25 Temmuz 2014 Cuma

SA794/KY9-NK22: Radyoterapiyi Bırakmak İstiyorum!

“Dayanamıyorum bu acıya, lütfen Bahadır Abi’yi arayıp sorar mısın; radyoterapiyi bırakırsam ne olur?”


Radyoterapiye başladım, ama hâlâ kendime o soruyu soruyordum: ne için kanser oldum? Şu anda bu hastanede bulunmam ne içindi? Ne yapmam gerekiyordu? Radyoterapiye girip kaçarcasına hastaneden uzaklaşanları kesinlikle anlıyorum, ama ben bir şeyler yapmam gerektiğini hissediyordum.

Bunun için Pediatrik Onkoloji servisindeki çocuklara katkı verebileceğimi düşünerek oraya gittim. Güler yüzlü ve şefkat dolu başhemşire Menekşe Hanım’la tanıştım. Ona kanser tedavisi gören çocuklara nasıl katkı verebileceğimi sordum. Maddi ya da manevi ihtiyacı olan o kadar çok hasta vardı ki, hangi çocuğa neler yapılabileceği konusunda teferruatlı bilgi verdi. Hemen harekete geçtim ve dostlarım yine beni yalnız bırakmadılar. Benim hiçbir şey yaptığım yoktu aslında, dostlarım oyuncak, kitap ve para veriyor ben de onları Menekşe Hemşire vasıtasıyla çocuklara iletiyordum. Bu postacılık işi bile kendimi iyi hissetmeme sebep olmuştu. Hepsine tek tek minnettarım.

Radyoterapiden çıktıktan sonra da Hacettepe’ye çok yakın olan Taceddin Dergâhına gidip merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun kabrini ziyaret edip dua ediyordum. Hastaneden çıktıktan sonra yapılan kabir ziyaretinin çok moral bozucu olduğunu düşünebilirsiniz, ama öyle değil inanın. Aklımın yettiğince tefekkür edebilmem için önemli bir yerdi orası benim için. Ve ayrıca Muhsin Yazıcıoğlu özellikle 28 Şubat döneminde herkesin kıvırdığı bir dönemde dimdik duruşundan dolayı kalbimi kazanmıştı, ona olan borcumu da biraz da olsa ödemiş oluyordum bu ziyaretlerimle…

Başka Hastalar

Her sabah Hacettepe’nin yokuşunu tırmandıktan sonra Radyasyon Onkolojisi bölümüne inmek tam bir ıstıraptı aslında. Bana morgu hatırlatan bodrum katına in, neredeyse hepsinin suratı asık, rengi kaçmış diğer hastalarla sıra bekle vs. zor geliyordu işte…

Birkaç hasta ile sohbet etmeyi denedim, hemen kemoterapi görüp görmediğimi sordular, görmediğimi söyleyince hafiften bozulur gibi oluyorlardı. Daha sonraları temkinli davranarak bu soruyu geçiştirmeyi öğrendim. Bense daha çok onların hikâyelerini dinlemek istiyordum, nasıl kanser olmuşlardı? Neler hissetmişlerdi öğrendiklerinde? Onlar da çevrelerinden kopmuşlar mıydı bir dönem? Şimdi ne hissediyorlardı? vs.

Ne yazık ki bu konuda çok başarılı olamadım, ya konuşmaktan kaçınıyor ya da çok kısa cevaplar veriyorlardı. Bütün bu kısa diyaloglardan anladığım tek şey vardı; herkes büyük bir dertten sonra kanser olmuştu. Hikâyenin özü buydu işte; dert. Kimisi yurttan evlatlık alıp büyüttüğü çocukları kendisine sırt döndüğü için, kimisi kocası onu aldattığı için kimisi de çocukları çalışmayı bırakmasını istedikten sonra eve kapandığı için. Bin türlü dert işte…

Bu arada seanslar benim için geçmek bilmiyordu. İlk radyoterapi seansında bekleyenlerden birisine kaçıncı gelişi olduğunu sormuştum “29” demişti. Ne kadar mutluydu kim bilir diye düşünmüştüm. Ben de acaba o güne gelebilecek miydim? Giderek yorgunluğum artıyordu. Başım sık sık dönüyor ve halsizleşiyordum.
Doktorlar işaretli ve bantlı bölgelerdeki çizgilerin çıkmaması için o bölgelere su değmemesi gerektiğini söylemişlerdi ama asla dinlemiyordum. Her gün düzenli olarak banyo yaptım. Aksi beni perişan edecekti yoksa.

Tam da o sıralarda İstanbul’dan bir haber geldi benim de ufak bir katkımın olduğu Kafkas İslam Ordusu Belgeseli’nin galası yapılacaktı. Projenin sorumlusu Süleyman Gündüz Ağabey arayıp gününü bildirdi.
Kafkas İslam Ordusu belgeseli fikri Hakan Albayarak’a aitti ve Hakan’da, Emira’da birlikte gidebileceğimizi söylediler. 26 Şubat’tı yanlış hatırlamıyorsam, Atila da destekleyince Ayşe, Fatma, Emira, Hakan’la beraber yola çıktık. Şimdi o günü hatırlayınca ne kadar da cesur davranmışım diye hayret ediyorum kendime.
Oldukça neşeli bir yolculuktan sonra ağabeyimlere geçtik. Yeğenlerimi görmek harika bir duyguydu. Figen güzel yemekler hazırlamıştı, hep birlikte yemek yedikten sonra galaya gitmek üzere çıktık, yağmurlu ve oldukça soğuk bir hava vardı.

TRT Stüdyolarına geldiğimizde Başbakan Tayyip Erdoğan da geleceği için sıkı güvenlik kontrolleri ile karşılaştık. O sırada bizden önce gelmiş olan sevgili kardeşim Gökhan beni görüp güvenlikçilere: “Arkadaş bizden yabancı değil” dedi. O an Gökhan’ı dövmek geldi içimden:))

Süleyman Ağabey yaptığı konuşmada herkesle birlikte nezaketle bana da teşekkür etti. Böyle bir projede yer almak hakikaten çok güzel bir duyguydu. O geceyi annemlerde geçirdik ve sabah da Ankara’ya devam ettik.
Hakan merhum Erbakan’ın cenazesine katılmak için İstanbul’da kaldı. Emira, kızlar ve ben birlikte yola çıktık. Nasıl bir kar, nasıl bir tipi anlatamam santim santim ilerliyoruz sanki… Her şeye rağmen Emira’nın usta kullanımı ile Ankara’ya sağ selamet dönebildik.

Radyoterapim devam ediyordu,, ama ara sıra “Limak Cihazı” arızalanıyor ve tedavi o gün güme gidiyordu. Bu çok zor bir durumda elbette, bir an önce bitmesini istedikçe sanki zaman öylece asılı kalıveriyordu…

Profesyonel bir ağrı çekici olarak o güne kadar tanış olmadığım türlü türlü ağrı ile de baş etmeye çalışıyordum. Göğsümün üzeri sanki koca bir alçı tabakası ile kaplanmıştı ve ağırlığı beni yere doğru eğilmeye zorluyordu. Ve anlatamayacağım bir şekilde ağrıyordu ameliyat bölgesi. Cildim iyice hassaslaştığı için bir yandan da acı hissediyordum, ama kendi yaptığım aynısefa merhemini kullanmaya devam ediyordum.
Hastanede radyoterapi için sıra bekleyen hanımlardan bazıları “Sizin de deriniz soyuldu mu?” diye soruyorlardı ben de nazar değemesin diye soruları geçiştiriyordum “Hassas bir iş, radyasyon alıyoruz olacak tabii” vs.

Bir şeyi daha hatırladım şimdi, Zekiye, Mücella ve ben yaklaşık aynı tarihlerde doğmuştuk ve doğum günümüzü birlikte kutlamaya karar vermiştik. Zekiye o gün beni radyoterapiden alacaktı.
Ben o soğuk ve rahatsız edici koridorda oturmuş bekliyordum. Camlı bölmede de diğer hastalar oturmuşlardı. Bana habire içeri geçip beklememi söylüyorlardı, ama ben soğuk koridorda beklemeyi yeğliyordum, çünkü koridordaki banklar metaldi, içerideki koltuklar ise kumaş; onlara oturursam kötü enerjinin hemen bedenimi kaplayacağına inanıyor, o yüzden de soğukta bekliyordum.

Sonra bir de baktım ki benim güzeller güzeli kardeşim koridorun öbür ucundan bütün güzelliği ve sempatikliği ile geliyor. O kadar sevinmiştim ki anlatamam. Zekiye radyoterapi boyunca beni bekleyen ilk ve tek arkadaşım olmuştu.

Daha sonra birlikte çıktık ve Mücella ile buluştuk. Mücella, Zekiye’yi ve beni yemeğe götürdü. Karşılıklı hediyeleştik ve sonra da daha yeni kaza geçirmiş olan Fevziye’lere gittik. Canım kardeşim tatil için yola çıkmışlar hava çok kötü olduğu için Polatlı yakınlarında arabaları takla atmıştı. Allah’a c.c şükürler olsun ki hiçbirine bir şey olmamıştı. Fevziye arabadan çıkar çıkmaz çocuklara bakmış, Zeynep’in gülerek “anne” dediğini duyduktan sonra da çok sevinmiş ve şoku atlatmaya çalışmıştı.

Her zamanki gibi dimdik ayaktaydı Fevziye, ona olan hayranlığım her gün biraz daha artıyordu. Kocası Mavi Marmara’da esir düştüğü zamanda aynı dik duruşu göstermişti. Çocuklarının gündelik hayatlarını kesintiye uğratmamış, sapasağlam beklemişti kocasını. Şimdi de aynı dik duruş vardı üzerinde. Gittiğimizde Fevziye’yi, Ebubekir’i ve kızları o evin içinde yine koştururken görmek harika bir duyguydu.

O gün güzeldi, ama Mücella beni eve bıraktıktan sonra kendimi berbat hissetmeye başladım. Başım dönüyor, midem bulanıyor ve her yerim ağrıyordu. Yine yanlış yapmıştım, radyoterapi devam ederken daha dikkatli olmam lazımdı ve ben olmamıştım. Yine bir korku sarmıştı içimi, ya daha kötü olursam…

Neyse ki birkaç gün içinde toparlanmıştım.

Radyoterapinin sonuna doğru geliyorduk; sanırım bir hafta gibi bir süre kalmıştı bitmesine. Bir gece göğsüm her zamankinden daha çok ağrımaya başladı. Ağrı her saniye artarak devam ediyordu. Elimi göğsüme koymuş için için ağlıyordum.

Atila ağrı kesici verdi, okudu ama ağrı ve sancı nefesimi kesiyordu. Fevziye’yi aradım hemen, “Dayanamıyorum bu acıya lütfen Bahadır Abi’yi arayıp sorar mısın; radyoterapiyi bırakırsam ne olur? diye”
Durmadan ağlıyordum. Bahadır Abi, bizim çok sevdiğimiz zor zamanlarda herkesin yardımına koşan doktor abimizdi. Fevziye biraz sonra aradı: “Tedaviyi yarım bırakması çok yanlış olur, Neşe sabredecek biz de işinin kolaylaşması için ona dua edeceğiz” demiş.

Dayanamıyordum. Ertesi gün doktora da söyledim çok acı ve ağrı hissettiğim için tedaviyi bırakacağımı söyledim. Doktor çok yanlış bir karar vermiş olduğumu, eğer kanser nüksederse o durumda doz ayarlamasını yapamayacaklarını söyledi. Hastalık ve sabretmekle ilgili bütün hadisleri tek tek okudum. Hepsi o kadar güzeldi ki utanıyordum şikâyet ettiğim için. Utanıp Allah’a c.c sığındım tekrar.

Ve Rabb’im de yine bana yardım etti…

Neşe Kutlutaş, 24.07.2014, Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 24.02.2012)




Seçkin Deniz Twitter Akışı