"Sade ve öz geribildirim cümlesi şu: Salih Bozok günah çıkarıyor ve Livaneli bu günah çıkarma merasimini filmleştiriyor."
"‘Bir Livaneli filmi’ geçmişi olmayan, samandan alev olarak kalmış afişlerde…"
Web sayfası filme çok büyük bir amaç biçmiş: “Veda’nın amacı, Atatürk’ü sadece Türkiye’ye anlatmak değil, aynı zamanda tüm dünyada Atatürk’ün tanınmasını sağlamak.” Ama gerçekleşen ve çoğu ilköğretim okulu öğrencisinin zihninde tortu olarak kalan şu: ‘Fikriye’ye çok haksızlık yapıldı, Latife Hanım kötü, geçimsiz kadın ve Atatürk'ün arkadaşı çok kötü intihar etti.’ Yani, biçilen kumaş dikilememiş, sinematografik unsurlar öksüz ve yetim kalmış; ‘Bir Livaneli filmi’ geçmişi olmayan, samandan alev olarak kalmış afişlerde…
Livaneli, Mutluluk romanında yaptığı gibi mutlu olmak için bir film çekmiş. Şımarık ve beceriksiz çocuklar için alınan çok pahalı oyuncakların çok lüks materyallerle dolu oyun bahçesinde sergilenmesini andıran masalsı bir serüven istemiş Livaneli, filmin oluşum öyküsü aynen böyle. Filmin özel tasarım web sayfası, bu şımarık masalsılığı büyük bir görgüsüzlükle süslediğinin farkında değil:
“Senaryosunu Zülfü Livaneli’nin yazdığı ve yönettiği filmin görüntü yönetmenliğini Peter Steguer yaptı. Müzikler yine Zülfü Livaneli’ye ait. Çekimlerine 27 Ekim’de başlanan filmin senaryo çalışması 3 yıl sürdü ve çekimler 7 haftada tamamlandı. İtalya’dan ekipleriyle gelen Aldo Signoretti ve Vittorio Sodano saç ve makyajı yaptı. Veda için Türkiye’ye 1200 kg makyaj malzemesi geldi. Bu proje için 150 adet gerçek saçtan peruk yapıldı. Makyaj ve saç ekibi için 2 mobil kuaför ve makyaj salonu ve 1 adet makyaj laboratuarı özel olarak tasarlandı ve üretildi. Tamamı yerli sermaye ile hazırlanan projede, 13 kişilik İtalyan ve Alman teknik ekip görev aldı."
"Türkiye’de ilk defa bir prodüksiyon için 12000 parça kostüm ve aksesuar Baran Uğurlu tarafından hazırlandı. Kostümler en ufak ayrıntısına kadar gerçeği yansıtabilsin diye dönemine uygun olarak eskitildi, renklendirildi, işlendi. Devamlı çalışan 29 araç, 98 kişilik ekip ve 2000 kişilik figurasyonla Türkiye’nin en kalabalık prodüksiyonu gerçekleştirildi. “Veda” çekimleri, Ayvalık, İzmir ve Antalya’da gerçekleşti. Savaş sahneleri doğal plato olan Seferihisar’da çekildi. Uşakizade Köşkü gibi gerçek mekânların yanı sıra Atatürk’ün arabası ve vagonu da çekimlerde Ölüme meydan okuyan bir kuşağın hikâyesi.”
Ölüme meydan okuyan kuşağın hikâyesi yok film de. Atatürk’ü anlatan bir hikâye de yok. Yaveri Salih Bozok’un çok sevdiğini söylediği, uğruna intihar etmeyi göze aldığı, kendisine çok güvenen arkadaşını üç kez hayal kırıklığına uğratışının hikâyesi anlatılıyor sadece. Üç ihanetinden bahsediyor Salih Bozok; İlkinde çocukken, ikincisinde Selanik boşaltılırken kendisine emanet edilen Zübeyde Hanımla kızı Makbule’yi sahipsiz bırakışı, üçüncüsünde Zübeyde Hanım’ın Latife Hanım’la evliliği onaylamadığına dair vasiyetini Atatürk’ten saklaması.
İlginç olan bu üç büyük ihanete rağmen dostluğun sürmesi. Ve bir de Atatürk’ün özel hayatına karşı büyük bir saldırı var; ulusalcı kalemler, ‘Filmin ağırlığı, iddia edilenin aksine savaşa değil, özel hayata kaymış’ dediğine göre Atatürk’ü koruma kanunu bu filme karşı hükümsüz kalmış.
Sade ve öz geribildirim cümlesi şu: Salih Bozok günah çıkarıyor ve Livaneli bu günah çıkarma merasimini filmleştiriyor.
Filmi izleyen bir Türkiyeli, filmdeki çarpıtmaları izlerken resmi tarih yalanlarının halen nasıl sürdürülebildiğine şaşırıp kalıyor. Bir Dünyalının bunu bir film olarak algılaması ise imkânsız. Sadece ilköğretim çocuklarının film diye izleyebileceği filmi de öğretmenleriyle beraber çoğunlukla çocuklar izlemiş. Onların çıkardığı sonuç diğer web sayfalarından izlediğim yorumlara göre, filmin girişte anlatılan amacıyla ilgisiz, ancak gerçek amacıyla tam ilgili: "Fikriye’ ye çok haksızlık yapıldı, Latife Hanım kötü, geçimsiz kadın ve Atatürk'ün arkadaşı çok kötü intihar etti.” Çocuklar Fikriye ile samimi olup, Latife hanım’a düşman kesilmişler. Çocuklardan bir şey saklanmıyor görüldüğü gibi, çocuktan alıyoruz haberi.
Filmin kurgusunda ilginç ve komik sentetik/ mitolojik bir son tasarlanmış, görüntü yönetmeni Peter Steguer’in işini profesyonelce yaptığı dikkate alınırsa, yönetmenin Selanik-İstanbul yollarında birkaç kişinin orasına burasına yağan suyun neden yağmura benzemediğini sormak gerekir Livaneli’ye. Libya’da falcı kadının yanında olmadığı halde bakılan falı oradaymış gibi anlatan Salih Bozok, yine orada olmadığı halde Fikriye’nin vurulma olayını bir intihar olarak anlatır. Yalanlar anaforudur filmin senaryosu.
Fikriye Hanım’ın faytondan sarkmış ölüsü, gerçekle ilişkisizdir, doktor raporları Fikriye Hanım’ın sırtından vurulduğunu ve yaralı kaldırıldığı Memleket hastanesinde öldüğünü anlatmaktadır. Görgü tanıkları Fikriye Hanım’ın hastanede ‘beni vurdular’ diye haykırdığından bahsetmektedirler.
“Latife Hanım’ın Kağıtları” adlı kitabın yazarı Fatih Bayhan, “Fikriye Hanım” adlı yeni kitabında Fikriye Hanımın Yüzbaşı Rusuhi bey tarafından vurulduğunu söylüyor. Yazar Bayhan, vurulmanın ardından hemen ölmeyen Fikriye Hanım’ın, bir süre Memleket Hastanesi’nde (bugünkü Numune Hastanesi) tedavi gördüğünü ve Atatürk’ün Fikriye Hanım’ın kurtarılması için doktorlara talimat verdiğini de vurguluyor.
Fikriye Hanım’ın doktorların çabasına karşın kurtarılamayarak, 21 Mayıs 1924 tarihinde öldüğünü belirten Bayhan, “Ancak Ali Enver Bey, kız kardeşi Fikriye Hanım’ın cesedini görmek isteyince kendisine defnedildiği söylenmiş” diyor. Bayhan, Fikriye Hanım’ın yeğeni Özdinçer’in, anlatımına göre, Fikriye Hanım’ın abisi Ali Enver, işin peşini bırakmıyor: “Babamı İstanbul dan alıp Ankara ya götürerek Mahkemeye çıkarıyorlar Atatürk ün emriyle, Halamın giydiği iç çamaşırları ve bir tabanca var. Ama babamın Mahkemede gördüğü tabanca o tabanca değil. O küçük bir tabanca iki kurşunluk. Babamın gördüğü ise 9 mm büyük tabanca. İç fanilasına baktığında kurşun deliğinin sol arka tarafta olduğunu görüyor. Kan izi de yok. Hâkime Cesedi görmek isterim. Kabri nerede? Deyince Hâkim,´´ O hususlar sizce araştırılmamalı, ileride adınıza hayırlı neticeler doğmayabilir. Başını sağ olsun” diyor. Gazi, aylar sonra Ali Enver’e haber göndererek, ‘Suçlular cezasını çekti, içiniz rahat olsun’ diyor. “ Bunu bizzat babamdan dinledim” iddiasına da yer veriyor.
Enver Bey kardeşinin ameliyata alındığı gün hastanede kalan Hüseyin adlı bir çobanı bulur. Çoban Enver Bey’e, ‘O gece bir avrat getirdiler, sabaha kadar, ‘Alçaklar katiller vurdular beni’ diye bağırdı’ der. Adını açıklamayan görevli de Enver Bey’e, ‘Kurşun kardeşinizin sırtındaydı’ der.
Livaneli’nin bir döneme ışık tuttuğunu iddia ettiği film birçok yalanı birbirine ekleyerek yeni bir şey yapmış gibi gerçek dışı anlatımları Latife Hanım’a da yöneltiyor. İpek Çalışlar, içeriği sebebiyle mahkemelerde yargılandığı ve beraat ettiği ‘Latife Hanım’ adlı kitabında, Atatürk’ün sofra arkadaşları tarafından Latife Hanım’ın yuvasının dağıldığından bahsetmektedir. Latife Hanım 1976 yılındaki ölümüne kadar da aynı grubun etkisi ile yalnız bırakılmış ve yoksulluk içerisinde ölmüştür.
İşin ilginç ve polisiye boyutları da var. Mustafa Kemal Atatürk ile Latife Hanım’ın boşanma sürecinde birbirlerine yazdıkları 7 mektubun 9 Kasım 2008’de müzayedede satışı sunulduğunun tespitinden sonra Latife Hanım'ın yeğeni Gülten Ayşe Açıkalın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvuruyor.
Gülten Ayşe Açıkalın, mektupları satışa veren Sinan Erdemli, müzayede sahipleri Antik A.Ş.’nin yetkilileri Turgay Artam ve Erdoğan Aldoğan hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Ayşe Açıkalın, şikâyet dilekçesinde, bu mektupların İstanbul 13’üncü Sulh Hukuk Mahkemesi’nin kararı gereğince 28 Ocak 1980’de Türk Tarih Kurumu temsilcisi ve üyesi Ord. Prof. Dr. Reşat Kaynar’a teslim edildiğini söylüyor. Gülten Ayşe Açıkalın, Latife Hanım'ın öz teyzesi olduğunu belirterek, “Teyzem olan Latife Hanım Ankara'da vefat ettiği zaman söz konusu mektupları Türk Tarih Kurumu'na teslim ettik. Ancak bu mektuplar yıllar sonra Hulusi Turgay Artan ve Erdoğan Aldoğan müzayedesinde ortaya çıktılar. Bu mektupların nasıl oldu da bu müzayedeye geldiğini merak ediyorum.” diyor.
Birer belge olmaları dolayısıyla TTK tarafından neden açıklanmadığı da merak konusu olan bu mektuplar olmadan, Livaneli’nin biyografik belgesel çektiği açıkça anlaşıldığı halde, saptırdığı tarihi gerçekler karşısında’ bu belgesel değil’ diyerek bizzat itiraf ettiği gibi çektiği filmin gerçeklerle ilgisi yok.
Atatürk’ün iki kadını hakkında da safsatalarla dolu bir senaryo hazırlamış Livaneli. Ama o farkında değil; şımarık bir çocuk edasıyla da şöyle kıvanç üretiyor kendisine: “Hayatımın en büyük görevi olarak gördüğüm Atatürk konulu Veda filmini yaptım. Artık ölsem de gam yemem.” Livaneli gam yemeyecek belli, ama sinema filmi çekemeyecek kadar yetersiz olduğu gerçeğini ‘afiyetle’ yemeli.
NTV Tarih’te Ahmet Kuyaş, Necdet Sakaoğlu ve Derya Tulga’nın filmde tespit ettikleri maddi hatalar, ‘Tarihi gerçeklere Veda’ başlığıyla yayımlandı. Yazıya göre, dindar bir kadın olan Zübeyde Hanım’ın sokaklarda başı açık dolaşması mümkün değil. Benzer bir şey Fikriye Hanım’ın örtüsü için de söz konusu ediliyor ve şöyle deniliyor: “Mustafa Kemal’in, bekâr arkadaşlarıyla birlikte evde yiyeceği yemekte Fikriye Hanım’dan örtüsünü çıkarmasını istemesi ve sonra rakı sofrasına davet edip karşılıklı rakı içmeleri, senaristin özgürlüğüne bağlanabilir; ama o devirde böyle bir olay mümkün görünmüyor.”
Ham, roman teknikleriyle yakından uzaktan ilgisiz kitabı ‘Mutluluk’ ile kendisini tatmin eden, sazıyla gelen popülaritesini her alanda sanatçı olmak gibi büyük bir kompleksle tüketen Livaneli için ‘Veda’ filmi aslında değerlendirilmesi gerekmeyen bir film. Fakat, bazen gerekmeyen şeylerin de değerlendirilmesi bir zorunluluk hâline geliyor. Film, filmografik değerlerden yoksun olarak piyasada yer bulmaya devam ettiği sürece Türk sineması için benzer saçmalıklara yol açılacağı endişesi var.
Filmi izlemeyip de merak edenler, sırf merak ettikleri için bu filmi izlemeliler. Bu kadar masrafın sadece ve sadece şımarıklık için yapıldığını göreceklerdir. Kendisini aydın diye tanıtan, parti genel başkanı olmak gibi büyük bir hedef için yıllarca siyasi mücadele veren bir pir-î fânî’nin yalanlarla beslenme gereği duymasını acı bir tebessümle izleyeceklerdir.
Eklemek de fayda var; filmin en iyi oyuncuları; 6,7 yaşındaki Mustafa’yı canlandıran Fikret Kağan Olcay ile Latife Hanım rolündeki Ezgi Mola. Kamera, ışık, görüntü profesyonel ellerden çıktığı için çok fazla eleştiri alacak gibi değil. Ama oyuncular yönetmenin büyük becerisi ile bir filmde oynadıklarını unutmuş görünüyorlar.
Faruk Tamer, 23.05.2010, Görsel Eleştiri - Visual Critique XIV
Faruk Tamer Yazıları
Filmi İzlemek İçin:
http://www.youtube.com/watch?v=5EG9CZ1j-Ok
Film ile ilgili teknik bilgiler:
Yazan & Yöneten: Zülfü Livaneli
Yapım: Kamera Film
Uygulayıcı Yapımcı: Sevda Kaygısız
Yapımcı: Tibet Kaan Demirtaş, Özkan İpek
Görüntü Yönetmeni: Peter Steguer
Yardımcı Yönetmen: Yağız Akaydın
Yardımcı Yönetmen-Işık Şefi: Engin Altıntaş
Editör: Ulaş Cihan Şimşek
Müzik: Zülfü Livaneli
Sanat Yönetmeni: Hakan Yarkın
Kostüm Tasarım: Baran Uğurlu
Makyaj: Vittorio Sodano
Saç: Aldo Signoret
Ses: Levent İntepe
Key-Art & Web: Emrah Yücel – Iconisus
Oyuncular: ATATÜRK 17-44 — Sinan Tuzcu, SALİH BOZOK 30-57 — Serhat Mustafa Kılıç, ZÜBEYDE HANIM — Dolunay Soysert, LATİFE HANIM— Ezgi Mola, FİKRİYE — Özge Özpirinçci, ATATÜRK 57 — Burhan Güven, ATATÜRK 6-7 — Fikret Kağan Olcay, ATATÜRK 10-13 — Bartunç Akbaba, NURİ CONKER — Kaya Akkaya, CEVVAT ABBAS — Erk Bilgiç, MUZAFFER BOZOK — Ayhan Aktaş, MAKBULE — Melahat Abbasova, LİSE MÜDÜRÜ — Kenan Bal, DOKTOR 1 — Prof. Demir Budak, DOKTOR 2 — Necati Utkan, DOKTOR 3 — Altuğ Dilmaç, ALİ FUAT CEBESOY — Bahtiyar Engin, ALİ METİN ÇAVUŞ — Efe Deprem, ALİ RIZA EFENDİ — Sinan Tuzcu, CEMAL EFENDİ — Özer Tunca, SALİH BOZOK (13-15) — Alican Kılıç, SALİH BOZOK (6-7) — Burç Zenbil, KAZIM KARABEKİR — Sunay Akın , FESLİ ADAM — Halil İbrahim Kalaycıoğlu, HASAN RIZA — Yaşar Üzer, HOCA EFENDİ — Aydan Çakır, HÜSEYİN AĞA — Atilla Karagöz, MUZAFFER KILIÇ — Alican Yarka, RAGIP EFENDİ — Ünal Ersözü, RÜSUHİ BEY — İlker Kurt, İSMET İNÖNÜ — Tolga Yeter, KANUNİ — Halil Karaduman,KARAGÖZ OYNATICISI — Emin Şenyer, KILIÇ ALİ — Barış Özkan, MAZHAR MÜFİT — Tekin Temel, MUZAFFER’İN ABLASI — Başak Zebil, PAKİZE BOZOK — Neslihan Yeldan, ALİ FETHİ OKYAR — Kemal Pala, FUAT BULCA — İlker Gülümser, SELANİK ŞARKICI — Elçin Bulut, ZEYBEKÇİ 1 — Deniz Zaim, FALCI — Şenay Aydın, MAKBULE (13) — Çağla Koç, MERCEDES ŞÖFÖR — Berat Berberoğlu, İSMAİL HAKKI TEKÇE — Mehmet Erbil, ZÜBEYDE’NİN KOMŞUSU — Sara Merih Ertaş
Filmin Orjinal Adı: Veda
Yapım Ülkesi: Türkiye
Yapım Yılı: 2010