“Bu planlama beni Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi cephe ülkesi haline getirmemelidir.”
Ahmet Davutoğlu, TC Dışişleri Bakanı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, Kasım 2010
"Medeniyetler Savaşı’na Giden Yolda Nasreddin Hoca’nın Çocuklarına Karşı Stratejik Bir Hamle; Füze Kalkanı Projesi" Başlığı ile dün 12.11.2010'da yaptığım analiz dört yıl sonra bugün 15 Temmuz 2014'te sonuçlarını hüzünle izlediğim bir analiz oldu. ABD, Füze Kalkanı hamlesi ile Türk-İran İşbirliklerini bitirdi, Irak ve Suriye'yi kan gölüne çevirdi. Mısır'da darbe yaptırdı. Ortadoğu şii-sünni ayrımcılığı ve suikastlerle paramparça, sahipsiz Irak IŞİD denen ABD kontrollü bir terör örgütü tarafından paçavraya çevriliyor. İsrail Gazze'yi bombalıyor. ABD-İran Irak'ta yaptıkları işbirliğinin karşılığını nükleer müzakere masasındaki partnerler olarak alıyorlar. Türkiye'nin genişlemesi şimdilik NATO tarafından durduruldu. Seçkin Deniz, 15.07.2014
***
Analiz:
Dünya’nın topyekûn yeni bir kanlı savaşa sürüklendiğinden endişelendiğimi ve adı Medeniyetler Savaşı olacak olan bu savaşın somut olarak da başladığını söylersem kehanetle suçlanır mıyım, bilmiyorum. Fakat belirtiler, yaşlı yerkürenin tüm kılcal damarlarına kadar sinmiş bulunan bu savaşın büyük adımlarının atılmaya başlandığını düşünmeme neden oluyor.
Güney Kore'nin başkenti Seul'de düzenlenen ve iki gün(10-12 Kasım 2010) süren G-20 Liderler Zirvesi'nde, COEX Kongre Merkezi’nin koridorları, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Lavrov’un ‘Dünya’da soğuk savaşın sona erdiğini’ belirten ifadeleriyle yankılanırken, Dünya’nın Merkezi (Spesifik ilişki: Nasreddin Hoca Teoremi)’nde bir insanın zihni, kaotik yerküre konseptinin, savaşan yerküre konseptine dönüştürülmüş olduğunu fark ettiğini sanıyordu. Kuşkusuz Lavrov’un sona erdiğini söylediği süreç, soğuktan sıcağa geçişin temel tabanına atıflarda bulunmuyordu. Lavrov, daha özel bir şey söylüyordu; Rusya Federasyonu ile NATO arasında her an sıcak savaşa dönüşebilecek olan soğuk savaşın artık sona erdiğinden, Hıristiyan Dünyası’nın bütünleştiğinden bahsediyordu.
AB-Rusya arasında 2009’dan sonra artan sıcak ilişkiler, kurulan ekonomik ve sosyolojik bağlarla daha da güçlendirilmişti ve bugün Lavrov, son durum hakkında bilgiler veriyor, muhtemel eleştirilere karşı da reel politik süzgeçler kullanıyordu. Rus İşgaline karşı Afganistan’a destek veren NATO, bu kez Afganistan’da yaşadığı krizden kurtulabilmek için Rusya’yı Afganistan’a davet ediyordu.
Her şey açıktı; Rusya dâhil Batı, kolektif olarak belirsiz bir düşmana karşı organize oluyordu. Düşman, İran olarak gösterilmesine rağmen belirsizdi. Çünkü; NATO’nun İran için herhangi bir ülkeye Füze Kalkanı konuşlandırmasına gerek yoktu. Balistik Füze taşıyabilecek güçte Amerikan Savaş gemileri Basra Körfezi’nin kıyı şeritlerine çok yakındılar ve ABD askerleri ile İranlı askerler her gün göz göze gelecek kadar birbirilerini izliyorlardı. NATO, Afganistan’daydı. Türkî devletler Amerikan üsleriyle doluydu. İran, Irak ve Pakistan dâhil tüm sınırlarıyla kuşatılmış durumdaydı. Düşman İslâmî terör olarak dikte ettirilmesine karşılık, teröre karşı Füze Kalkanı oluşturmak, asimetrik savaş konseptine uygun bir tedbir de değildi. Bir tek düşman ülkeye karşı alınacak olan tedbirler orantısızdı. Açıktı ki; tedbirler İran’a karşı da alınmıyordu, Batı, daha büyük bir savaş kurgusuna uygun tedbirler almakla meşgûldü. Peki, hedefte kim/neresi vardı?
İki Dünya Savaşı’nın bütün taraf devletleri, Çin ve Japonya hâriç aynı güvenlik şemsiyesi altında bir arada bulunuyorlarken, NATO’nun stratejistleri yeni balistik füzelerin ucuna hangi ülkeyi ya da ülkeleri koymayı hedefliyorlar? Nasreddin Hoca’nın ülkesi bu sorunun cevabını bulmak zorundadır. Eğer bir Medeniyetler Savaşı yaşanacaksa, Türkiye, reel politik argümanları kullanmasından dolayı gelebilecek eleştirileri ciddiye almadan Akşehir gölüne maya çalmaktan daha zor bir stratejik düşünceyle uluslar arası rekreasyon alanları oluşturmak zorundadır. Türkiye’nin bu rekreasyon alanlarında geniş bir çınar altı bulması veya kendine özgü bir çınar ağacı dikmesi gerekiyor. Aksi hâlde, İran ve NATO arasında sıkıştırılmış bir Türkiye’nin, birkaç hamle ile karşı tarafa itilmesi kaçınılmaz olacak ve NATO’nun Füze Kalkanı’nın hedef ülkeleri başta Türkiye olmak üzere, İran ve Çin olacaktır.
Medeniyetler Savaşı, Batı ve Doğu medeniyetleri arasında yaşanacaktır. Doğu’nun medeniyet merkezleri Türkiye, İran, Çin ve Hindistan’dır. Hindistan’ın muhtemel Medeniyetler Savaşı’ ında, tarafsız bir ülke olmak zorunda kalacağı, zımnen Batı taraftarı görüneceği dikkate alınsa bile, Hindistan kapalı bir kutu olarak yerinde durmaktadır. İngiltere, İsrail ve ABD’nin Hindistan’la ilgili operasyonlarının ana hedefi belki de budur; Medeniyetler Savaşı’nda kolaylıkla kontrol edilebilecek tarafsız bir Hindistan.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Yılın Devlet Adamı seçilmesi dolayısıyla kendisine verilen ödülü almak için gittiği Londra'da, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Chatham House' da:"Uluslararası güç dengesinin Doğu ve Asya'ya kaydığını dikkate alırsak Türkiye'yi üye olarak almak AB'nin stratejik zorunluluğudur." demek zorunda kaldığında, Lavrov’un Soğuk Savaş’ın bittiğinden bahsetmesinden yansıyan kuşkular, konacakları analitik düzlemi bulmakta zorlanmayacaklardır. Batı, Türkiye’yi kendisiyle aynı eksende görmek istemediğini çeşitli araçları kullanarak söylemeye devam etmekte; Türkiye’yi yönetenler bu sesleri duymazlıktan gelmeye çalışarak, Batı’yı vaatlerine sahip çıkmaya; “Seni aramızda görmek istemiyoruz”, demeye zorlamaktadırlar. Bu zorlamanın ana hedefi, merkezî bir Türkiye gerçeğini Dünya’ya kabul ettirmektir; ancak bu sağlanırsa Türkiye çok tehlikeli bir süreçle baş başa kalacak ve kısa bir süre sonra NATO’nun hedef ülkeleri arasında adını görecektir.
AB ve ABD, Türkiye’deki jeo-politik ve jeo-stratejik merkezî konumun, giderek yükselen Türkiye popülaritesi ile güçlenmesinden rahatsız olduklarını açıkça söylememekle birlikte, bu rahatsızlıklarını düşünce kuruluşları veya eski politikacılar eliyle ‘Eksen Kayması’ gibi argümanlarla dile getirmekten çekinmemekteler. Batı, Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından sık sık dile getirilen büyüme oranlarının estirdiği reklam kokan savunma/saldırı psikolojisini, çökmüş, kaotik ekonomik ve sosyal düzeneklerde başlarını kaşır vaziyetteyken algıladığında herhalde Türkiye’ye muhabbet kuşu aşkıyla cevap vermeyecektir.
Türkiye, Hıristiyan Batı’nın kendisi için hazırladığı stratejilerden habersiz gibi görünmek istese de, Batı zamanla sesini yükseltmek zorunda kalacak; Türkiye, Füze Kalkanı sarmalına neden sokulduğunu daha net bir şekilde duyar hâle gelecektir. Füze Kalkanı’na ‘Evet’, diyecek olan bir Türkiye, tam kontrol edilebilir kukla bir devlet hâline gelmekten başka bir gelecek tahayyül etmemelidir. Füze Kalkanı’na ‘Hayır’, diyecek olan bir Türkiye de, NATO’dan dışlanarak, NATO’nun hedef ülkelerinden biri hâline gelecek ve Medeniyetler Savaşı bilfiil başlamış olacaktır.
Türkiye, ne kadar dillerde sıcak tutulan ‘Pergel Metaforu’ndan bahsederse etsin, ‘Sıfır Sorun Stratejisini’ genellemeye çalışırsa çalışsın, Hıristiyan Batı, Türkiye’nin merkezî rolüne uygun çabalarını iyi niyetle değerlendirmemektedir ve asla değerlendirmeyecektir. 'Türkiye-NATO Stratejik İşbirlikleri’nin ana hedefi daima Türkiye’nin kullanılabilir olma ilkesi ile dizayn edilmiştir. Türkiye, bunun farkındadır ve konumunu güçlendirmek için Çin ile ilişki yelpazesini çeşitlendirmeye devam etmektedir.
Türk-Çin askerî işbirliklerinin birlikte uçan savaş uçaklarıyla sınırlı olmadığı ve Türk-Çin askerlerinin artık ortak tatbikat yaptıkları gerçeği ve Türk-Çin ticarî ilişkilerinde kullanılacak para birimleri sepetinde sadece Türk Lirası ve Çin Yuanı’ın bulunması, Türkiye-İran-Çin hattının gün geçtikçe daha güçlü parametrelerce zenginleştirildiğini göstermekte ve Medeniyetler Savaşı’nın hiç dengeli olmayan taraflarını listelemektedir. Belki de Türkiye, Batı’ya Medeniyetler Savaşı’nın herkesin sonunu getireceğini kanıtlayarak bu savaşa engel olacağını düşünmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Medeniyetler Savaşı’nın sürekli ertelenemeyeceğini bilen bir perspektifle, 2003’ten beri Türkiye’nin sürdürdüğü Neo-Con karşıtı dış politik girişimlerin boyutlarını açıkça söylemekten çekinmemekte ve Türkiye’nin açık tehditlere boyun eğmeyeceğini deklare ederken de, geçmişte boyun eğmediklerini kanıtlayan somut verileri rahatlıkla paylaşabilecek özgüvene ulaştığını göstermektedir.
Dışişleri Bakanlığı’nın 2011 yılı bütçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Milletvekillerinin sorularını ve eleştirilerini yanıtlarken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın BOP Eşbaşkanlığı iddialarına ilişkin, ABD' nin bölgedeki kötü imajını değiştirmek için Bush döneminde böyle bir proje getirdiğini belirterek, o zaman da bugün de politikalarının net olduğunu, ABD'nin tek taraflı politikası çöktüğü için kavramın ABD'de de kullanılmaz hale geldiğini söylüyor Davutoğlu ve devam ediyor, ''Bunun çökmesinin bir gerekçesi aranıyorsa Türkiye'nin bölge eksenli yürüttüğü politikalar bunun ne kadar anlamsız olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye, haritaların ekonomik, kültürel yolla değişmesine taraftardır. Biz, bu bölgelerdeki bütün sınırları yapay görüyoruz. Türkiye-Irak, Türkiye-Suriye, Türkiye-Gürcistan sınırı yapaydır. Daha küçük ünitelere bölerek haritayı değiştirmek değil, daha büyük ölçekli yapılara geçerek haritadaki sınırları anlamsız hale getirmeliyiz. Bunun öncüsü Türkiye olmalıdır. Başkası adına değil, kendi adımıza...'' diyordu.
Durum açıktı; “ABD’nin politikalarını engelledik ve benzeri politikaları engelleyebilir, kendi politikalarımızı uygulayabiliriz”, diyordu Dışişleri Bakanı. Gerekçelerini sıralarken reel politik tarihçeyi yüzeysel olmayan bir dönüşüm pragması eşliğinde olgunlaşmış regüler bir formasyonla ortaya koyuyordu. AB'de yapılan gibi Balkanlarda da Ortadoğu'da da bütün haritaları kaldıracaklarını belirtiyor, ''Almanya ve Fransa etrafları ile bütünleşti ve kalkındılar. Biz de etrafımızla çatışmayacağız. Almanlar sınır komşularıyla savaştan sonra çatışsaydı gelişir miydi? Cumhuriyetin 100. yılında inşallah çevredeki bütün kardeş ve akraba topluluklarla iç içe geçeceğiz. Bunların geleceği yer tekrar Ankara, İstanbul olacak!'', diyerek, Batılılarca güç anlaşılır bir hedef çiziyordu. Hıristiyan Batı’nın sonunun geldiğini bir Dışişleri Bakanı daha başka nasıl açıklayabilirdi ki? Bu şu demekti: “Sen yoksun, artık; Ben varım!”
Kürecik Füze Kalkanını koruyacak olan füzeler Romanya'da konuşlandırıldı
COEX Kongre Merkezi’nde kendisine ayrılmış koltuğunda otururken ayaktaki Rusya Devlet Başkanı Medyedev ve ardından İngiltere Başbakanı Cameron ile tokalaşırken görüntülenen Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı Obama ile fiskos masasında sohbet eder bir pozisyonda kameralara yakalanıyordu. Başbakan Ecevit-Bush görüşmesinden hafızalarda kalan ayakta Ecevit-oturan Bush portresinin tarihe gömüldüğünün de tesciliydi bu fotoğraf.
Başbakan Füze Kalkanı ile ilgili sorulara özgün uslübuyla cevap veriyordu: ''Bu görüşmemiz esnasında, balistik füze savunması ile alakalı konu aramızda ayrıca gündeme geldi ve hassasiyetimizi kendilerine aktardık. Gördüğüm kadarıyla hassasiyetlerimiz noktasında herhangi bir farklı düşünceleri yok. Tabi hepsinden önemlisi bir NATO üyesi ülke olmamız hasebiyle her şeyin NATO çerçevesi içerisinde olması ve bu çerçeve içerisinde eğer bir adım atılırsa, bu adımı atabileceğimiz ki, bunun başında bir defa öyle bir anlaşma içerisinde herhangi bir ülkenin isminin kaydedilemeyeceği, bunun yanında böyle bir balistik füze savunması nereye yerleştirilecek? Bu Türkiye'de böyle bir şey olduğu zaman Türkiye'nin genelini kapsaması lazım. Yani belli bir noktayı değil. Ve tabi bunu kimin komuta edeceği hususları, ondan sonra bunun tabi teknik olarak bazı izahları var ki bu teknik izahlar konusunda da yine taleplerimiz oldu. Bu taleplere de ben doğrusu olumlu baktıklarını gördüm. Lizbon görüşmelerine ki ben katılamayacağım, sayın Cumhurbaşkanımız, Dışişleri ve Savunma Bakanlarımız katılacaklar, onlar o görüşmeleri yapacaklar. Ama şu anda ilk etaptaki yaklaşımlarımız bu bu yaklaşımlar çerçevesinde nasıl adım atılacağını artık NATO yetkililerinden göreceğiz. Ona göre de nihai kararı verilecek. Yani şu anda verilmiş olan nihai bir karar söz konusu değildir.''
Füze Kalkanı’nın hedefinde hangi ülke veya ülkeler olduğu sorusuna cevap aramaya devam eden Türkiye’nin davranışlarına ilişkin ipuçlarına yine Davutoğlu’nun söylemlerinden ulaşmaya çalışalım. Davutoğlu, ''Bu yayılma tehlikesine karşı NATO oturup planlama yapar. Biz de o planlamanın içinde yer alırız. Planlama yapılırken biz de şunu söyleriz, bu planlama benim komşu ülkelerle ilişkilerimi bozmamalıdır. Bu planlama beni Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi cephe ülkesi haline getirmemelidir. Bu planlama benim ekonomik ve kültürel açılımlarımı engellememelidir.'', diyordu. 2003'te bu kadar açık konuşamıyordu Türkiye.
Galiba Türkiye, Nasreddin Hoca’dan aldığı dersle, herkese ‘Sen de haklısın!’ önermesinin verdiği travmatik güçle ne ‘Evet’ diyecek ne de ‘Hayır’.Türkiye’nin bu darboğazdan 1 Mart 2003’te Bush’u kızdıran çözüm gibi bir çözüm bularak çıkmasını umut ediyoruz. Şanslı ise Obama da, G.W. Bush gibi gelecekte yazacağı hatıralarında Füze Kalkanı ve Medeniyetler Savaşı ile ilgili hayal kırıklıklarından dolayı Türkiye’ye olan kızgınlığını anlatacak nostaljik bir kaç parağraf yazabilir. Dünya’nın merkezi Nasreddin Hoca’nın merkebinin ayağını bastığı yerdir ne de olsa.
Fakat Medeniyetler Savaşı ile ilgili kuşku bulutları dağılmış değil. III. Dünya Savaşı’nın koşulları önümüzdeki 10 yıl içinde netleşmeye başlayabilir. Önceki Dünya Savaşlarının ‘Egemenlik’le ilgili savaşlar olması olgunlaşma sürecini uzatmıştı. Muhtemel bir savaş ayakta kalma savaşı olacaktır. Dolayısıyla olgunlaşma süresi kısalabilir. Türkiye başarılı olabilirse, Batı ve Çin arasındaki bu savaşın zararlarını ‘Merkez Ülke’ konseptiyle aşabilir.
Seçkin Deniz, 12.11.2010, Sistematik Analizler 122
Seçkin Deniz yazıları
Not 1: Füze Kalkanı'nın Radarı Malatya Kürecik Köyü'ndeki Eski NATO/ABD Radar Üssü'ne kurulacak
Füze Kalkanı'ndaki Zorlu Savaş'ın Perde Arkası:
“İşin siyasî açıdan önemli üç boyutu var: Birincisi, Türkiye’ye kurulacak Amerikan radar sistemi, 2009’dan bu yana İsrail’in Negev Çölü’nde bulunan sistem ile aynı. İsrail’dekiyle aynı veri tabanına sahip olacak ve İsrail sistemi ile Amerika’daki veri işlem merkezi üzerinden, teknik açıdansa doğrudan bağlantıda bulunacak. İkincisi, Ankara ile Washington arasındaki anlaşma zorlu müzakerelerin ardından geldi. Bunda İsrail ile bu paralellik büyük rol oynadı. İran'ın potansiyel tehdit olarak adlandırılması konusunda da tartışıldı, sonuçta proje kapsamında hiçbir ülke ya da bölgenin adı anılmıyor. Üçüncüsü: Anlaşmaya varılmadan önceki haftalarda müzakereler, Türkiye’ye ait karadaki hava savunma sistemlerinin modernizasyonu konusuna yoğunlaştı…Ankara, Fransız sisteminin yanında Rus S-300 ve hatta Çin sistemini de seçenek olarak gündeme getirip Amerika ve NATO’ya baskı yapmaya çalıştı. Washington ve NATO ise buna karşılık verilerin bloke edilmesi ve Türkiye’yi NATO hava savunma entegrasyonundan çıkarma tehdidinde bulundu. Bu üç boyut ilişkilerdeki tansiyonu ve Ortadoğu’daki sorunlu ortamın etkin bir askerî işbirliğinin önüne çıkardığı engelleri gösteriyor. Aynı zamanda anlaşmadan başka çıkar yol bırakmayan karşılıklı bağımlılığın da bir göstergesi.” Frankfurter Allgemeine Zeitung, 15.09.2011
Not 2: Obama'nın En Büyük Zaferi
The Washington Post gazetesinde yayımlanan bir yazıda, ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye ile ilişkileri idare etme şekli, onun en iyi dış politika başarılarından biri olarak nitelendi. Yazıda "Başbakan Erdoğan'ın otokrasiye yönelik eğiliminin kaygı oluşturduğu" ifadeleri yer aldı.Jackson Diehl imzalı yazıda, "Cumhuriyetçi başkan adaylarından Rick Perry'nin geçen hafta yarıştan çekilmesinin, bir açık oturumda Türkiye ile ilgili sarf ettiği 'kalın kafalı' sözleriyle bir alakası olduğunu düşünmek güzel olurdu"
ifadesi kullanıldı.
Perry'nin açık oturumun yayınlandığı Fox kanalının sunucusu Bret Baier ile girdiği diyaloğun, başkanlık seçimi kampanyasının dış politika açısından ne kadar dibe vurdugunu gösterdiği belirtilen yazıda, bunun ayrıca, Amerikalıların, özellikle de Cumhuriyetçilerin, değişen Ortadoğu'yu kavrayışında bir soruna işaret ettiği kaydedildi.
Yazıda, Baier'in Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetini aşırı tek taraflı bir şekilde tanımladığına değinilerek, Perry'nin de "Türkiye'nin, birçoğunca 'İslami teröristler' olarak nitelendirilebilecek bir iktidar tarafından yönetildiği" şeklindeki sözlerine atıfta bulunuldu ve şöyle devam edildi:
"İslami teröristler? Bu hükümet, İran'dan gelebilecek füzeleri izleme ve vurmada kullanılabilecek erken uyarı radarını topraklarında konuşlandıran, Libya'da Muammer Kaddafi'ye karşı NATO operasyonuna katılan, Suriye diktatörü Beşşar Esad'a karşı muhalefete evsahipliği yapan ve serbest, demokratik seçimleri defalarca kazanarak, Türkiye'nin anayasasını kadınların, etnik azınlıkların ve sendikaların haklarını genişletici biçimde ıslah eden bir hükümet."
Yazıda, Türkiye'nin ABD'nin karmaşık, dinamik, zorlu, bazen kızdıran, bazen çok yardımcı olan ve tartışmasız önemli bir müttefiki olduğu dile getirilerek, "Bu bağlamda Erdoğan hükümeti,ABD yönetimlerinin gelecek 10 yılda Mısır, Irak ve Arap Ortadoğusu'ndaki başka yerlerde idare edeceği ilişkilerin bir paradigması" değerlendirmesine yer verildi.
"Laik otokratlar ve Amerikan yanlısı generaller"den sonra..
Gazetedeki yazıda şunlar kaydedildi: "Beğenin ya da beğenmeyin, 'İslami yönelimli' hükümetlerin, yıllardır laik otokratlar ve Amerikan yanlısı generallerin hakimiyeti altındaki bir bölgede 'yeni normal' haline gelmek üzere olduğu bir hakikat. Dolayısıyla birçok Amerikalı muhafazakarın dünya görüşüne eklemlenen, Müslüman hareketlerin, açıkça 'terörist olmasa' da kaçınılmaz biçimde köktenci, demokrasi karşıtı, İsrail ve ABD karşıtı olduğu şeklindeki basit önyargıları ciddi bir yük haline geldi. Eğer bunlara (önyargılara) kulak asılırsa, bu ve gelecekteki ABD yönetimlerinin bölgenin yeni politikalarını idare etmesi ve kritik önemdeki ittifakları sürdürmesi imkansız hale gelecek. Bazı İslami hareketler, Hamas ve Hizbullah gibi amansız düşmanlar haline gelebilir. Ama Mısır'daki Müslüman Kardeşler gibi diğerleri, Batı'ya yönelik yatırım ve halklarının laiklik arzuları ile kendi dini ideolojileri arasında denge kurmaya çalışarak, esnek bir orta yol dokuyacak gibi görünüyor. Onlara verilecek en doğru karşılık, anlayışlı olmak, bazı çalkantıları hoşgörmek ve liderlere demokratik ilkelere bağlı kalmaları yönündeki baskıyı sürdürmek."
Yazısında, ABD Başkanı Barack Obama'nın da Başbakan Erdoğan ve hükümetiyle ilişkilerini aşağı yukarı bu şekilde götürdüğü ve bunun "en azından bu aşamada" olumlu sonuç veriyor göründüğünü kaydeden Diehl, "Son zamanlarda, Obama'nın bazı önemli dış politika girişimlerine dair başarısızlıkları hakkında yazdım. Ama (Obama'nın) Türkiye ve onun canlı ve kurnaz lideriyle olan ilişkilerini idare ediş şekli, onun en iyi başarılarından biri olarak yer alabilir" değerlendirmesini yaptı.
Obama'nın, iktidarının hemen başlarında Erdoğan'a yanaşmaya başladığı ve ilk yurtdışı ziyaretlerinden birini İstanbul'a yaptığının belirtildiği yazıda, Obama'nın Türkiye'deki konuşmasında, ABD'nin hem Türkiye hem de daha genel anlamda Müslüman dünyasıyla daha güçlü ilişkiler kurma sözü verdiği hatırlatıldı.
Yazıda, bunu bazı hayalkırıklıklarının da izlediği ifade edilerek, Erdoğan'ın İsrail'e yönelik çıkışlarından, BM Güvenlik Konseyi'nde İran'a yaptırım oylamasında aleyhte tavır takınmasından bahsedildi, Ergekon davasına dair eleştiriler dile getirildi.
Obama'nın listesindeki beş dünya lideri
Ancak Obama'nın Başbakan Erdoğan ile ilişkilerini sürdürdüğü ve onu İngiltere Başbakanı David Cameron dışında diğer tüm yabancı liderlerden daha sık aradığı ifade edilen yazıda, bunun sonucunda iki lider arasında nisbeten yakın bir kişisel dostluk ilişkisi oluştuğu belirtildi. Yazıda, Obama'nın Time dergisine verdiği demeçte, "güven bağları" kurduğu 5 dünya lideri arasında Erdoğan'ı da saydığına dikkat çekildi.
Amerikan yönetimi yetkililerinin, Türk ve Amerikan politikalarında Libya, Suriye, İran ve daha genel anlamda Arap Baharı konularında son bir yıl içerisinde bir çakışma gözlemledikleri kaydedilen yazıda, "Erdoğan'ın içeride otokrasiye yönelik eğilimi büyük bir kaygı oluşturmaya devam etmesine karşın, bazı yetkililer, AK Parti'nin hazırlamakta olduğu yeni anayasanın daha iyi bir denetim ve denge mekanizmasını ve hapisteki gazetecilerin sayısının azalmasını sağlayacağına inanıyor. Bu durum, Türkiye'yi bir ideal müttefik haline getirmeyecek ya da İsrail ile hala sorunlu ilişkilerini düzeltmeyecek. Ancak bu, Türklerin İslamcılarını düşman etmekten ya da onları teröristlerden ayırt etmede başarısız olmaktan çok daha iyi" ifadeleri kullanıldı.
http://www.cnnturk.com/2012/dunya/01/23/obamanin.en.buyuk.basarisi/645976.0/index.html
Not 3: İnsan Hakları izleme Örgütü 22 Ocak 2012 Tarihli raporu ile Not 2'deki eleştirel analizler neredeyse tıpatıp aynı
http://www.hrw.org/news/2012/01/22/turkey-credibility-depends-rights-home
Kürecik Füze Kalkanı Uygulama-Sonuçlar:
1- İsrail attı Malatya Kürecik seyretti/12 Şubat 2012
Bir F-15 uçağından İsrail yönüne atılan füze, hem İsrail’deki hem de NATO’nun füze kalkanı projesi kapsamında Malatya Kürecik’te kurulan radardan an be an izlendi.
NATO’nun İran ve Kuzey Kore’nin uzun menzilli füzelerine karşı geliştirilen ve 2018 yılında devreye girmesi planlanan füze kalkanı projesi ilk ciddi testini önceki gün yaptı. ABD ve Türkiyearasındaki uzun müzakereler sonucunda, Türkiye’nin “İsrail ile veri paylaşılmaması” şartı ileMalatya’nın Kürecik bölgesine konuşlandırılmasını kabul ettiği füze kalkanının gelişmiş AN/TPY-2 X-Band radarı bu yılın başında faaliyete geçirilmesinin ardından ilk kez ABD ile İsrail’in ortak tatbikatında denendi. İsrail istihbaratına yakınlığıyla bilinen Debka sitesinin iddiasına göre, İran’a yönelik bir askeri operasyonun giderek daha çok dillendirildiği son günlerde Washington ile Tel Aviv, böyle bir operasyon sonrasında İran’ın yapacağı misillemeye karşı alınacak önlemlerin provasını yaptı. ABD ve İsrail, İran’ınnükleer tesislerinin İsrail Hava Kuvvetleri’ne bağlı jetler tarafından vurulmasının ardından İran’ın buna misilleme olarak bölgedeki Amerikan ve İsrail hedeflerine uzun menzilli füzelerle saldırı düzenlemesini bekliyor. İşte bu tür bir saldırı durumunda İran’dan atılan füzelerin havada imha edilebilmesi için bölgedeki radarların etkinliği hayati öneme sahip. Bunu test etmek için cuma günü gerçekleştirilen tatbikat Akdeniz üzerine yapıldı.
Ankara’ya teklif
Bir İsrail F-15 savaş uçağı Akdeniz üzerinde uluslararası sularda seyrederken, doğu-batı yönünde bir Rafael Blue Sparrow 2 füzesini fırlattı. Bu şekilde İran’dan İsrail’e fırlatılan bir füzenin simülasyonu sağlanmış oldu. Bu fırlatmanın hemen ardından hem İsrail’deki EL/M-2080 Super Green Pine radarından, hem de Malatya Kürecik’teki Nato radarından fırlatılan füze anında tespit edildi ve denize düşmesine kadar saniye saniye izlendi. Bu süre içerisinde İsrail’deki radar ile Malatya’daki radar arasında veri paylaşımı ve tam koordinasyon sağlandı. Böylece olası bir İran saldırısında havadaki füzenin hızı ve koordinatlarının anında belirlenebilmesi için İsrail ve Türkiye’deki radarın uyumlu bir şekilde çalışabileceği görülmüş oldu. Debka’ya göre Türkiye’nin İsrail ile veri paylaşılmamasına yönelik çekincesi nedeniyle Obama yönetimi, tatbikat öncesinde Ankara’dan izin istedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Washington ziyaretine denk gelen tatbikat için Ankara’ya, “Siz bu çekinceyi kaldırın biz de Türkiye’nin Suriye planına tam destek verelim” önerisi getirildi. Ankara teklifi kabul etti. İsrail radarı ile Türk radarı arasında veri paylaşımı da böylece sağlanmış oldu.
Ocak’tan beri faaliyette
ABD’nin füze kalkanı projesi kapsamında Malatya’nın Kürecik kentine kurduğu füze kalkanı radarı Ocak ayında faaliyete başladı. CNN televizyonuna Türk Dışişleri kaynaklarının verdiği bilgiye göre radar üssüne Amerikan ve Türk askerleri birlikte görev yapıyor. Daha önce tesiste 100’den fazla askerin çalışacağı, bunlardan 60’ının güvenlik görevlisi olacağı belirtilmişti. Kürecik’e kurulan üsse ABD firması Raytheon tarafından üretilen AN/TPY-2 X-band radarı yerleştirildi. X-Band dünyanın en gelişmiş radar sistemi olarak kabul ediliyor. Ortalama menzili 2 bin kilometre olmasına rağmen mobil haldeyken bu menzil 5 bin kilometreye kadar çıkabiliyor. Amerika’ da yapılan testlerde uzmanlar 4 bin 700 kilometre uzaklıktaki bir beyzbol topunu havaya atıldıktan sonra takip edebildi. Amerikan Savunma Bakanlığı bu sistemlerden birini Kuzey Kore’nin füzelerine karşı Alaska’ya yerleştirdi, bir diğer ise Pasifik’te hareket halinde bulunuyor. Ayrıca İsrail’e de bu radar sisteminden yerleştirilmiş durumda. Füze rampalarının önce Romanya’ya, ardından da Polonya’ya kurulmasıyla, füze kalkanı projesi 2018’e kadar bütün Avrupa’yı kapsayacak şekilde faaliyete geçecek.
50 bin tonluk kalkan Değeri: 900 milyon dolar Ekip: 75-85 kişi Menzil: 2000-5000 km. Ağırlık: 50 bin ton (Vatan gazetesi )
2- Alaboyun: İsrail füzesi Kürecik'ten izlenmedi/ 13.02.2012 -
NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanı ve Ak Parti Aksaray Milletvekili Ali Rıza Alaboyun, İsrail'e ait savaş uçağından atılan füzenin Kürecik'teki NATO radarı tarafından izlendiği ve bu yolla radarın İsrail'in güvenliği açısından test edildiği iddialarının asılsız olduğunu belirtti.
Alaboyun, dün yaptığı yazılı açıklamada, İsrail'e ait "Debka" isimli bir internet sitesinde, Malatya'nın Akçadağ ilçesi Kürecik bölgesinde kurulması kararlaştırılan NATO Füze Savunma Sistemi'ne ilişkin asılsız haberler yayımlandığını ifade etti. Alaboyun, söz konusu sitede yer alan, İsrail'e ait F-15 savaş uçağından atılan füzenin, ateşlendiği andan yere düştüğü ana kadar, hem Kürecik'teki hem de İsrail'deki radarlar tarafından ortak olarak izlendiği iddiasının gerçeği yansıtmadığını kaydetti. Alaboyun, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: "İsrail'deki benzer radar 2010'da kurulmuştur. Muhtemelen bu radarın testi ile ilgili bir habere Kürecik ortak edilerek, Türk-İsrail ilişkilerine yönelik kamuoyunu yanıltıcı bir haber üretilmiştir. Faaliyete geçmemiş bir radarın bir füzeyi takip etmesi mümkün değildir. Kürecik'teki radar, NATO'nun doğu sınırlarını izlemekle görevli olacaktır. Haberde adı geçen bölge Akdeniz olup, Kürecik'in görev alanında değildir.
İsrail istedi, biz reddettik
Aynı sitede İsrail'in, Akdeniz'de faaliyet gösteren Active Endeavour operasyonuna bir gemi ile katılmak istediği, Türkiye'nin itirazına rağmen NATO'nun bu gemiyi adı geçen operasyona kabul edeceğine ilişkin haberler yayımlanmaktadır. İsrail'in bu talebi, 2010'da yapılmış ve değerlendirilme sürecinde Mavi Marmara olaylarının gerçekleşmesi ile Türkiye'nin engellemesi üzerine gündemden düşmüş bir konudur. Böyle bir konu ya da talep söz konusu değildir. Ayrıca, NATO'da kararlar, 28 üye ülkenin oy birliği ile alınmaktadır. Üyelerden birinin muhalefetine rağmen çoğunluk ile karar alınamamaktadır. Asılsız haberlerin yayımlandığı Debka isimli sitenin orijininin ne olduğu bilinmemekle birlikte, son zamanlarda yaşanan Türkiye ile İsrail arasındaki sorunlara NATO'nun da dahil edilmeye çalışıldığı ve Türk dış politikasının özellikle Ortadoğu ülkelerinde gözden düşürme amaçlı, yanlış bilgilendirmeye yönelik haberler olarak yansıtıldığı düşünülmektedir."
http://www.milliyet.com.tr/alaboyun-israil-fuzesi-kurecik-ten-izlenmedi/siyaset/siyasetdetay/13.02.2012/1501778/default.htm
3- NATO'nun Kalkanı Düştü/ 22 Nisan 2012
Raporlar, NATO füze kalkanı sisteminin saldırıları tespit edemeyeceğini ortaya koydu. NATO'nun son yıllarda hayata geçirdiği en büyük proje olan ve radarı, Türkiye'de bulunan füze kalkanı sistemi hakkındaki iki ayrı rapor, şoke ediyor.
NATO'NUN FÜZE KALKANI FÜZE İLE ÇÖPÜ AYIRAMIYOR
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Savunma Bakanlığı ve Kongre müfettişlerinin hazırladığı raporlara göre proje, ciddi maliyet sorunları ve kritik teknolojik sorunlar yaşıyor. Associated Press haber ajansının incelediği raporlarda füze önleme uçaklarının üretiminde aksaklıklar yaşandığı, sistemdeki radarların yetersiz olduğu ve sensörlerin, savaş başlıklarıyla diğer objeler arasındaki farkı bile ayırt edemediği belirtiliyor.
MALATYA'DAKİ MENZİLİ DE KISAYMIŞ
ABD Savunma Bakanlığı ve Kongre'nin raporları, NATO füze kalkanı sisteminin, Avrupa'yı, doğudan gelecek saldırılara karşı koruyamayacağını ortaya koydu. Raporda sistemin, Malatya'daki radarının da menzilinin kısa kaldığı belirtiliyor
TEST ETMEDEN YERLEŞTİRDİLER
Savunma Bakanlığı'na danışmanlık yapan Savunma Bilim Kurulu'nun raporunda ayrıntıları verilen eksiklikler şöyle:
- Gemilere yerleştirilen Aegis radarlarının menzili gemideki füze önleyicilerin hedefleri vurabilmesi için yeterli zaman sağlayamayacak kadar kısa. Bu da kalkanın Avrupa'yı bir saldırı karşısında koruyamayacağı anlamına geliyor.
- Malatya'da bulunan radarın menzilinin de Avrupa'yı hedef alan bir füzeyi fark edebilmesi, izleyebilmesi ve zamanında uyarı verebilmesi için çok daha geniş olması gerekiyor. Raporda radarın menzilinin nasıl genişletileceğinin bilinmediği belirtiliyor.
- Sistemin sensörleri savaş başlığı ile parçalanmış bir roket gibi herhangi başka objeyi ayırt edemiyor. Raporda "Eğer sistem sınırlı sayıdaki füze önleyicisini çöplere ya da sahte hedeflere harcarsa sonuçlar dramatik ve felaket olur" deniliyor.
Kongre bünyesindeki tarafsız Hükümet Hesap Verebilirlik Dairesi ise Savunma Bakanlığı'na, uyarı niteliğindeki raporunda füze kalkanı sisteminde yer alan teknolojilerin test edilmeden uygulamaya konulduğunu; performans düşüklüğü, beklenmeyen maliyet artışı, faaliyet göstermede problemler gibi sorunların kapıda olduğunu belirtiyor.
Rapora göre ABD Başkanı Barack Obama'nın, kalkanın ikinci aşamasına 2015'e kadar geçilmesi konusundaki ısrarı nedeniyle Savunma Bakanlığı, çalışıp çalışmayacağı test edilmemiş olmasına rağmen onlarca füze önleyici sipariş etti. Raporda Romanya'ya da radarın test edilmeden yerleştirilmesinin planlandığı belirtiliyor. Radarın Romanya'nın cep telefonu, televizyon ve radyo yayınını engelleyebileceği uyarısında bulunuluyor.
Pentagon'un eski silah deneme uzmanı olan ve kısa süre öncesine kadar Obama'nın bilim danışmanlığını yapan Philip Coyle, raporda belirtilen sorunların kapsamlı ve maliyetli değişiklikler gerektireceğini söyledi.
"9 YILDA DÜZELTECEĞİZ"
Obama yönetimi ise sürecin planlandığı gibi gittiğini savunuyor. ABD Füze Savunma Dairesi Sözcüsü Rick Lehner, raporlardaki bulguları redderken radarların füzeleri tespit edebilecek kadar güçlü olduğunu söyledi. Lehner, ABD'nin önümüzdeki dokuz yılda bir dizi uyduyla radarın tespit kapasitesini artıracağını belirtti. Savaş başlıklarının tespiti sorunuyla ilgili olarak da Lehner, bu cisimlerin tespitinin zor olduğunu ancak eldeki teknolojinin 'şeytani ülkeler'den gelen tehdidi durdurmaya yeterli olduğunu ve geliştiğini söyledi.
180 MİLYAR DOLAR
NATO füze kalkanı projesinde ABD'nin sistemi kullanılıyor. Ulusal sistemleri birbirine bağlayacak komuta-kontrol ağının kurulması için 28 üye ülkenin her biri yaklaşık 200 milyon euro ödeyecek. Radar ve füze sistemi ile füzelerinin maliyeti buna dahil değil. Uzmanlar, sisteminin toplamda 180 milyar dolara mal olabileceğini söylüyor.
http://www.haberler.com/nato-nun-kalkani-dustu-3559121-haberi/
Fotoğraflar ve İlgili Detaylar için:
I- http://www.aa.com.tr/tr/g-20-liderler-zirvesi-basladi.html
II- http://www.aa.com.tr/tr/nihai-bir-karar-yok.html
III- http://www.haber7.com/haber/20101112/Davutoglu-Erdogan-BOP-Es-Baskani-olmadi.php