2 Ağustos 2014 Cumartesi

SA810/KY4-FM13: Malezyalı İmam’ın Müslüman Oluşu ya da Saman Niçin Yalan Yazar, Niçin Jurnaller?

“Hem okurlarını aldatır hem de dini kendileri gibi algılamayanları bir yerlere jurnaller.”


Saman okurları bilsin ki, kendilerini aldatan bir yayın organıdır saman. Herkesi aldatmaya yönelik Goebbels vari bir yapısı vardır. Hem okurlarını aldatır hem de dini kendileri gibi algılamayanları bir yerlere jurnaller. Yayın hayatını takip edin bunları somut örnekleriyle göreceksiniz.

90’lı yılların (28 Şubat dönemi) bunun en bariz örnekleriyle doludur. Saman’ın fikri kaynağı, beslendiği memba yalanı mübah görür. Ya avlamak ya jurnallemek için yalan söylenmesinde bir beis görmez. Bu sadece yayın organıyla sınırlı değildir. Bizzat tanık olduğum, yaşadığım bir olay bunu gözler önüne serer.

90’lı yıllardı. Kendimi bildim bileli mezkur gruba karşı bir antipatim vardı. 70’li yıllardan bu yana. Nedeni gayet açıktı.  Dini kendileri gibi algılamayanları sapık görmeleri.  Hidayetten mahrum bilmeleriydi. Dinden habersizlere, dini gereksiz bilenlere böylesi yaklaşımları anlaşılabilir, bir yere kadar hoş görülebilirdi. Ama dini mücadele veren kendi algıladığı gibi “Emr-i bil mağruf, nehy-i enil münker” yapmaya çalışanları sapık addetmek, hidayetten mahrum bilmek apaçık bir sapıklık iken.

Sapıklığı bununla sınırlı değildi elbet. Ya kitaplar yazdırılıyor ya rüyada durumlar bildiriliyordu bu da bana ters geliyordu. Hem büyük ûlemâ (Gazzeli gibi, Fahreddin Razi gibi, Mezheb İmamları gibi) rüya ile amelin haramlığına hükmederken. Rüya ile amelin olmayacağına dair yargı her akıl sahibi için açıktır. Yusuf Peygamber’in rüya ile ilişkisi apaçık bir vahiydir. Bağlayıcıdır. Onun dışında kalanların rüyaları ancak kendilerini bağlar eğer bağlanacaklar ise.

Rüya meselesini bırakıp dini kendileri gibi algılamayanları sapık, hidayetten yoksun saydıklarına dair yaşadığım, tanık olduğum olayı anlatayım. Bir tanıdık –yakın bir tanıdık, çok yakın- mezkur grubun bir akşam sohbetine davet etti. Affını istedim. “Dayanamam, tuhaf ifadeler olunca karşı çıkar, soru sorarım” dedim. Tanıdığım ısrar etti.  Ne sorarsam sorayım kızılmayacağını, tersine her fikre, her görüşe açık olunduğunu, bir tek toplantıda bile kimsenin kalbi kırılmadığını anlattı. Çok heyecanlı, çok istekli.

Tanıdığıma, doğduğum memlekette nice toplantılarının sonunda nasıl gırtlak gırtlağa tartıştığımı ve kovulduğumu söyleyemedim. Hevesini kırmak istemedim. Sözü uzatmayalım, gittik. Her zaman ki gibi risalelerden biri (Sanırım 28. Lema idi okuduğu) Avcı hayvanların gıdaları ölmüş hayvanlar imiş ve canlı hayvanı öldürmek onlara haram imiş, öldürünce de haram işlemiş oluyorlarmış. Bu abuk sabukluğa yutkundum. Sadece yutkundum. (Sonsuz Ark'ın notu: 1-“Gerçi cesetleri fena bulur. Fakat ervahları baki kalan hayvanat mabeyninde dahi, onlara münasip bir tarzda, dar-ı bekada mücazat ve mükâfatları vardır. Ona binaen canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır denilebilir.”Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşr., 2005, s. 610. 2- "Kaplan gibi hayvanların helâl rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriat-ı fıtriyece haramdır." Said Nursi,  Mesnevî-i Nuriye, s. 64.)

Tanıdığım sıkıldığım fark etmişti. Çay molasında kulağıma takıldığım bir şey varsa sormamı istedi. “Yok”, dedim. Çay molası arasında Lema okuyan kişi “Arkadaşlar” dedi. “Bugün bir mektup elimize geçti. Malezyada bir cami imamı –dikkatinizi çekerim cami imamı, yani bir Müslüman- çok şükür risaleler ile tanışmış. Ve mektup yazmış. Size o mektubu okuyayım.” dedi ve okudu. Mektup risalelerin derinliğinden, yüceliğinden falan söze ediyordu. Fakat mektubun sonu ilginç bitiyordu.

Güya mektupta yazıyor imiş ki: “ Çok şükür Allah bana hidayeti nasip etti ve risalelerle tanıştırdı. Şimdi Müslüman oldum!” bu sözler içimde yankılandı. Yankılandı. Artık duramazdım.

Leş yemekle mükellef olduğunu unutup haram işleyen aslanları bir kenara bırakıp dedim ki, “Af edersiniz beyefendi. Her halde yanlış anladım, kusura bakmayın. Mektubu yazan daha önce Müslüman değil miymiş?” Lemâ okuyan kendinden gayet emin,  “Cami imamı.. ama sureta Müslüman. Zaten Kur’an’da da geçiyor ya “Ey iman edenler iman edin!” İşte bu ayet risalelere işarettir.”

Ben durur muyum; “O zaman Allah yüce Kur’an’da Maide suresi 3. Ayetinde, “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip beğendim.” derken ne demek istiyor. Öyle ise bu din tamamlanmış değil ve Allah bunu o an insanlardan saklıyor. Ki hiç biri risalelerle teşerrüf etmiş değil. 1900’lü yıllardan önceki bütün Müslümanlar yarım yamalak Müslüman imiş. Böyle şey olur mu?”

Lemâ okuyan bir süre sakinliğini, güler yüzünü devam ettirdi. Sonra ayetlerle Hz. Muhammed’den sonra ne bir nebi ne bir resul gelemeyeceğini, İslam Literatürü’nde hidayet kaynağının sadece Kur’an olduğunu, farklı görüş ve algılayışların olabileceğini, hatta mevzu mu sahih mi emin olmadığım bir hadisi şerifte “İhtilaflar ümmetimin hayrınadır” buyrulduğunu, Malezyalı İmam’ın hidayet görüşü kendisini bağlayacağını ve eğer mümkün ise imamın adresini verirler ise kendisine bir mektupla konuyu tartışacağımı söyleyince o sakin kişinin nevri döndü; bambaşka biri oldu.

Titrek sesiyle, “Sen buraya bozgunculuğa gelmişsin. Fitne fesat için gelmişsin. Allah senin kalbini, gözünü, kulağını mühürlemiş. Hakikati duyamaz, göremez, anlayamaz olmuşsun.” dedi. Ayağa kalktık. Ev sahibine çay ve ikram için teşekkür ettim Lemaâ okuyucusuna da “Leküm diniküm veliyedin!” dedim. Ve ekledim “ Sizin “Biz güzel söz ve hikmetle insanları çağırırız” sözünüzün bir iddiadan öte anlamı olmadığını bu an göstermiş oldu, bunun için de size ayrıca teşekkür ederim!”

Bu yaşadığım olay, benim için kendileri dışındakileri hidayetten yoksun saydıklarının en kesin kanıtı oldu ve yayın organlarındaki yalanlardan ve jurnallemelerden niye yüksünmediklerini apaçık anlamış oldum.

Fikri Muhayyer, 02.08.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazar



Seçkin Deniz Twitter Akışı