20 Temmuz 2014 Pazar

SA786/KY16-EŞ1: Gazze'de Çocuk Olmak

“Ben binlerce Saraybosnalı savaş çocuklarından biriydim. Bugün benden Gazze’de binlercesi var.”


Savaşta çocuk olmak aklın alamayacağı bir güç demekti. O yaşta bile birkaç bidon taşıyabilmek, bidon dolusu kızağı çekmek, büyük bir hızla koşmak, kurşunlara yakalanmamak ve sık sık aç olmak, yıllar boyunca verilen aynı yemeğe hayır dememekti çocuk olmak.

Savaşta çocuk olmak okul defterlerine mümkün olduğu kadar küçük harflerle yazmak ki daha uzun kullanabilmek, demekti.

Savaşta çocuk olmak aslında yeni başlayan çocukluğu bitirmekti.

Oyuncaklarımızı değiştirdik. Kimin daha güzel bebeği veya arabası var düşüncelerinin yerini kim daha çok bombalar hakkında bilgiye sahiptir, kim daha iyi bombaları ayırt edebiliyor düşünceleri aldı. Mermi kovanlarının arkasında renkler olurdu bazen, renkleri sayıp kim daha çok renge sahiptir diye yarışırdık. Savaş çocuğu olmaya zorlandık ama, yine de beklemedikleri şekilde iyi göğüs gerdik.

Çocuksan savaşta bile canın tatlı bir şeyler çeker. Bilirdim tatlı bir şeyin olmadığını, bazen sadece şansımı denerdim. Anneye ‘tatlı bir şey var mı’ diye sorardım. Bir dilim ekmeğin üstüne azcık şeker döküp ve de şekerin dağılmaması için biraz üstüne su döküp verirdi. Onu öyle bir keyifle yerdim ki hiçbir şeyle değiştirmezdim. Savaş çocuğu olmak, bir dilim ekmeğe ve şekere günlerce şükür etmeyi bilmekti.

Meyvelerden pek bir şey bilmezdim. Nasıl ki gerçek süt ve yumurtadan haberim yoktu, çoğu meyve ve sebzeden de öyle. Bazen bir yerlerde bir iki erik birileri bulup getirirdi. Çoğu zaman tam yetişmemiş olurdu, yerdim sonra da midem bozulurdu. Gül yaprağından da annem meyve suyu hazırlardı, onu içerdim.

Savaş çocuğu olmak UNPROFOR askerlerinin eline bakmak demektir.

Şehirde görev yapan BM’ye bağlı UNPROFOR askerleri bazen biz çocuklara bir şeyler atarlardı. Biz de dört gözle o anları beklerdik. Bazen çikolata, bazen şeker veya bir iki meyve atarlardı. Bazen de sadece yanımızdan geçiyorlardı, biz de öyle arkalarından bakıp kalıyorduk. Ama olur da bir portakal veya küçük bir çikolata atarlarsa değmeyin keyfimize. O bir portakalı yahut çikolatayı dört beş parçaya, hatta gerekiyorsa daha faza parçaya da bölerdik. Bir dilim portakal bile yesek yeterdi. Aramızda portakalı soymadan yemeğe çalışanlarımız da vardı. Eh işte görmemişin portakalı olmuş misali.

BM askerlerinin mavi kaskları olduğu için onlara hep ‘plavi şlyemovi’ yani mavi kasklar derdik. ‘’Aaa mavi kasklar geliyoooor’’ diye çocuk sesi duyduğunuzda o bir umut sesiydi. Bütün askerler sesimizi duymuyordu, aralarında insan olanlar çıkardı, onlar kayıtsız kalmıyordu sesimize. İngilizce bilmezdik ama ‘pliiiz’ diye öğrenmiştik. Askerlere de öyle seslenirdik. Kim hangi ülkeden bakmazdık hepsine ‘pliiiz’ derdik.

Savaşta çocuk olmak dağda olan keskin nişancılarla ‘’saklambaç’’ oynamaktı. Fakat o oyunda sadece bir şansınız oluyordu. Okula kadar, yardım almaya giderken, su ekmek kuyruğuna yetişirken, baba abi yolunu gözlerken, her adımda sadece bir şansınız oluyordu. Koşmakta ve saklanmakta öyle bir usta olmaktır ki savaş çocuğu, dünyada eşi benzeri yoktur.

Yolunu gözlediğin ve bir gün kapıdan giren yaralı abinin kucağına atlayarak, boynundan akan kanına küçücük parmaklarınla iz bırakmaktır savaş çocuğu olmak.

Ve daha daha neler...

Ben binlerce Saraybosnalı savaş çocuklarından biriydim.

Bugün benden Gazze’de binlercesi var.

Bombalar düşmeye başladığında bir köşeye saklanan ve korkudan titreyen o her bir Gazzeli çocuğu derinden hissetmek ama hiç bir şey yapamamak, dünyada duyduğum en büyük çaresizliğimdir.

İşte...

Sözde dünya Bosna Hersek savaşından ders almıştı ama bugün maalesef Gazze’de de çocuk olmak böyle bir şey.

Gazze’de, Suriye’de ve zorluk içinde büyüyen tüm çocuklara...




Emine Şeçeroviç Kaşlı, 20.07.2014, Konuk Yazar, İlk yayın



Seçkin Deniz Twitter Akışı