Kemalettin Çalık'ın romanı ‘Kuruluş- Şeyh Edebâlî’den I. bölüm
Osman Bey- Şeyh Edebâlî
(Devlet yıkıp devlet kuracaklardı)
I
“Baskın,”
1270 yılları,
Çavdarlı Yakınları
Atlar
rüzgâr olup obaya aktıklarında, toynak sesleri kılıçların şakırtısına
karışıyordu. Elleri böğründe duran gölgeler korku dolu bakışlarla ufuğa
bakarken, bir dost eli arıyorlardı. Tozu dumana katarak gelenler Çavdarlı
kasabasında taş üstünde taş bırakmayacaklar gibiydi.
Kılıçlar
çekildi, yaylar gerildi, insanlar çoluk çocuk demeden öldürüldü, baş üstünde
baş bırakılmadı. Saltuk nereye sığınacağını bilemiyordu, babası onu çadırın
içine çektiğinde, kat kat hasırların altına sürükledi ve oradan dışarı çıkmamasını
öğütledi.
Saltuk
lal olmuş gibi konuşamıyordu, dili tutulmuştu, gözleri irice açılmış, babasına
korku dolu nazarlarla bakıyordu.
Korkulan
oldu, çadırlar ateşe verildi, kim oldukları belli olmayan saçı sakalına
karışmış haydutlar kalabalığı obayı acımasızca ateşe verdi. Kadınların
çığlıkları göğe yükseldi. Çocuklar alev ateş yanan çadırların arasında dev gibi
gökyüzüne uzanan alev yalımlarından, dumandan, analarını çaresiz halde
görmekten korkmuş olmalılar ki ağlamaya başladılar.
Kılıcın
sahibi Aytuğ Han canını kurtarma telaşı içerisinde bir yandan çekik gözlülere
karşı savaşıyor, bir taraftan da bu girdabın içerisinden oğlunu çıkarmaya
uğraşıyordu. İşinin ne kadar zor olduğunu biliyordu. Bu elim olayın zihinlerde
nasıl bir yara açacağını ve hafızalara nasıl kazınacağını biliyordu. Onun
telaşı ölmek değildi, her yiğit bahadır gibi ölümü bir gün tadacaktı zaten, onu
asıl kaygılandıran canından bir parçası Saltuk’tu, sır oğlunda devam edecekti,
bu yüzden kurtulması gerekiyordu, sırrın devam etmesi için.
Aytuğ
Han, rüyasını görmüştü, bir ışık peyda olmuş ve ışık hilal olana kadar bir şey
anlamamıştı, doğuyu temsil eden hilale bakamamıştı fazla, yiğitçe kılıç
sallıyor, var gücüyle hamleleri geri püskürtmeyi biliyordu. Çekik gözlülerin
korunmasız evladına bir zarar vermelerinden korkuyordu.
“Oğul
koş, ormana sığın!” diyebildi ancak,
Saltuk
ise, babasına bakıyor, gitmek istemiyordu, ama atasının son isteğini yerine
getirmese başına nelerin geleceğini de tahmin edebiliyordu.
Bu
yüzden olgun başakların çocuk boyunu aştığı bozkıra doğru koşmaya başladı, bir
ağaç duldası bulup olanları seyretti, gün batana kadar obadan kılıç sesi hiç
eksik olmadı. Atların toynak sesine karışan kılıç şakırtıları, kısa boylu ve
çekik gözlü adamların naraları, dillerini bilmediği bu insan azmanlarının
acımasızca korunmasız insanları nasıl katlettiklerini gördü.
Çocuk
aklıyla bunları zihnine öyle bir kazıyıp nakşetti ki bir daha oradan çıkmaz
oldu.
Anası
Aybatı da kılıçtan geçirilenler arasındaydı, Saltuk’un dünyası yıkıldı,
yüreğine kor bir acı düştü, tüyleri diken diken oldu, ne yapacağını bilemedi,
acısını anlatamazdı, bağırmak istedi ama sesi çıkmadı, boğazına düğümlenmişti
kelimeler. Bir çocuğun yüreğine dokunan sözcükleri bulamadı, o yaşlarda
hislerine tercüman olacak kelimelerden mahrumdu, ama hisleri ona her zaman bu
kötü hatırayı yaşamasına ve her keresinde de kâbuslu rüyalardan uyanmasına
sebep olacaktı. Bu yüzden kimi geceler çığlıklar atarak derin uykulardan
uyanacak, bu sıkıntısını hiçbir zaman atlatamayacaktı.
Obada
kadın çoluk çocuk kim varsa yakıp yıktılar. Sonra öğrendi bunların Kara loca
tarikatına çalışan yerli işbirlikçilerden özel suikastçılar olduğunu.
***
Boyunlarındaki
davulları çalan Ahi erenler, Rum abdallar olgun başakların arasında ağlayan
çocuğu gördüklerinde ne yapacaklarını bilemediler. Ona nasıl yaklaşacaklarını
bilemeyen ahilerin eli kolu bağlanmıştı. Karanlık tarikatın bir işi
olabileceğini Kerim Can fark etmiş, yanındakilere belli etmemeye çalışıyordu.
Yezidilerden bir farkları yoktu. Acımasız olduklarını duymuştu ama işi bu kadar
ileriye götüreceklerine ihtimal vermiyordu. Saltuk’u acıyla süzen Ahi nakibi
Kerim Can korkmamasını söyledi. Ona yardım edeceklerini ve bir zarar
vermeyeceklerini anlatmaya çalıştı.
“Bizden
sana zarar gelmez çocuk!”
“Bu
davulla haberleşiriz biz.”
“Gördüğün
davulları üç kere çaldın mı tehlike kapıya dayandı demektir. İki kere çalındı
mı tehlike savuşturuldu, rahat olun demektir.”
Saltuk
yaşadığı şoku atlatamadığından olsa gerek hep sessiz kaldı. Ahi grubuna katılıp
zaviyeye getirildiği vakit dahi konuşmadı. Yüreğindeki kor yara sıcaktı, Ahi
Kerem Can’ın tatlı dili bile ateşini söndürmeye yetmedi, yüreğindeki acıyı
dindiremedi.
Gözleri
çekik ve de intikam yüklü bu süvarilerin ne kadar acımasız olduğunu onun kadar
kimse bilemezdi.
Çavdarlı
süvarilerinin başı gaddar biriydi, babası Aytuğ’un yere devrilmesini fırsat
bilip nasıl üzerine çullandı, o vakit Saltuk'un içinden bir şeyler gitti,
yüreğinden bir şeyler koptu, Kara atlı süvari öldürmeden önce ondan bir şey
istiyordu, eğer onu teslim ederse canını bağışlayacağını söylüyor ama Aytuğ
Han'a kabul ettiremiyordu.
Canından bile vazgeçecek kadar değerli olan şeyi merak etti. Bu sırrın onunla birlikte mezara gitmesi gerekiyordu. Büyük sırrı bunca zaman taşımasını bilen bir ailenin soyundan geliyorlardı, sır eğer emin ellere geçmeyecekse mezara gitmeliydi demek ki.
Canından bile vazgeçecek kadar değerli olan şeyi merak etti. Bu sırrın onunla birlikte mezara gitmesi gerekiyordu. Büyük sırrı bunca zaman taşımasını bilen bir ailenin soyundan geliyorlardı, sır eğer emin ellere geçmeyecekse mezara gitmeliydi demek ki.
Saltuk,
obayı kılıçtan geçiren kara süvarilerin neyin peşinde olduklarını
öğrenemeyecekti.
Babasının anlatmasına fırsat vermemişlerdi çünkü.
Babasının anlatmasına fırsat vermemişlerdi çünkü.
Kemalettin Çalık, 09.08.2014,
Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark, Roman,