“Küstah..
bir dinlemesini öğren! Hem meselenin vuzûha kavuşması için gereken girizgâh
yapılmalıdır.”
Alt Metin, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasına dair Osmanlıca bir mülahazâdır ve günümüz diliyle pek bir farklılık arzetmemekle birlikte çok kolay anlaşılmaktadır. Kaplan içerik enstrümanı olarak kullanılmıştır.
Sonsuz Ark
Tâlib-i Sâni: “Gerçi cesetleri fenâ bulur. Fakat ervâhları bâki kalan hayvanât
mabeyninde dahi, onlara münasip bir tarzda, dâr-ı bekâda mücazat ve mükâfatları
vardır. Ona binâen canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır denilebilir.” (Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşr., 2005, s. 610.) "Kaplan gibi
hayvanların helâl rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık
yapmak, şeriât-ı fıtriyye'ce haramdır." (Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye, s.
64.) bu görüş hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum..
Tâlib-i Evvel:
İnekler, koyunlar diri ve canlı otu koparırlarsa ne olur Ağa? Mesela, keçi
ağacın diri yaprağını koparıp yerse haram mı yer? Bunun sülalesi acaba kuru
yaprak ticareti mi yapıyormuş kışın?
Tâlib-i Sâni:
Belki onlar Şeriât-ı Fıtrîyye’de canlı sayılmıyorlardır..
Tâlib-i Evvel: Acaba diyorum ananastan önce
ailecek leş ticareti falan mı yapıyorlardı avcı hayvanlara? Bu arada aklıma şu
da geldi: İnsan, eskilerin deyimiyle nâtık-ı hayvandır; öldürüp yer. Yani insan
da avcı canlı tanımına uyuyor.. Bu durumda avcılık da haram mıdır? İnsanın
avını öldürüp yemesi de haram mıdır?
Yoksa okla, silahla öldürülen hayvan doğrudan leşe mi inkılâb ediyor da
helal oluyor? Öyle ise bu durumda Nahl suresi 115. Ayetteki, “O size ancak ölü
hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı.”
Hükmüne aykırı olmaz mı? Leş mi yemesi icâb eder?
Tâlib-i Sâni: İmdi insan avlarken önce
öldürüyor ya.. belki leş sınıfına
giriyordur ya da avcılık haramdır da biz bugüne kadar ne bu anlamda bir ayet,
hadis ne de fetva duyduk. Kaldı ki mezbahalar ve kurban olayı da garip duruyor
burada.. bana mı öyle geliyor?.. Belki
sadece hayvanlara haramdır da insanlara helaldir. Malum insan seçebilendir..
Tâlib-i Evvel: Sen Aslan'ın Ceylan’la Manda’yı
ayıramadığını mı sanıyorsun yani Ağa?
Tâlib-i Sâni: Ayıramıyordur. Kesin. Bende
ki de ne cesaret. Zamanın yenileyicisi ‘Allâme-i Kebir" olan bir
insanını yargısını, çıkarsamasını küçücük aklımla eleştirmeye kalkıyorum.
Üstelik bende ilham da yok.. rûyâ ile bildirilen de değilim. Belki bu allâmeye
kadar helaldi de yazdırılan risalelerden sonra haram edildi. Bilemeyiz. Eğer
öyle ise vahşi aleme gidip derhal risaleler zikredilmeli bundan kelli ceylanı
neyi canlı canlı yemesinler..
Tâlib-i Evvel:
Şimdi şu kaplanları, aslanları kurtaralım... onlar diri diri yemiyorlar
zaten öldürdükleri hayvanları... öldükleri için bedenleri leş oluyor.. bu
sebeple haram olamaz bu fetvaya göre:)
Tâlib-i Sâni:
İşte tevil dediğin böyle olur..
yani; avcı hayvanlar önce hayvanı boğazından yakalayıp yere serecek, av
bi-nefes oluncaya kadar bekleyecek, ondan sonra yiyecek ki haram işlemekten
kurtulsun. Tabi eğer avcı hayvan müstehâb peşinde ise, ele geçirdiği hayvanı
kıbleye çevirerek boğazını sıkması gerek diye düşünüyorum.
Tâlib-i Evvel:
Herhâl lisan-ı kelb, lisan-ı vuhûş meselesinin halli girecek devreye o
vakit... sence hangi dilde risale yazması icap ederdi Said'in? Hem Said bir
yolunu bulup vahşi hayata risalelerini ve fetvalarını ulaştırmışsa, bizim de o
yeni fetvamızı fukara hayvanlara iletmemiz lazım... Beslenemiyorlardır yüz
senedir.
Tâlib-i Sâni- Haklısın! Bu durum bizlerin
üzerine farz gibi duruyor. Ancak avcı hayvanlar tek bir noktada tek bir bölgede
yaşamıyor. Her birine ulaşmak olanaksız olduğu gibi bunlarla iletişime geçmek
de zor olsa gerek. Bunun halli için aklıma herhangi bir şey gelmiyor. Gerçi
kimi vahşi hayata ilişkin belgesel yapımcılara ulaşılsa onlardan istense nasıl
karşılanır? Doğrusu öndeyişi zor değil. Aklıma bir çözüm yolu gelmiyor.
Tâlib-i Evvel- Fetvânın sahibini çağırsak?!
Tâlib-i Sâni- Nasıl yani? Fetvânın sahibi
müteveffâ değil mi?
Tâlib-i Evvel- Öyle olmasına öyle. Ancak
bildiğin gibi bu meşrepte olanların bir iddiası var ki, akıllara sezâ.
Biliyorsun bu kişilerin iddialarınca peygamberler, nice salih kullar neredeyse
her gün ziyarete gelmekte, kimi zorluklarını çözmede onlara yardımcı
olmaktadırlar. Ben derim ki, avcı hayvanlar hem madem yüzyıllardır bir haram
işlemektedir ve hem dahi bunların böyle bir derdi olduğunun ne şakirdler ne de
başkaları farkındadır, bunu biz şakirdlerden bir şakird bulalım; o da yukarıdaki
yargının sahibi olan ve kendisinin Üstâd'ı olan kişiyi yardıma davet
etsin. Ola ki şakirdin davetine gelir, biz görmesek de şakird vasıtası ile bu
müşkilimizi çözer, biz dahi rahatlarız. Kendini sorumlu hissetmek insana ağır
geliyor. Hadi dilini bildiğin canlılara meramını anlat da, avcı hayvanlara
nasıl anlatırsın? Yazık günah değil mi? Bir haram hayat yaşamaktalar. Bu beni
dertlendiriyor.
Tâlib-i Sâni- Aslında haklısın. Yargının
sahibine biz ulaşamıyorsak ulaşan birine ulaşabiliriz. Tabi bu kendi iddiası olacak
ama olsun. Elden ne gelir?
Tâlib-i Evvel- Peki, var mı öyle bir tanıdığın
şakird?
Tâlib-i Sâni- Var. Hemşerim bir Hoca
Efendi var ve sık sık da hem uyurken, hem uyanıkken kendisini
peygamberlerin, salihlerin ziyaret ettiğini söyler durur çevresindekilere.
Birkaç kez bizzat kendim de şahitlik etmişimdir sözlerine. Yani gelenleri
görmüşlüğüm yok. Zaten gelenleri görenler ol çıplak kral hikâyesindeki “ancak
akıllılar görür” hükmünce benim görmem mümkün değil. Ben çocuk kaldım. Sanırım
siz de o çocuk kalanlardansınız?
Tâlib-i Evvel- Geçelim bizim kimliğimizi.
Tanıdığını çağıralım. Gelir mi?
Tâlib-i Sâni- Biz gideriz. Yakında. Hemen şu
arka sokakta. Penisilinya mahallesinde. Geleni gideni çok olsa da bizim gibi
zor meselesi olanlara öncelik tanır.
Tâlib-i Evvel- İyi gidelim. Gidelim gitmesine
de avcı hayvanlara nasıl ulaştıracağız? Ben derim ki biz avcı hayvanların bol
olduğu Afrika’ya gitsek, avcılara ulaşsak, daha doğru olmaz mı?
Tâlib-i Sâni- Zannımca olmaz. Zira daha üstâd’ın
yargısı üzerinde tam bir anlaşma sağlamış değiliz. Bir kere yargıyı açıklığa
kavuşturalım, sonra da açık kılınan yargıyı hayvanlara ulaştırmanın yolunu
soralım.
Tâlib-i Evvel- İyi. Hadi o zaman.
Penisilinya
mahallesinde metruk bir evden içeri zorla atabildik kendimizi. Derdimizi
söyledik. Hemen Hoca Efendi’nin huzuruna çıkarıldık. Problemimiz karşısında
gözyaşlarını tutamadı. Epey bir ağladı. Zorlukla kendine geldi.
Hoca Efendi- Âlem-i vahşiyi lemâların
eteğinden temaşa her seyyâh-ı tâlibin pür şevk ve şitab isteyeceği bir zeria-yı
istiğrakdır. Tâlib hiçbir mukaddeme-i levniye ile çehre-i asmanda bir nişane-i
tulu göstermeksizin lemâ-i maktam arkasındaki kenâr-ı ufuktan işrâk ederek
bütün hevâ-yi nesimiyeyi zerin hârik nâmütenâhi ile füruzân eder.
Tâlib-i Evvel- Zâhir öyledir. Biz şey için
gelmiştik. Malum vahşi hayvanlar ile ilgili üstâdın bir yargısı vardı. İçinden
çıkamadık. Hem ne anlama geldiğinde hem de düz anlaşılan gibiyse avcı
hayvanlara bu hakikatin nasıl ulaştırılacağı konusunda kendisinden yardım
umuyoruz. Ne rüyamıza geliyor bu zatlar, ne ayıkken görebiliyoruz. Kralın
üzerindeki harika elbiseyi göremeyip “kral çıplak” diye bağıran çocuk gibiyiz.
Ama bildiğimiz kadarıyla size geliyormuş. Çağırsanız da sorsak?
Hoca Efendi- Üzülmeyin.. imtihaz elbet
sizlere de bir gün avdet edecektir. Üstâdımız şu an itibari ile
yanımdadır. Ki; her zaman yanımdadır. Bu hali benden başka kimse de görmez. Ta ki
ben gösterirsem. Size de göstermek isterdim. Ancak Musi gibi düşüp bayılabilirsiniz
hem belki bir daha uyanamazsınız da. İşte bu vechile size göstermeyi münasip
bulmuyorum. Demek av hayvanlarının yiyeceği hususu aklınıza takıldı. İyi olmuş.
Allah sizden razı olsun. Onca işten, meşgaleden bu meseleyi hep es geçmişim. Bu
da omzumda vebâl imiş. Sizlerin vesilesi ile bundan imdi vareste olacağız
inşallah. Efendimiz lutfedip bu vahşi hayvanların yiyecek meselesini biraz
vuzuha kavuşturur musunuz? Bu kardeşlerimiz haklı olarak bir azaba düçâr
olmuşlar.
Üstâd- Rey-i musibi hasâfet-penâhilerince
en mühim addolunan şeriat-i fıtrîyye'ye ait fetvâların hemen kâffeten bendelerine
tahmil edileceği ilhamın menbâından anlaşılmakta olduğu halde bu vazifeyi
hoşnud-i hudavendânelerini celb edecek derecede değil, âdi addolunacak
mertebede dahi ifa etmekten âciz bulunan bir zatın tevcih-i rütbe-i âmiriyyetle
tebcil ve rütbe-i zâtiyye-i kemterânemin mümkün değil ise de, tenzil edilmek
istenilmesi..
Tâlib-i Evvel- El Fatiha.. Üstâd
avcı hayvanların yiyeceklerinin diri olması şeriât-ı fitriyye'de belki haram olan
hükmünüzle bu anlattıklarınızı bir türlü dercedemiyorum.
Hoca Efendi- Küstah.. bir dinlemesini öğren.
Hem meselenin vuzûha kavuşması için gereken girizgâh yapılmalıdır. Hem
yapılmadığında nice hatalar gelip gönlümüze yer edecektir. Sabır gerekir. Tâlib’e
sabır, Üstâd’a ilham gerekir. Üstâd kendisine getirilen bir müşkîle
cevap verirken bir ihtiyara sahip değildir. O’na ne bildirilirse onu söyler.
Üstâd- Bu teessürün hakikatte mûcib-i
tâzib olan kebâirden olsa bile muttasıf oldukları ahlâk-ı rahîmâneye nazaran
defter-i âmâlinde afvı kâbil bulunan sagâir sırasına kayd olunması lazım gelir
sanırım.
Tâlib-i Sâni- Ben de gelirsiniz sanıyorum
da..
Üstâd- “Şeriat-i Fıtrîyye’ce haramdır”
kavline iktifâen istihsâl-i galibiyet zımnında bir tedbir ittihâzına meydân
kalmadığı gibi bunlara tîği zebân ile dahi mukâble kâbil olamayacağını
anladığımdan hemen tarîk-i firari tutmuş idim.
Tâlib-i Evvel- Yani.
Hoca Efendi- Şimdi mülaaneye başlayacağım.
Elinin körü.
Üstâd-
Bu serzeniş epeyce açılmış olan gadâb-ı tehevvür haline gelmekle, hemen
dönerek husemâsıyla uğraşmağa başlamış isem de çokluğa galebe mümkün
olmadığından âkibet maktulen düşmüştür. İmdi ilham-ı kudsiyetle ile deriz ki,
vaz’ı ile delâlet eden lafız üç kısımdır. Birincisi, Kelime ya konulduğu
manânın tamamına “delâlet-i mutabaka”
ile delalet eder. İkincisi delalet-i tazammun ile delâlet eder, üçüncüsü manaya
zihinde lazım olan bir sıfat üzerine delâlet eder.
Tâlib-i Evvel- Bunlar şuan O’na ilham olunan
şeyler mi?
Hoca Efendi- Beli!
Tâlib-i Evvel- Bu üç madde isagoci mantığında
mantık kurallarıdır. İlhama gerek var mı?
Üstâd- Bire densizler, siz buraya
bozgunculuğa gelmişsiniz. Sizin meramınız hakikat-i ilhâmın meyvelerinden
istifâde etmek değil, tersine hakikat-i ilhâmın hilâfına sözlerin ağzımdan
çıkmasına çalışmaktasınız. Daha adımınızı atar atmaz anlamıştım sizi. Ve fakat
biraz müsamaha göstermek sureti ile belki hidâyet nasip olur ummuştum. Derhal
meclisimizi terk edin. Aksi takdirde hem mülaane ile hem mevcut hukuk alanında
sizinle uğraşırım. Vesselam.
Kovulduk
işin açığı. Kös kös metruk evden ayrıldık. Bizi öyle bir uğurlayışı vardı ki
Hoca Efendi’nin.. ağzında birkaç laf.. zındık mı diyor, münafık mı diyor, Abdullah
İbn-i Übey İbn-i Selül’ün şeytanî aklına bile bunlar gelmez mi diyor; pek anlayamadık, fakat kıpkırmızı olmuştu.
Günahımız neydi anlayamadık. Avcı Hayvanları bir dertten kurtaracaktık ki, haram ile iştigal ettikleri zannı ile telef olmayalar... olmadı.
Fikri Muhayyer, 06.08.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazar