"Kays ve Ben ölüm masalları yontarız bir bir düşlerimizden
Lili’nin ayak izlerinde gezinirken gözlerimiz"
biz
devrimlerin yakamadığı çocuklarız
sen kaç
devrim yaşadın Lili
kaç su
yıkandın her yüz dönüşte
-2-
-göç-
siz
kazanla su alıp
kalburla
su satarsınız
biz
develerin yakasından tuttuk
bir
kaktüsün yakasından tuttuk
biz
kenti terk edip çölü yurt tuttuk Kays’la
avcıya
ağladık ağladık avladıklarına
biz
Lili’ye yas tuttuk
hayran
hayran bakarken Jüliet’in saçlarına
bir
günde bin yıllık ağladık
Lili’inin
kentte olmasına kentte kalmasına
Lili
daha çocuk
Lili
cıvıl cıvıl
Lili’nin
yüreği koşmak için çırpınır
***
Lili
çölde her akşam yıldızlarla oynaşır
çölde
düşünce dizi acımaz canı yanmaz insanın
Lili
daha çocuk
Lili
cıvıl cıvıl
Lili’nin
yüreği koşmak için çırpınır
***
ateşler
yakılır akşamdan akşama
güneşin
kızarttığı ufuklara dek
yorgunluk
çıkarılır aydınlığında alevlerin
ayın
gölgesi taşar ülkemizden
ölüm
dileriz göklerden
Kays ve
ben
ölüm
masalları yontarız bir bir düşlerimizden
Lili’nin
ayak izlerinde gezinirken gözlerimiz
gölgemiz
kadar yakınımızdaysa Lili
ölüm
bile güzeldir
Lili’siz
güne varmak elde mi
soluk
almak elde mi
Lili
daha çocuk
Lili
cıvıl cıvıl
Lili’nin
yüreği koşmak için çırpınır
***
Lili’nin
gözü uzaklarda
Lili bir
tutsak çağdaş aynalarda
yalnızlık
yanılsamalarında
yalnızlık
ki gözyaşı kadar sıcak
gözyaşı
kadar saf
gözyaşı
kadar kutsal
Lili’nin
gözü aynalarda
toprağı
vuran gözyaşlarından uzak
Lili
daha çocuk
Lili
cıvıl cıvıl
Lili’nin
yüreği koşmak için çırpınır
-3-
-sanrı-
bu sis
kentten ülkemize kadar varan bu sis
bir
ikindi üzeri vurdu bizi
iliğimize
kadar kanımızı emdi bu sis
gözümüz
nereye baksa
öksüren
etimiz kemiğimizdi
üşüyen
beynimiz kalbimizdi
senin
ellerin üşürdü Lili
ne Kays
ısıtabildi ellerini ne de ben
silik
bir gölgeydi ellerini ısıtan
bu sis
ısırdı
umutlarımızı
kopardı taa kökünden
bir
perdeyi kapayıp bir başka perde açtı
Kays ve
ben haykırdık
haykırdık
çölü saran bu sis içinden
olanca
gücümüzle haykırdık
Lili
daha çocuk
Lili
cıvıl cıvıl
Lili’nin
yüreği koşmak için çırpınır
***
Biz
unuttuk düşler unuttu bu sisi
kuşlar
unuttu
güneş
kenti terk etmek üzereyken
morun
tutsağı böcekler
sisin
unutulacağını bilir gibiydiler
kuşlara
savaş ilan ettiler
bir sis
ilk kez unutuluyordu
denizin
yer yer titrediği bir vakitte
denize
küsen martılar eşliğinde
kentin
çokça saldırılarından ilk unutulan
bu
bilinen ilk sisti
Kays’ın
ve benim unutmamamız
kuşların
hiç unutmaması gerekendi
hep
aklımızda tutmalıydık
Lili’yi
çölde tutmalıydık
kent
ötesi çölü duyurmalıydık
türevi
alınan çay gibi saklamalıydık
artık
sevinç gözyaşlarını unutup
mor
giysili böceklere kanacaktır
serçeler
için ağlamayacaktır
üveyikler
için
çiçekler
için
kaktüsler
için bile ağlamayacak
bundan
böyle oyun içinde olacak soluk alışları
göz
kamaşması
kirpik
kırılması
hep bir
oyunun girizgahı olacak gülüşleri
gözyaşları
bir
oyunun kastanyeti olacak inançları aşkları
ya gün
gelecek ya zaman geçecek
Lili de
oyuna katılıp oyuncu olacaktır
çölden
insan avlayacaktır
çöl
insanı avcıdır avcı olmasına
ama Lili
için hep avdır
Lili’nin
kentten olacağına inanmaz çöl insanı
Lili’yi
yaşıyor belleyecektir
gördükçe
soluk alışlarını
***
ben
artıkçı değilim
kent
artıkları tutamaz beni
dağlı
bir bilgeden okudum yaşamı
dağların
kutsanmış suları çağlar içimde
görkemli
deli sevdalar besleyen
pişmanlık
çığlıkları değil bu
özlem
değil arzu değil bu
kemirilen
umudun parmakları
sizi gün
boyu sırtlayan
anne hep
ağlıyor olacaktır dönekleştiyse düşler
ya da
çağ aldatmasıysa düş
çığlıklara
doğacaktır çocuklar
çocuklar
yürek hafifliğinde kelebek avlayan
kuş
böcek ve kelebek avlayan çiçekler
o kutlu
çiçekler bir perdeye taşınıp
başka
bir perdede solacaktır
bu bir
sisten çok bir örümcek ağı
allı-morlu
kanarya sarısı giysilerde örülen
bir ad
sancıması mı bu
aşk
bağıtlarından
sevda
gömütlerine kadar
haykırılan
sessizce haykırılan bir aşk şarkısı mı
kıyamet
mi yaşanan
sur’un
soluğumudur solunan
hayattan
yoksun üretilmiş aşklarla at başı
daha çok
bir sayıklama
ürkek
bir korkunun saçlarına tutunan
bu sis
kentten ülkemize kadar varan bu sis
bir
ikindi üzeri vurdu bizi
Kays ve
ben haykırdık can havliyle
Lili
daha çocuktu
Lili
cıvıl cıvıldı
Lili’nin
yüreği koşmak için çırpınırdı
Lili
yine çocuk
Lili
yine cıvıl cıvıl
Lili’nin
yüreği aldatmak için çırpınır
-4-
-yanılsama-
bir
öğlen üzeri tam tepedeyken güneş
çölü tam
kaplamışken
sarıp
sarmalamışken
türküler
söylendi şiirler okundu Lili’ye
Lili tam
yolunu şaşırmışken sevildiğini öğrendi
Bir
koşuş koştu ki kent için kentler için şölendi
Lili
Lili kadar güzeldi
Afrodit
kadar Belkıs kadar güzeldi
Meryem
kadar saf
Züleyha
kadar içliydi
Kays’taki
Lili
Bendeki
Lili
bir
öğlen üzeri tam tepedeyken güneş
Lili
sevildiğini öğrendi
yer yer
sarsıldı kent ulumalarla
bir
çiğnemlik tütünlerde
kederler
acılar yenildi
bir kent
için sevda anlaşılmaz bir şeydir
ve hatta
bir tür bozgundur
çünkü
kentlerde her şey sezonluktur
kentte
yaşam mevsimlik insanlar içindir
***
bir
öğlen üzeri tam tepedeyken güneş
sevgi
yokladı bizi
bilindi
sevginin ölümü öldürmek olduğu
zamanı
aşmak olduğu bilindi
bu bir
kent için değil olağan
olağanüstüden
de öte bir şeydi
***
bir
öğlen üzeri tam tepedeyken güneş
kentin
büyücüleri toplanıp olanca güçleriyle
Lili’nin
duyduğunu vurmayı kurdular
Her gün
biraz daha soldu Lili
Ciğerlerinde
kentin küflü soluğu
Lili
küskün gözlerinden yüreğinden yana
Lili
daha çocuktu
Lili
cıvıl cıvıldı
Lili’nin
yüreği aldatmak için çırpınırdı
***
Lili’nin
gözü vitrin gezintilerinde
ilkel
gezgin merakıyla
Lili
daha çocuk
Lili
yorgun mu yorgun
kentin
kapkara sokak izleri
çölde iz
bırakan o narin ayaklarında
firengili
veremli sokak izleri
sesim
uğuldar arada bir Lili’nin kulaklarında
“sen
ağlama dayanamam!”
***
bir
akşamüzeri tam batmışken güneş
Lili
hıçkıra hıçkıra çölü terk eden ay ışığında
Gözyaşlarını
saydı kentin ayazıyla çatlayan
İncecik
parmaklarıyla
Lili yağmura
kırgın
Lili
daha çocuktu
Lili
cıvıl cıvıldı
Lili’nin
yüreği sevmek için çırpınırdı
-5-
-aksiyomlar-
kentin
bir gündüz
bir de
gece uyuyan yakası vardır
teoride
iki kere iki dörttür ama adamına göredir
bu
yüzden “göreli” bir kavramdan çok bir imkandır
Lili bu
imkanla tek tek gezdi tüm vitrinleri
kentin
tekerlekli sandalyelerini
yenildi
rujun mor renklisine
pembedeki
albeniye
renklerin
her biri muştuladı büyücülerin her birini
renklerce
ululandı büyücüler
keyfine
diyecek yok büyücülerin
Lili’nin
dudakları pembe
Lili
dudakların neden pembe
seni
vuran mor da neden pembe
Lili
yanakların neden pembe
yüzünde
renkler neyi kutluyor
bu renk
cümbüşü renk kokteyli ne
ölgün
yüzündeki renk rölyefi
öyle
suskun durma Lili
başını
eğip durma kent yücelir sen öyle durdukça
boynunu
büküp kalma sakın
durma bu
sokaklarda
çevir
bakışlarını seni emziren çöle
sakın
korkma Lili kent yutmaz seni
büyücüler
vitrinler ve renkler tuttuklarını
tutacaklarını
sansalar da kent tutamaz seni
aynaların
büyüsünden sonra renklerin vitrinlerin
çikletlerin
büyüsü mü
Lili
daha çocuk
Lili
cıvıl cıvıl
Lili’nin
yüreği kurtulmak için çırpınır
-6-
-Kays’ın
söylevi-
Lili
çocuk ben çocuktum
henüz
kent yoktu ortalıkta
toprak
henüz topraktı sizin anlayacağınız
karganın
ayak izleri silinmemişti henüz
kabil’in
canavarlığından başka utancı yoktu toprağın
bu günü
andıran bir gün gökler sarsıldı ay tutulmasıyla
çöl
sakindi
bu
günkünden daha sakin
aya
bakıp dururdu insanlar
her biri
düştükçe kör kuyulara
göğe
ağdıklarını sandılar
iyice
takmışlardı kafalarına
bu ay
kurtarma operasyonunu
bayat
bir sinek bile anlardı bu deliliği
gerçek
bir delilik olsa
***
toprak
henüz toprakken
Lili’yle
ben yağmurları okşardık onca iş arasında
Lili
benim kadar mecnun
benim
kadar sarhoştu
sizin
anlayacağınız vitrinler yoktu
beyazdan
başka renk yoktu
bu
yüzden beyazdı elleri Lili’nin
yüreği
beyaz
alnı bu
yüzden beyazdı
kabil
terk edince göçünce çölden
bir
sevinçle doldu ki yürekler
öylesine
mutlu oldu ki anneler
öylesine
coştu ki Lili öylesine coştu ki
şölen
yaptık kırk gün kırk gece
günler
bile yorgun çıkmıştı güne
Lili
günün yorgunluğuyla
-solgunluğunu
da alarak-
şeffaf
bir perdeyi aralayıp hafifçe
uzatıp
başını çölden uzağa baktı
kabil’in
yaktığı boz bulanık ışığa takıldı bakışları
ve ben
ayrılık kokusu aldım
“sancılı
bir gün!” diye haykırdım
hınçtan
bir duvar gördüm Lili’nin gözlerinde
kalbim
sanıldı düğümlenen ayaklarım yerine
***
kentin o
uzaklardan kokusunu aldığım kentin
ilk
vuran kılgısıydı
Lili bir
garipti
garip
bir özlemdi yüreğinde yer edinen
yer edip
devinen
kah
sönük kah alev alevdi
kabil’in
kurduğu kent Lili’nin yüreğinde özlemdi
yaratıcı
olmak yerine bilmeden tutsaklığına koştu kentin
aydınlık
yerine karanlığı
Lili’nin
yüreğinde bir özlemdi kent
yakılması
gereken bir özlemdi
Lili
daha çocuktu
Lili
cıvıl cıvıldı
Lili’nin
yüreği koşmak için çırpınırdı
***
Lili
çölde bile tutsaklığı arardı
masal
inlerine koşardı cadı bayramlarında
kırk
kulpu kırık kırk küp içinde saklambaç oynardı
saçlarını
okşardı cücelerin
farelerin
kedilere baktığı gibi bakardı kedilere
köpekler
tutsaksa severdi
itimadı
yoktu özgür nesnelere
kent
bulmadı Lili’yi Lili’ydi kenti bulan
kırk
kulpu kırık kırk küp içinde
kenti
okşadı durdu gözleriyle
aynalara
baksa bile anlamayacaktı
Lili
daha çocuk
Lili
cıvı cıvıl
Lili’nin
yüreği yanmak için çırpınır
***
katırların
izlerinden yürüdü Lili
boynu
tasmalı köpeklerin ve otomobillerin
her gün
bir şeylerini aldığı kedilerin gözetiminde
günlerce
aylarca
çağlarca
sürecek bir yürüyüştü
ölümü
aratacak bir ölüştü
***
günlerce
gezinip durdum
güneşi
yoldaş kıldım en ıssız köşelerinde çölün
bir çare
bulsam hemen taşıyacaktım kente
çare
olsa tüm kandil gecelerinin kandillerini taşırdım kente
kuşlar
diyemedi
örümcekler
söylemedi
akrepler
bilemedi
Lili bu
arayış türküsünü dinlemedi
allı-morlu
giysiler içinde
dinlemek
istemedi bu şarkıyı
ben
Mecnun oldum kaçırdım ağzımdan gerçeği
değil
kent
çöl bile
bu gerçeğe tahammül edemedi
mecnundan
mecnun oldum
Lili’den
de çocuk oldum
çöl
kumlarından saraylar kurdum
ceylanlardan
hızlı koşuyordum
güneşi
vuruyordum içimdeki ateşle
Lili bir
oyuncak şimdi
kadim zamanlardan kalma
kırık
bir oyuncak
içimin
mahzenine atılan
***
kırk
kulpu kırık kırk küp içinde
saklambaç
oynardı Lili
ağlardı
kağıt mendillere
dudaklarında
rujun kirli izleri
Lili’yi
çölden koparmadılar
benden
çalmadılar Lili’yi
o bende
yaratandı
o ölünce
yaratanı buldum içimde
dışımda
solup içimde doğmasaydı
tahammül
ederdim Lili’ye
çöl bile
tahammül edemedi bu gerçeğe
***
zaman
artık hep gurub vaktidir
geçit
yoktur ne doğuş ne batış için
ayrılık
aykırılık serencamıdır zaman
ayrılıklar
aykırılıklar koynuna almışken beni
Lili
daha çocuktu
Lili hiç
büyümeyecek mi diye düşünüp dururdum
düşünüp
dururdu tüm çöl halkı
kurdu
kuşuyla çöl tam bir filozoftu
gün geldi
Volter bile bildi bunu
bilebildi
bunu
***
çöl
başka bir dünyadır
ötelere
açılan tılsımlı bir kapıdır
çöl
yaşar ve yaşatır
kent
deyince ne anlıyorsanız
nereleri
sancıyorsa beyninizin
nasıl
sızlıyorsa burnunuz kükürt dumanlarıyla
egzoz
gazlarıyla nasıl yanıyorsa gözleriniz
çöl
tersini yaşatır bunların
bunun
için sıcaktır çölde göz yaşları
çölde
yalanlar bile gerçektir
gerçek
gibi değil gerçektir.
Lili
çocuktu
gerçeği
yalandan ayıramayacak kadar çocuk
gün
geçti çocukluk ruhunda kaldı Lili’nin
boy
aynalarında vitrinlerin kucağında aradı kendini
ruhuyla
orantısız olduğunu ayrımsayamadı
büyüyen
yanlarının
serap
sandı oysa kent baştan sona seraptı
moru
tutan
moru
bilen giysiler kadar serap
Lili
daha çocuktu
Lili
cıvıl cıvıldı
Lili’nin
yüreği yanmak için çırpınırdı
Lili
yine çocuk
Lili
yine cıvıl cıvıl
ama
Lili’nin yüreği aldatmak için çırpınır
-7-
-toprağın seyir
defteri-
-gündem dışı bir konuşma-
ben
toprak
ilk
ölümün ve öldürüşün tanığı
belki bu
yüzden insanlar beni asfalta boğdular
belki bu
yüzden kopardılar yağmurdan
yağmurla
arama
perde
germeleri bu yüzden belki
kimilerince
masal
kimilerince
arkaik bir öykü
Habil
Kabil türküsü
oysa ben
tanığım
tek
tanığı yaşattıklarının
bir de
bir karga vardı
ak paktı
gördükleriyle karardı
kabil’e
ne yapmasını pençeleriyle anlatmıştı
öldürüşün
şaşkınlığıyla dikilirken baş ucunda ölünün
sade bir
törendi
kabil
tırnaklarıyla kazdı beni
gizledi
cesedini habil’in
siz
bilemezsiniz ne hazineler
ne
ölümler gizlidir derinliklerimde
karga
bile sonunu getiremedi o sade törenin
kabil
yaşattı ilk utancı bana
tufanları
bir bardağa doldurup içmenin
utançlara
iyi geleceğini söylemişlerdi
denemedim
yakama
iliştirilen utançla yaşamayı öğrendim
dün
yeniden zehirlendim
dölden
döle zehirlemenin yolunu aktarmasını bildi kabil
***
ben
toprak bitkin ve yorgunum
kaydı
silinmiş zamanların avareliklerini dinliyorum
hasret
ve hüzün
iki
bilinmeyenli denklemden fazlaca bir şey
güçlülüğün
ve direnişin üstüne çektiğim söylevden
pek bir
şey anlamadı derinliklerimi yurt edinen böcekler
hala
karnımda duruyor dudak büküşlerinin izleri
***
pek bir
hevesle demiştim;
muştu ey
kardeşim çöl
muştu
evlatlarım muştu ağaçlar
derinliğimde
gizlenen sular
üveyikler
kumral
böcekler
o kutlu
insana binek olacak hecin develer
otlar
düldülü
damarlarında saklayan küheylanlar
muştu
bize dirildi Habil
karıncalardan
dirildiğini öğrendim Habil’in
çölde
başlamış diriliş törenleri
çöle
gönderdim bütün böcekleri
böylesi
bir sevinç duymamıştım
yaşamamıştım
uzun zamandan beri
kentte
tutsak düştüğümden beri
buruk
bir kuşku yokluyor yine de
ya
öğrenirse kabil’in soyu dirildiğini Habil’in
dayanamam
bunca zamandan sonra
dayanamam
bir daha ölümüne habil’in
sıkı
sıkıya tembih ettim karıncalara
çöl
uyansın her türlü tedbiri alsın
savsaklamasın
hiçbir ihtimali
gözü
gibi baksınlar bu kere Habil’e
-(...)-
-seyir defterine
ek; kayıtlardan çıkarılmış ek-
derinliklerimde
biriktirdiğim artıkların
yağmurla
arama gireceğini nasıl bilebilirdim
hüznüm
ölüm kadar eski
hükmedemiyorum
rüzgarlara
isyan
içinde depremler
korkum
kabil’den miras sabır Eyyub’dan
itimadım
yok insanlara
nicedir
hasret kulaklarım kuş sesine
gül
öfkesine kar serzenişine
güneşin
ılık nefesine
ayın
sunduğu lezzete
“ ahh..
nerde o eski günler” diyebilirim
insan
hayıflanması olmamış olsaydı eğer
güneşten
çok ay’la mutluydum
ne tatlı
bir lezzetti o
ne hoş
ninniydi gecenin ayak sesleri
bütün
bunlar birer hatıra bile değil şimdi
yağmurlar
beni arıyor
rüzgarlar
beni soruyor olmalı
yağmuru
yine tutabilirim
asfaltla
örtülü olmasa yüzüm
-8-
-son söz-
Kays
dirilişe erdi Lili’nin çölü terk etmesiyle
Lili de
bir hınç öylesine bir hınç doğdu ki
ürpertilere
boğuldu tüm kent
Lili’nin
yüzü ürperdi maskesinin ardında
Lili bir
çöplükte uyandı
frengili
veremli sokaklarda
Kays’ın
sancısıyla uyandım ben
bir
temmuz ayında mahlep ağaçlarının altında
türküler
söyledim ağıtlar yaktım
şiirler
yazdım Lili’ye oyunlar buldum
çöl
büyüklüğünde bu çöplük içinde Lili vurduğunu sandı
Kays’tan
olmasa da çölden alınan bir intikamdı aklınca
Lili
çocuktu
Lili
cıvıl cıvıldı
Lili’nin
yüreği aldatmak için çırpınırdı
***
aynalara
inanmaz oldu Lili
aynalar
haykırsa da çirkinliğini
güzelliğini
övecek bir meczup bulurdu
kaç
aynanın kanına girdin günahını aldın
bu ana
kadar kaç ayna kırdın Lili
şu
kısacık ömründe kaç meczup saydın
o kaypak
kentin çürük mezatlarında kaç mecnun sattın
Lili
daha çocuk
Lili
cıvıl cıvıl
Lili’nin
yüreği sevilmek için çırpınır
Cemal Çalık, 08.08.2014, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark, Şiir