“Kendisi, diğerini zulümden saymadığı için zulüm sayanlara diş biliyor. Uluyor, kendi deyimiyle.”
İki adam bir lokantadan içeri girer. Yemek ısmarlarlar. Yemek gelir. Yemeye başlar her ikisi. Biri diğerine “Köfteleri ikişer ikişer yeme!” der. Karşısındaki şaşırır: “Hani sen kördün. Benim nasıl yediğimi nerden biliyorsun?” diye karşılık verir. Öteki, “Çünkü ben ikişer ikişer yiyorum!” der.
Bu adamlardan yalnız biri kördür. Diğerini de kör sanır. Çünkü birlikte uzun bir yol yürümüşlerdir. Gören, yürümekte zorlanan adamın yürümesini kolaylaştırmak için yolunu bile değiştirmiş, selametle varacağı yere varması için yoldaş olmuştur.
Gören, kör olmadığını koluna girdiği köre rencide olmasın diye söylememiştir. Körün elinde baston vardır. Tık, tık dokunarak önündeki engelleri aşmaya çalışmıştır. Kulakları keskindir. Sesleri fark eder. Koluna giren adamın da elinde baston vardır. Dolayısıyla o da yolda yürürken körün bastonunun çıkardığı sese bastonunun sesini yoldaş kılmıştır. Ve bu yüzden kör koluna girenin de kör olduğunu sanmıştır.
Gören koluna girdiği kişinin rencide olmaması için elinden geldiğince onun gibi davranmıştır. Bastonu nasıl kullandığına dikkat kesilerek öyle kullanmış, adımlarını nasıl attığına bakaarak adımlarını öyle atmıştır. Gören, lokantada şaşırmıştır ve fakat belli etmemiştir.
Kör köfteleri ikişer ikişer yerken, gören bir şey dememiştir. Kendisinden daha aç olduğunu düşünüp kendi tabağındaki köftelerden onu tabağına takviye etmiştir. Kör bunların hiç birini bilmemiştir. Kendisi köfteleri ikişer ikişer yerken, diğerinin kendi payını ona verdiğini sezmemiştir. “İkişer ikişer yeme!” diye gürlemiştir bir de. Gören sadece mahcup olmuştur.
Bu giriş ülkemdeki birilerinin tavrıyla tamamen örtüşmektedir. Bu birileri, ülkemde zulüm karşısında, kıyım karşısında ayağa kalkanlara “Falan yerdekini niye görmüyorsun da feşmekan yerdekine uluyorsun!” diyebilecek kadar ebleh ve kör! Kendisi diğerini zulümden saymadığı için zulüm sayanlara diş biliyor. Uluyor kendi deyimiyle.
Oysa zulme uğrayanın kimliğini sormuyor ülkemin dertşinas insanları. Zulme uğrayan mazluma yardım elini uzatırken hangi dili konuştuğuna bakmıyor. Ne zalimin kimliğine ne mazlumun kimliğine bakmıyor. Asya’da, Afrika’da, Avrupa’da Amerika’da bir insan incinse onun için yüreği burkuluyor; elinden gelenin en iyisini yapıyor, yapmaya çalışıyor. Çünkü benim ülkemin insanı yüce gönüllüdür. Çünkü benim ülkemin insanı ,“Dicle’de bir kurt kapsa koyunu Allah’ın adaleti sorar onu” kıstasını gönlüne, kalbine, yüreğine kazımıştır. Ne ki kazıması dağlanmıştır.
Ey, kendini, mazlumun uğradığı zulümde değil de kimliğinde bulan; sen tasalanma, sen zalimin kimliğini, mazlumun kimliğini sorgulaya dur! Ben “insan olmaklığıyla eşim, dinde olmaklığıyla kardeşim” olan mazlumlar için malımla, canımla, haykırışımla sahip çıkacağım.
Sen tasalanma, gönlünü ferah tut!
Türkistan için, Türkmen için, Uygur için, Çeçen için, Somali için, Gazze için, Rabia için, Hama için, Halep için, Musul için, Kerkük için, Bağdat için, Şam için içi kan ağlayanlar olarak kimimiz sokaklarda zalime meydan okuyor, kimimiz çadır kurup, gıda ve sağlık araç gereçleri ulaştırıyoruz.
Sen körlüğünle kal! Zalimin kimliğini, mazlumun kimliğini sorgula ve ferahla!
Biz “Zulüm bizdense biz bizden değiliz!” diyenleriz. Sen korkma senden bir şey istediğimiz yok!
Fikri Muhayyer, 08.08.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazar