“Üzüldüğüm
için ağlıyorum. Ben öleceğim için herkese o kadar kötü davrandım ki..."
Wit Filmi ve Emma Thompson (1)
Kanser
olduktan sonra, ilk dikkatimi çeken film Emma Thompson'un müthiş oyunculuğu ile
dördüncü aşama yumurtalık kanseri olan bir edebiyat profesörünü canlandırdığı
film olmuştu. Emma Thompson filmin senaryosunu da yazmıştı. Nefessiz kalıp
uyuyamadığım gecelerin birinde rastladım bu filme. Benim rastladığım sahnede
Emma Thompson vicdan muhasebesi yapıyordu.
Filmin
CNBC'de gösterilme tarihi 17 Kasım 2011'di. Hemen Atila'ya bu filmi seyretmek
istediğimi söyledim. Mükemmel yol arkadaşım filmi ve alt yazısını ayrı
sitelerden bularak sabaha benim için hazırlamıştı. "Seninle birlikte
seyretmek istiyorum, istersen akşamı bekle" diyerek işe gitti sonra.
Dayanamayıp
seyretmeye başladım, ama sonra devam edemeyeceğimi anlayıp akşam Atila'nın
işten dönüşünü beklemeye karar verdim.
Sonra
devamını yazacağım inşallah...
***
Five filmi de beni etkiliyor (2)
Wit
filminden sonra, gazetede Jennifer Aniston ve Demi Moor'un da yönetmenliğini
yaptığı bir film olduğunu öğrendim. Filmin adı "Five" Filmde göğüs
kanseri olan beş ayrı kadının kanser hikayeleri beş kısa filmle anlatılıyordu.
Elbette
yine Atila'ya başvurdum. Filmin çekim tarihi daha yeniydi, ama benim kocam ne
yapar yapar o filmi benim için bulurdu, biliyordum. Öyle de oldu, sabah işe
giderken "filminiz masa üstünde hazır hanfendi:) diyerek ayrıldı evden.
Ağlayarak
seyrettim onu da. Ama bir şey çok önemliydi ne ben ne de diğer göğüs kanseri
olan kadınlar, hiçbirimiz yalnız değildik aslında. Kanser bizi müşterek bir
noktada buluşturuyor ve o noktada hayata tekrar ve yeni bir bakışla bakmaya
başlıyorduk. Bu tür filmler ya da hikâyeler kanser hastalarına güç veriyor ve
onlara yalnız olmadıklarını hissettiriyordu bence ki bu çok ama çok önemliydi.
Akşam
Atila ile birlikte tekrar seyrettik. Aynı sahnelerde yine ağlıyordum ve Atila
beni teskin ediyordu.
İlk filmde küçük bir kızın kanser olan
annesinden uzaklaştırılması anlatılıyor, küçük kızın adı Pearl yani inci.
Annesi kanserden öldükten sonra onu boynunda annesinin hatırası inci kolyesi
ile onkolog olmuşken görüyoruz.
Hikâyesi
olan kadınların hepsinin yolu bir şekilde Pearl'le kesişiyor.
Filmin
tamamını seyretmenizi dilerim. Five'da beni çok etkileyen bir sahneyi
aktarmadan geçemeyeceğim yine de. Kanserinin tedavi edildiğini öğrenen bir
kadın Pearl'ün karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Pearl şaşırmıştır,
sevinçten mi ağladığını sorduğunda "Hayır! der “Üzüldüğüm için ağlıyorum.
Ben öleceğim için herkese o kadar kötü davrandım ki..."
Aynı
kadın başka bir kesitte kendisi için cenaze merasimi provası yapmaktadır. Göğsünün üzerinde intraket takılıdır ve o
hâli ile öldükten sonra dostlarının ve ailesinin kendisi için neler
söyleyeceğini öğrenmek istemektedir. Çok eski bir arkadaşındadır sıra ve o daha
sahneye çıkar çıkmaz, ne kadar eski arkadaş olduklarından ve o güne kadar doğum
günleri vs. gibi her şeyi paylaştıklarından dem vurmaktadır ki kadın arkadaşını
susturur. "Sen sus, konuşma!" der ve fısıltıyla devam eder:
"Benimle hastaneye gelmene o kadar ihtiyacım vardı ki seni aramıştım
telefonla ve sen evde olmadığını söylettin ve bunu fısıltıyla da söylemedin.
Artık hayatımda yoksun!"
Evet,
işte böyle. Kanser olmak insana bazen yeni bakış açıları, yeni dostlar
kazandırdığı gibi, bazen de eski "dostları" hayatından çıkarmak için
bir vesile oluyor ki onların zaten dost olmadığını da acı bir şekilde kanserle
birlikte öğrenmiş oluyorsunuz.
Neşe Kutlutaş, 27.08.2014, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi,
25.02.2012)