“Okumayı
bırakmış, hikâyeler yazmayı bir kenara atmışız.”
Hikâyeler,
destandan modern hikâyeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir. Yaşadığımız
topraklara geliş sürecimiz de hep bunlarla anlatılırdı bize… Halk hikâyelerimiz ise
toplumda iz bırakan olayları ortaya çıkaran halk edebiyatı ürünlerine
verdiğimiz addır. Halk hikâyelerimizin olaylar sarmalı gerçeklere dayanır,
kahramanlarımızın üzerine kuruludur ve toplumumuza mal olmuştur. Şu anda, yaşadığımız
topraklarda göçebe düzenden yerleşik düzene geçmiş bireyler olarak varlığımızı sürdürüyoruz.
Göçebe
dönemi yaşantımızda sözlü birikime dayalı toplum haline gelerek ata kültürüne
önem vermişiz. Sözlü ürünlerde ileri bir düzeye gelmiş olsak da o dönemde güçlü
bir mitolojiye sahiptik. Bu topraklara
geçiş sürecimizde oluşturduğumuz halk öykülerimizle, destansı ile modern dönem arasında
“gerçeklik kavramımızı yapılandırarak ” hikâyeleme sürecimizi oluşturduk. Ozanların
olayları konu alan şiirleri de halk hikâyelerine dönüşerek günümüz tarihine kadar
ulaşmıştı.
Hikâyeleme
sürecimiz göçebe ve yerleşik yaşam tarzı kazanımlarımıza göre gelişim
göstererek zaman içerisinde değişimler göstermiştir. Yerleşik kültüre geçtiğimizde kendimizi revize
etmiş, din olgusunu bu oluşumun içine çekerek yapısını kahraman kişilere
odaklandırıp sürekliliğini devam ettirebilmişizdir. Bize özgü kavramlar da İslami
çizginin içerisinde yol alarak devam etmiştir. Halk öykülerimiz yazınsal
değerler olarak var olsa da sosyal konum özelliklerine bağlı olarak da
aşamalardan geçerek günümüze kadar gelmiştir.
Günümüz
tarihinde toplumumuz yeni hikâyeler yazmak için çaba göstermiyor. Yukarıda
anlattığımız tarihsel evreni, günümüz hikâyeleme olgusuna yansıtarak
baktığımızda, Hikâye’nin daha derin irdelenmesi gerektiğini görürüz.
Yerleşik
düzene geçtiğimiz topraklarda artık göçebe yaşantımıza ait etkenler aktif
değildir. Uzun süreli tarih yazmış bir toplumun çocuklarıyız. Yeni kurduğumuz
yaşam şekli, bizi tarihi bağlarımızdan kopuk, atalarımızdan ve kahraman kişiliklerimizden
uzakta tutmuş, sadece arada sırada onları anımsayan insanlar haline getirmiştir.
Geçmiş
hikâyelerimizin üzerine yeni hikâyeler yazabilmemiz için yerleşik düzende
tarihe geçecek kahraman karakterlere ve sosyal yapılara ihtiyacımız var elbette…
Günümüz
sosyal yapısında bireyler hayata aktif olarak katılmaktadır. Gelişen teknoloji
ile adeta kendi hikâyelerini yazmaya çalışmakta, sosyal medya ortamlarında
günlük paylaşımlarda bulunarak kendi yaşam hikâyelerini anlatmaya uğraşmaktadırlar.
Üretme odaklı bir toplum haline gelmeyişimizin bunun üzerinde çok fazla etkisi vardır.
Bu, hikâye yazma konusunu da etik olarak, bilimsel bir mesele olarak içine alan
çok geniş bir mevzudur.
Yerleşik
düzendeki sosyal bilgi yapımız genel olarak karakterlere odaklanmıştır.
İçimizden birilerinin çıkarak çok şeyler başarması beklenmekte, beklentileri
karşılama durumlarına göre de kısa dönemli olumlu-olumsuz hikâyeler
oluşturularak sosyal olgular yıpratılmaktadır.
Bu kısa
dönem sürecini kırmanın yolu, oluşan sosyal olgunun uzun süreli devamlılığını
gerekli kılmaktadır. Kültürel genlerimizde kalıcı olan en önemli hikâyelerimizi
tarihi kahramanlarımız oluşturmakta, belleğimiz onların üzerine kayıtlar
yaparak ülkede ki sosyal olgularımızı yapılandırmaktadır.
Çok uzun
bir süre tarih yazmış bir toplumun çocukları olarak, bellekteki kayıtlarımızla,
günümüz yapay ortam hikâyeleri sürekli olarak çatıştığından sosyal yapı
olguları üzerine de düşünmüyoruz, düşünmediğimiz ve gelişim gösteremediğimiz
için tıkanıyoruz. Günümüz beklentilerini edindiğimiz maddi değerlere indirgedik
ve onlara âtıfta bulunarak yükseldiğimizi düşünüyoruz; bu beklentimizi de
siyaset kahramanlarına çevirmiş haldeyiz.
Okumayı
bırakmış, hikâyeler yazmayı bir kenara atmışız. Ne kadar kazanırsak o kadar
ediniriz ve kendi hikâyemizi yazarız diyerek çabalamak asla sosyal bir yapı
oluşturmaz. Böyle yaparak sadece tüketim toplumunun hikâyesine ve hikâye yazma
sosyal olgusuna katkı sağlamaktan öteye geçemeyiz. Dolayısıyla topluma
katacağımız hikâyeler de tüketilmiş hikâyeler olacaktır.
Yakın
dönem tarihi süreçte kalkınarak atağa geçme hamlelerimiz ve çalışmalarımızla
yeni kahramanlar çıkarttığımız bu günlerde, sosyal olgularımız oturmaya
başlamalı ve yeni hikâyelerimiz canlanarak tarihten gelen sürekliliğini devam ettirmelidir.
Bunun için toplum olarak çatışmak yerine işbirliği içerisinde hareket etmeli,
sosyal olgularımızı elbirliği ile yapılandırmalıyız ki yeni hikâyeler yazabilen
bir toplum haline tekrar gelebilelim.
‘Yeni Hikâyeler’
yazmak konusu içeriği itibarı ile uzun bir hikâye olacaktır. Ancak hepimize
mutlu bir sona inanmamız öğretildi. Biz de bu mutlu sona ulaşacak bir hikâye
yazmak zorundayız.
Duru Çağlayan, 13.08.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar