğruna onların kaderi için kararlar verirken, kim bilir kaç çocuğun körpecik
bedeni daha ölüme teslim olacak?...
Bir
çocuk kucaklar mı ölümü?... Korkar mı ölümden?... Yoksa yıllardır alışmak
zorunda bırakıldığı kan kokusu yüzünden hafife mi alır ölümü?...
Anlatmazlar
ki bilesiniz... Artık güçlünün haklı sayıldığı bir dünyanın bu en gürültülü
çağında, çığlık atsa da sesini duyurabilir mi çocuk, sağır olmuş katillerin
vicdanlarına...
Vâhayfâ...
Boynunu büker ve susar çocuk çaresizce... Sessizliğe gömülen çocuk tevekkülle
içine kapanır... Ama yine de içinden kavrayıp dışarı çevirebilseniz ruhunu,
yıllar yılı yüreğine akıtılmış, dilinin ucuna kadar gelip geri yutulmuş, tam
haykıracakken susturulmuş binlerce sözcük, belleğine prangalanmış milyonlarca
acı, hesabı sorulamamış on binlerce zulüm, gözlerinden süzüldüğü kadar da
dışına akmadan içine süzülen onca gözyaşı ve keder bir tesbih misali
dağılıverirler ortaya...
Bazı
diyarlarda su da uyumaz, düşman da... Çocuk, ne susadığında kana kana içebilir
suyu yılanın zehirli dilinden emin olarak, ne barış güvercinleri uçurabilir
masmavi gökyüzünde, ne de rengarenk uçurtmaların süslediği bembeyaz bulutları
seyredebilir penceresinden...
Filistin'de
bir çocuk diğer tüm çocuklar gibi saklambaç oynar, ama saklandığı arkadaşları
değil mermilerdir, tanklardır, bombalardır... Harabeler arasında saklanabilmek
için en uygun mekân neresiyse orayı
bulabildiği için övünür akranlarının arasında... Kovalamaca oynar gibi
tanklardan kaçar, koşarken yolda üstünden atladığı cesetlere aldırmadan...
Oynadığı
oyuncak bebeğine kan bulaşır, kendi parmak uçları gibi... Düşmana karşı silah
olsun diye çok sevdiği sapanından vazgeçer, mızmızlanmadan üstelik...
Doktorculuk oynar aslında bir oyun olmadığına şahitlik ederek... Parçalanmış,
uzuvları kopmuş insanlar gördüğünde korkmaz mesela... Ölümü tüm hücrelerine
kadar kanıksamıştır... Dünyanın başka
ülkelerindeki çocuklardan daha korumasız, daha aciz, daha mazlumdur... Çocuktur
nihayetinde, bazen celladın kanlı pençesinden kurtulayım derken bir başka
düşmanının kucağına düşüverir...
Filistinli
çocuğun gözyaşlarının tadı da başkadır... Ne annesi istediği oyuncağı almadı
diye üzülen çocuğunkine benzer ne de yaramazlık yaptığı için babası tarafından
azarlanmış bir başkasınınkine...
Zaten bu
topraklarda çocuk olmak öyle olur olmadık her şeye ağlamamaktır... Hiç
sınanmadığı için tanımadığı özgürlüğü sadece düşlerinde görmektir... Yerle bir
edilen, harabeye çevrilen sıcak yuvayı hafızasının kör boşluğuna bırakmaktır...
Gece sıcak kucağında sımsıkı sarılarak uyuduğu ana babanın buz kadar soğumuş
cansız bedenleriyle sabaha uyanmaktır... Ablasının, kardeşinin ölümüne şahit
olmak, yanaklarına bir buse konduramadan silahların gölgesinde onlarla
vedalaşmaktır.
İşte o
vakitlerde ketumiyetini bozar çocuk ve ağlar... Çocuk gülüşüne gölge düşer,
irileşmiş kara gözlerine korku... Sadece Allah bilir ya, belki de onun gözleridir
sabah güneşinin ışıldayan parıltılarıyla açılamayacak olan... Tüm diğer
çocuklar misali "sahip olamadığım her şeyi büyüdüğümde kendim alırım"
diyerek geleceğin hayalini kuran çocuk, o günleri göremeden yitip gider
sevdiklerinin kanlarıyla sulanan toprağının soğuk kollarında...
Hazindir
ki; o coğrafyada her gün yitip giden birileri, bir şeyler vardır mutlaka...
Kaybettiklerine
rağmen hâlâ hayatta kalabilmişse, acının limanında sevdikleri misali her bir
paslı çiviyi yüreğinin en kuytusuna gömerek yaşamaya devam eder çocuk... Belki
de bir daha sevdikleri tarafından asla okşanamayacak saçları kadar dağınık ve
tanımsız olan yaşadığı acılara seyirci kalan tüm insanların zihninde de
unutulur sonra... Vakitsiz büyümeye başlar çocuk... Büyüdükçe baba merhametinden,
anne şefkatinden yoksunluğun uçurumlarında gece nöbetleri tutmaya başlar…
Filistinli
bir çocuk çaresizliğinin dipsiz acılarından sıçrayıp yakamıza yapışan
gözyaşlarının minicik ellerinden tutamasak da, kalbi sağırlaşmamış, vicdanı körelmemiş her
insan nöbet tutuyor şimdilerde o uçurumlarda... Her an, apansız
gözbebeklerimize, yüreğimize doğrultulmuş bir tüfekten tetiklenecek kurşun gibi
çocuğun yanağından süzülen damlalar... Çocuk daha bir derin kılıyor gördüğümüz
fotoğraflara yansıyan acıyı... Acıyla akıvermek daha bir kanlı yapıyor
gözyaşlarımızı...
Gerçekten
insan kalabilen için izlemek zordur çocuk ağlayışlarını... Hele de yetim, öksüz
ağlayışları, hele hele yetimin yetim olduğunu dahi bilmeden ağlayışına karışan
yakarışlar... Vicdanımızda biriken, biriktikçe dilsizleşen, sessizleştikçe de
ümitsizleşen acılar diyarının kapılarını ardına kadar açtıran çırpınışlar...
Boy atıp
filizlenemeyecek, filizlenemediğinden sürgün veremeyecek minicik tohumların
sessiz haykırışları... Sırtlanların namlularının ağzına sürülmüş kahpe
kurşunlara karşı hedef tahtası misali çocuklar... Ceplerine doldurdukları
misketlerin bir adım ötede yerlere saçılacağını bilerek koşmaya devam eden ,
dar ağaçlarının gölgesinde ip atlayan, minicik vücutlarıyla şarapnel
parçalarına siper edilen, dualarının bile hep ölüm koktuğu çocuklar...
Sadece
Filistinli çocuklar mı? Ne acı ki hayır... Savaşın kirli denizinde boğulmak
zorunda bırakılan, vampirlerce kanları sömürülen, kıyıma ve zulme uğrayan
Ortadoğu'nun tüm çocukları... Kan ile gözyaşının ortak tuzunda aynı kaderi
paylaşan, onurlu direniş öykülerinin içinde insanlık adına özgürlük özleminin
sembolü çocuklar.... Melek yüzleriyle cennete dair insanlığa umut satan
çocuklar...
Ey
katiller, silahlar susmuyor siz yaşadıkça... Kötülük hep vardı ilk insan var olduğundan
beri.... Ta içinize, en derininize işleyen kötülük siz bebekken bebekti....
Şeytan içinizde saklanan zebanilerin gölgelerinde sessizce duruyordu. Ve siz
içinizdeki iyiliğe kulak vermekten vazgeçtikçe şeytanı prangalarından kurtardınız... Sesi yükselen
şeytan öldürmeye mahkûm etti sizi... Öldürerek kaybettiğiniz masumiyetinizse
yeniden ve yeniden öldürmeye...
O kadar
kana nemalandınız ki; uygar yüzlerinizin ardında artık canavarlar gizleniyor...
Yüreğinizde
ki o çılgınca kaynayan kötülük kazanının altında ki ateşi söndürseniz, buharı çocukların
damarlarını yırtan o kaynar kazanı yok etseniz. Beyninizde ki akrebi
çıkarsanız, ruhunuzda ki sizi öldürmeye çağıran iblisi sustursanız....
Durdursanız, sustursanız, dindirseniz, kesseniz, yok etseniz, yok…
Berrak
Şebnem, 14.07.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar