13 Ağustos 2014 Çarşamba

SA834/ÇY5-DÇ2: Tüketilmiş Hikâyeler’den Uzun Hikâye’ye Geçiş

“Okumayı bırakmış, hikâyeler yazmayı bir kenara atmışız.”


Hikâyeler, destandan modern hikâyeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir. Yaşadığımız topraklara geliş sürecimiz de hep bunlarla anlatılırdı bize… Halk hikâyelerimiz ise toplumda iz bırakan olayları ortaya çıkaran halk edebiyatı ürünlerine verdiğimiz addır. Halk hikâyelerimizin olaylar sarmalı gerçeklere dayanır, kahramanlarımızın üzerine kuruludur ve toplumumuza mal olmuştur. Şu anda, yaşadığımız topraklarda göçebe düzenden yerleşik düzene geçmiş bireyler olarak varlığımızı sürdürüyoruz.

Göçebe dönemi yaşantımızda sözlü birikime dayalı toplum haline gelerek ata kültürüne önem vermişiz. Sözlü ürünlerde ileri bir düzeye gelmiş olsak da o dönemde güçlü bir mitolojiye sahiptik.  Bu topraklara geçiş sürecimizde oluşturduğumuz halk öykülerimizle, destansı ile modern dönem arasında  “gerçeklik kavramımızı yapılandırarak ”  hikâyeleme sürecimizi oluşturduk. Ozanların olayları konu alan şiirleri de halk hikâyelerine dönüşerek günümüz tarihine kadar ulaşmıştı.

Hikâyeleme sürecimiz göçebe ve yerleşik yaşam tarzı kazanımlarımıza göre gelişim göstererek zaman içerisinde değişimler göstermiştir.  Yerleşik kültüre geçtiğimizde kendimizi revize etmiş, din olgusunu bu oluşumun içine çekerek yapısını kahraman kişilere odaklandırıp sürekliliğini devam ettirebilmişizdir. Bize özgü kavramlar da İslami çizginin içerisinde yol alarak devam etmiştir. Halk öykülerimiz yazınsal değerler olarak var olsa da sosyal konum özelliklerine bağlı olarak da aşamalardan geçerek günümüze kadar gelmiştir.

Günümüz tarihinde toplumumuz yeni hikâyeler yazmak için çaba göstermiyor. Yukarıda anlattığımız tarihsel evreni, günümüz hikâyeleme olgusuna yansıtarak baktığımızda, Hikâye’nin daha derin irdelenmesi gerektiğini görürüz.

Yerleşik düzene geçtiğimiz topraklarda artık göçebe yaşantımıza ait etkenler aktif değildir. Uzun süreli tarih yazmış bir toplumun çocuklarıyız. Yeni kurduğumuz yaşam şekli, bizi tarihi bağlarımızdan kopuk, atalarımızdan ve kahraman kişiliklerimizden uzakta tutmuş, sadece arada sırada onları anımsayan insanlar haline getirmiştir.

Geçmiş hikâyelerimizin üzerine yeni hikâyeler yazabilmemiz için yerleşik düzende tarihe geçecek kahraman karakterlere ve sosyal yapılara ihtiyacımız var elbette…

Günümüz sosyal yapısında bireyler hayata aktif olarak katılmaktadır. Gelişen teknoloji ile adeta kendi hikâyelerini yazmaya çalışmakta, sosyal medya ortamlarında günlük paylaşımlarda bulunarak kendi yaşam hikâyelerini anlatmaya uğraşmaktadırlar. Üretme odaklı bir toplum haline gelmeyişimizin bunun üzerinde çok fazla etkisi vardır. Bu, hikâye yazma konusunu da etik olarak, bilimsel bir mesele olarak içine alan çok geniş bir mevzudur.

Yerleşik düzendeki sosyal bilgi yapımız genel olarak karakterlere odaklanmıştır. İçimizden birilerinin çıkarak çok şeyler başarması beklenmekte, beklentileri karşılama durumlarına göre de kısa dönemli olumlu-olumsuz hikâyeler oluşturularak sosyal olgular yıpratılmaktadır.

Bu kısa dönem sürecini kırmanın yolu, oluşan sosyal olgunun uzun süreli devamlılığını gerekli kılmaktadır. Kültürel genlerimizde kalıcı olan en önemli hikâyelerimizi tarihi kahramanlarımız oluşturmakta, belleğimiz onların üzerine kayıtlar yaparak ülkede ki sosyal olgularımızı yapılandırmaktadır.

Çok uzun bir süre tarih yazmış bir toplumun çocukları olarak, bellekteki kayıtlarımızla, günümüz yapay ortam hikâyeleri sürekli olarak çatıştığından sosyal yapı olguları üzerine de düşünmüyoruz, düşünmediğimiz ve gelişim gösteremediğimiz için tıkanıyoruz. Günümüz beklentilerini edindiğimiz maddi değerlere indirgedik ve onlara âtıfta bulunarak yükseldiğimizi düşünüyoruz; bu beklentimizi de siyaset kahramanlarına çevirmiş haldeyiz.

Okumayı bırakmış, hikâyeler yazmayı bir kenara atmışız. Ne kadar kazanırsak o kadar ediniriz ve kendi hikâyemizi yazarız diyerek çabalamak asla sosyal bir yapı oluşturmaz. Böyle yaparak sadece tüketim toplumunun hikâyesine ve hikâye yazma sosyal olgusuna katkı sağlamaktan öteye geçemeyiz. Dolayısıyla topluma katacağımız hikâyeler de tüketilmiş hikâyeler olacaktır.

Yakın dönem tarihi süreçte kalkınarak atağa geçme hamlelerimiz ve çalışmalarımızla yeni kahramanlar çıkarttığımız bu günlerde, sosyal olgularımız oturmaya başlamalı ve yeni hikâyelerimiz canlanarak tarihten gelen sürekliliğini devam ettirmelidir. Bunun için toplum olarak çatışmak yerine işbirliği içerisinde hareket etmeli, sosyal olgularımızı elbirliği ile yapılandırmalıyız ki yeni hikâyeler yazabilen bir toplum haline tekrar gelebilelim.

‘Yeni Hikâyeler’ yazmak konusu içeriği itibarı ile uzun bir hikâye olacaktır. Ancak hepimize mutlu bir sona inanmamız öğretildi. Biz de bu mutlu sona ulaşacak bir hikâye yazmak zorundayız.


Duru Çağlayan, 13.08.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar









Seçkin Deniz Twitter Akışı