“Nasıl mümkün oldu? Dünya bu korkunç şeylerin olmasına nasıl oldu da izin verdi?”
“Tel el Hava bölgesinde çıkarttığım adamın alt tarafı kopmuştu, üst tarafı simsiyahtı. Vücudunda deri, kıl, saç yoktu. Yangın yoktu, nasıl bir bomba bu?”
Hızır el Helo, Gazzeli Ambulans Şoförü/ ‘İsrail Ambulansa Bile Ateş Açıyor’
Budapeşte’de
yetişmiş Yahudi bir genç, Nazi soykırımından kurtulmuş bir bebek olarak, bazen
beynimi döndürecek derecede bir güçle yankılanıp duran bir soru ile yıllarca
boğuşup durdum: “Nasıl mümkün oldu? Dünya bu korkunç şeylerin olmasına nasıl
oldu da izin verdi?”
Bu, bir
çocuğun safça sorusuydu. Şimdi daha iyi biliyorum: Bu bir gerçek. İster
Vietnam’da, ister Ruanda’da veya Suriye’de olsun insanlar bilerek veya
bilinçsiz ve umutsuz bir şekilde bu korkunç duruma destek oluyorlar. Bugün
Gazze’de hastanelerin bombalanmasını, ailelerin akşam yemeğinde katledilmesini,
sahilde top oynayan çocukların öldürülmesini meşru hale getirecek yollar
buluyoruz.
İsrail-Filistin
meselesinde güçlü olan taraf kendisini kurban gibi göstermeyi başarırken,
sakatlanan ve öldürülen diğer tarafı ise suçlu gibi gösteriyor. İsrail
Başbakanı Binyamin Netanyahu, Obama ve Harper gibilerince kışkırtılarak şöyle
diyor: “Onlar hayatı önemsemiyor ama biz önemsiyoruz.”
Netanyahu, masumları genci ve yaşlısıyla bir cerrah hassasiyeti ile katleden sen, günlük ihtiyaçlarından acımasızca yoksun bırakarak yıllardır Gazze’yi kuşatma altında tutan sen, Filistinlileri her geçen gün daha çok topraklarından, suyundan, ekininden, ağaçlarından mahrum bırakan sen mi hayatı önemsiyorsun?
Netanyahu, masumları genci ve yaşlısıyla bir cerrah hassasiyeti ile katleden sen, günlük ihtiyaçlarından acımasızca yoksun bırakarak yıllardır Gazze’yi kuşatma altında tutan sen, Filistinlileri her geçen gün daha çok topraklarından, suyundan, ekininden, ağaçlarından mahrum bırakan sen mi hayatı önemsiyorsun?
Gazze şu
bağlamın dışında anlaşılamamaktadır: Hamas roketleri ve sivillere karşı
gerçekleştirilen meşru görülemez terörist saldırıları. İçinde bulunduğumuz
yüzyıl ve daha önceki yüzyıllar boyunca devam eden en uzun süreli etnik
temizlik, Filistin ulusunu yok etme teşebbüsü bu bağlamda
gerçekleştirilmektedir.
Filistinliler
tünelleri mi kullanıyor? Benim kahramanlarım, Varşova Gettosu’nun çok az silaha
sahip savaşçıları da kullandı. Filistinliler İsrail’in tersine Apaçi
helikopterlerinden, uzaktan yönetilebilen İHA’lardan, bomba yüklü savaş
uçaklarından, lazer güdümlü ağır silahlardan mahrum. Sahip oldukları yetersiz
direniş gücüyle fırlattıkları niteliksiz roketler, masum İsraillilerin
korkmasına yol açsa da nadiren fiziksel bir zarara yol açıyor. Güç dengesindeki
devasa orantısızlığa bağlı olarak suçlanabilirlik anlamında da eşit değiller.
İsrail
barış istiyor mu? Belki fakat emektar İsrailli gazeteci Gideon Levy’nin işaret
etmiş olduğu gibi, istediği tam anlamıyla bir barış değil. İşgal ve sessizce ve
derinden gerçekleştirilen ilhak, insani olmayan abluka, zeytin ağaçlarının imha
edilmesi, binlerce insanın keyfi olarak hapse atılması, işkence, sivillere
günlük hayatta uygulanan aşağılama, evlerin yıkılması: Bu sayılanlar barışı
herhangi bir şekilde arzu eden politikalar ile uyumlu değildir. Gideon Levy,
gerçekleri söylemesinin karşılığında şimdi Tel Aviv’de bir koruma ile
dolaşıyor.
Gazze ve
Batı Şeria’yı ziyaret ettim. Çoluk çocuğuyla, genci yaşlısıyla hastane
yatağındaki yaralıları başında, mezarlıktaki ölüleri başında ağlaşan Filistinli
aileler gördüm. Bunlar hayatı önemsemeyen insanlar değildi. Bizler
gibiydiler-Kanadalılar, Yahudiler, herhangi birimiz gibi: Hayata, aileye, işe,
eğitime, yiyeceklere, barışa, eğlenceye önem veriyorlardı. Ve aynı zamanda
nefret de edebiliyorlar, kalplerinde intikam duygusu da barındırabiliyorlardı,
aynı bizim gibi.
Tarihi
ve günümüze ait, ileriye ve geriye dönük detaylar üzerinde tartışmak da
mümkündür. Önceleri genç bir Siyonist daha sonra ise “Jews for a Just Peace”
(Adil Barış isteyen Yahudiler) üyesi olarak benim de sıkça yapmış olduğum gibi.
Eğer
insanlar doğruları bilirlerse gerçeğe de açık olacaklardır diye düşünüyordum.
Bu da çok safça bir düşünceydi. Bu noktada esas etken duygulardı. Manevi
öğretmen Eckhart Tolle’nin işaret etmiş olduğu gibi Ortadoğu’daki karşılıklı
acı son derece güçlüdür, “toplumun önemli bir bölümü kendini suç ve cezanın
sonsuz döngüsü içinde hareket etmeye zorlanmış bir halde bulmaktadır.”
Peygamber
Yeremya’nın sözleriyle: “İnsanlar liderleri tarafından aldatılır, sonra bu
duruma sebep oldukları için şaşırıp kalırlar.” Adalet ve aklın sesine kulak
asılmaz. Netanyahu’nun kendine göre Harper ve Obamanın ise kendilerine göre
sebepleri vardır.
Peki, biz, sıradan insanlar ne yapacağız?
Kalplerimizi dinleyebilmemiz için dua ediyorum. Kalbim bana, “bir daha asla”
ifadesinin bir aşirete yönelik özel bir slogan olmadığını, atalarımın
Auschwitz’de öldürülmüş olmasının Filistinlileri evlerinden çıkarmak için bir
meşruiyet sağlamadığını çünkü adalet, gerçek, barış gibi değerlerin bir
aşiretin imtiyazında olmadığını söylüyor. İsrail’in prensipte tartışılmaz
“kendini savunma hakkı” argümanı kitlesel katliamı onaylanabilir yapmaz.
Birkaç
gün önce, Siyonist olduğum günlerden dostum, şimdi bir İsrail üniversitesinden
emekli bir profesör olan en sevdiğim arkadaşlarımdan birisiyle görüştüm. Her
gün TV ekranlarında gördüğümüz vahşet haricinde her şey hakkında konuştuk.
İkimiz de ortaya çıkabilecek kin duygusundan korkmuştuk.
Fakat
arkadaşıma şunları söylemek isterim; şu eski, güzel Yahudilerin kurtuluşu
rüyasının ne hale geldiğine bakıp birlikte üzülemez miyiz? Masumların ölümü
için beraber yas tutamaz mıyız? Bu günlerde üzgünüm. En azından beraber
kederlenemez miyiz?
Gabor
Maté, 22 Temmuz 2014
Tamer Güner, 25.07.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Çeviri
Orijnal Metin:
Beautiful
dream of Israel has become a nightmare
By:
Gabor Maté Published on Tue Jul 22 2014
As a
Jewish youngster growing up in Budapest, an infant survivor of the Nazi
genocide, I was for years haunted by a question resounding in my brain with
such force that sometimes my head would spin: “How was it possible? How could
the world have let such horrors happen?”
It was a
naïve question, that of a child. I know better now: such is reality. Whether in
Vietnam or Rwanda or Syria, humanity stands by either complicitly or
unconsciously or helplessly, as it always does. In Gaza today we find ways of
justifying the bombing of hospitals, the annihilation of families at dinner,
the killing of pre-adolescents playing soccer on a beach.
In
Israel-Palestine the powerful party has succeeded in painting itself as the victim,
while the ones being killed and maimed become the perpetrators. “They don’t
care about life,” Israeli Prime Minister Benjamin Netanyahu says, abetted by
the Obamas and Harpers of this world, “we do.” Netanyahu, you who with surgical
precision slaughter innocents, the young and the old, you who have cruelly
blockaded Gaza for years, starving it of necessities, you who deprive
Palestinians of more and more of their land, their water, their crops, their
trees — you care about life?
There is
no understanding Gaza out of context — Hamas rockets or unjustifiable terrorist
attacks on civilians — and that context is the longest ongoing ethnic cleansing
operation in the recent and present centuries, the ongoing attempt to destroy
Palestinian nationhood.
The Palestinians
use tunnels? So did my heroes, the poorly armed fighters of the Warsaw Ghetto.
Unlike Israel, Palestinians lack Apache helicopters, guided drones, jet
fighters with bombs, laser-guided artillery. Out of impotent defiance, they
fire inept rockets, causing terror for innocent Israelis but rarely physical
harm. With such a gross imbalance of power, there is no equivalence of
culpability.
Israel
wants peace? Perhaps, but as the veteran Israeli journalist Gideon Levy has
pointed out, it does not want a just peace. Occupation and creeping annexation,
an inhumane blockade, the destruction of olive groves, the arbitrary
imprisonment of thousands, torture, daily humiliation of civilians, house
demolitions: these are not policies compatible with any desire for a just
peace. In Tel Aviv Gideon Levy now moves around with a bodyguard, the price of
speaking the truth.
I have
visited Gaza and the West Bank. I saw multi-generational Palestinian families
weeping in hospitals around the bedsides of their wounded, at the graves of
their dead. These are not people who do not care about life. They are like us —
Canadians, Jews, like anyone: they celebrate life, family, work, education,
food, peace, joy. And they are capable of hatred, they can harbour vengeance in
the hearts, just like we can.
One
could debate details, historical and current, back and forth. Since my days as
a young Zionist and, later, as a member of Jews for a Just Peace, I have often
done so. I used to believe that if people knew the facts, they would open to
the truth. That, too, was naïve. This issue is far too charged with emotion. As
the spiritual teacher Eckhart Tolle has pointed out, the accumulated mutual
pain in the Middle East is so acute, “a significant part of the population
finds itself forced to act it out in an endless cycle of perpetration and
retribution.”
“People’s
leaders have been misleaders, so they that are led have been confused,” in the
words of the prophet Jeremiah. The voices of justice and sanity are not heeded.
Netanyahu has his reasons. Harper and Obama have theirs.
And what
shall we do, we ordinary people? I pray we can listen to our hearts. My heart
tells me that “never again” is not a tribal slogan, that the murder of my
grandparents in Auschwitz does not justify the ongoing dispossession of
Palestinians, that justice, truth, peace are not tribal prerogatives. That
Israel’s “right to defend itself,” unarguable in principle, does not validate
mass killing.
A few
days ago I met with one of my dearest friends, a comrade from Zionist days and
now professor emeritus at an Israeli university. We spoke of everything but the
daily savagery depicted on our TV screens. We both feared the rancour that
would arise.
But, I
want to say to my friend, can we not be sad together at what that beautiful old
dream of Jewish redemption has come to? Can we not grieve the death of
innocents? I am sad these days. Can we not at least mourn together?
Gabor
Maté, M.D., is a Vancouver-based author and speaker.