27 Ağustos 2014 Çarşamba

SA856/FT26: Psikoanalitik Mantığın Kırılganlıklarında Çırpınan Kriminal Dehâ; Sherlock Holmes

“Hiçbir şey bariz bir gerçekten daha anlaşılmaz değildir.” 
Sherlock Holmes


Sinema’nın kategorik olarak estetik hâz duygusuna hizmet etmesi bir yana, senaryonun, kurgunun ve yönetmenin, uygun elemanlarla bir bütün hâlinde seyircide yaşattığı ritim duygusu çok önemli. Sinema ne hızlı ne de yavaş akışlar için iyi bir taşıyıcıdır; denge ister, seyirciye keyif aldıran bir denge…

Herhangi bir film, yönetmeninden, yerinde ve zamanında seyredenini koltuğundan kaldırıp filmin içinde yaşayan bir parçaya dönüştürmesi için gerekli ve yeterli olan akış hızını sağlamasını ister. İzlerken sıkıldığınız, bir an önce geçmesini istediğiniz sahneler -sizdeki keyfin boyutlarını/kalitesini dikkate almadığımızda - yönetmenin başarısızlığının en büyük kanıtlarıdır.

Sherlock Holmes filmi, karanlık fonun hâkimiyetine rağmen, seyredenine büyük keyifler aldıran bir film. Akışta rahatsızlık verecek, eleştirilecek en küçük sinematografik bir parça yok. Hatta, aksiyon sahnelerinde küçük seslerin desibel ayarlarıyla oynayan, onların duyulabilirlik aralığını yükselten teknik eleman filme ayrı bir heyecan katmış. Filmin birkaç müzik direktörüne sahip olması, konusunu sarıp sarmalayan notaların boks maçında folklorik melodilere, adrenalin gerektiren yerde klasik gerilim müziklerine dönüşmesi, çok özgün, övgüyle söz edilmeye değer bir kreasyon tasarlamış olmalarına yaramış. Müziğin örgüye kattığı artı değer, seyredeni filmin kahramanlarına daha çok yaklaştırıyor.



19. yüzyılın sonlarında yaşayan filmin kostümleri, zengin/asil, yoksul/ayaktakımı ayrımını çok net sınırlarla belirliyor. Sahneler ve dekorlar için İngiltere çok iyi imkânlara sahip; belki de bulunabilecek en iyi plato. Karanlık fona ve pasaklı kıyafetlere, güneş ışığını kullanmamasına rağmen görüntü yönetmeni dönem İngiltere’sini yansıtmak için sûni ışığı sırıtmadan kullanabilmiş. Özellikle bohem olmakla suçlanan Holmes’in odasında, boks maçında ve şatoda kullandığı teknikler gerçeklik duygusunu arttırmış.

Kamera, başından itibaren kurgunun seyrine bağlı olarak hareketli çekim modlarında kullanılmış. Köprüdeki sahnelerin çekimi seyir zevkini arttırmış. Yönetmen bazı çekimlerde kurguyu, Kurtlar Vadisi ve Ezel dizilerinde görmeye alıştığımız paralel akış tekniğiyle olgunlaştırmaya çalışmış. İlk akışta seyirciye izletilmeyen, ancak arka planda cereyan eden olayların sonradan yansıtılması filmin doğal mantıksal kurgusunu zorlamış gibi görünüyor.



Senaryo’ya gelince. Filmin en büyük zenginliği senaryosu. Ama bu zenginlik sadece Doyle’un karakterlerinin adlarının ve işlerinin/mesleklerinin alınmasından başka bir şey içermiyor. Filmdeki öykü Doyle’a ait değil. Anlatım da kitaplardaki gibi birinci tekil ağızdan değil.Titanların Savaşı’nda da rastladığımız bilinenden ve kaynaktan -kahramanlar dışında- bağımsız senaryo çalışmalarına filmin yönetmeni Guy Ritchie ve senaristler grubu da katılmış.

Doyle’ın Sherlock Holmes’in maceralarını anlattığı kitaplarında yüzyıl sürebilecek bir sinema serisi için gerekli olan her şey var; kullanılırsa tabi. Geçmişte birkaç macerası filme çekilmiş bulunan Holmes’in, James Bond ya da Indiana Jones gibi serileri çekilmedi.



Tıp Doktoru Arthur Conan Doyle’un yaşadığı dönemde okuyucularını birer Sherlock Holmes bağımlısı yaptığı bilinen bir gerçek. Bizde çok eleştirilen ve alay konusu yapılan film-gerçek ayrımını yapamayan, ölen dizi kahramanı için cenaze namazı kılacak kadar kendisini kaptıran avam, dönem İngiltere’sinde aynen var. Seri’nin sona ermesi gerektiğini düşünen Doyle, bir kitabında Holmes’in öldürülmesine karar verir. Ancak gelen tepkiler ona geri adım attırır ve sonraki kitapta Holmes ilginç bir şekilde diriltilir.

Senaryo’nun filmin her şeyi olduğunu iddia etmek abartılı gelebilir, ama başka bir şeyi kabullenmek mümkün değil. Sinema seyircisi uzun süredir yaşadığı hayata yakın, zekâsını zorlayan filmlere uzaktı. Matrix, sıradan sinema zekâsını zorlamıştı, ama gerçek değildi. Yerli sinemada da Ejder kapanı, benzer bir çabayı görmemizi sağladı.

En çok ilgimi çeken, Davinci Şifresi ile dikkatleri çeken gizli tarikat ve bu tarikatin Dünya’yı ele geçirme ve yönetme planlarının bu senaryo ile tekrar gündeme taşınmasını sağlaması.. Gerçi filmin sonunda kötü amaçlı Lord Blackwood ölüyor ve kötü senaryoları gerçekleşmiyor, ancak tarikatin varlığı ile ilgili son durumdan bahsedilmiyor bile. Şüphe kıvılcımları zihnimde dolaşmaya başlıyor bu gibi durumlarda.



19. Yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında söz konusu tarikatın İngiltere Başbakanlığına Yahudi kökenli Benjamin D’İsraeli’yi getirdiği ve akabinde 1. Ve 2. Dünya Savaşlarını çıkardığı şüphesi dikkate alınırsa; tarikatın dağılmadığından, aksine kendi hedeflerine uygun tasarımları uygulamayı başardığından bahsedilebilir.

Benjamin D’İsraeli, 19. yüzyıl'ın ikinci yarısında İngiliz siyasetinin, Liberal Partili William Gladstone ile birlikte en önemli ismiydi. Muhafazakâr Parti'nin önde gelen liderlerinden biriydi. 1870 ve 1880 yılları arasındaki başbakanlığı döneminde İngiliz aristokratlarını da arkasına alarak İngiltere siyasetini kontrolü altına almıştı. Kraliçe Victoria'nın en çok değer verdiği siyasetçiydi. Seçimlerde ezeli rakibi Gladstone tarafından yenilgiye uğradıktan sonra siyaset sahnesinden silindi.

Hatırlatmalıyım Sherlock Holmes’in köpeğinin adı Gladstone…

Sherlock Holmes filminin senaristlerinin D’İsraeli’nin rakibinin adını bir köpeğe vermesi hangi tarafta yer aldıklarını göstermeye yarayabilir… Filmde detaylarına inilen konu best seller hâline gelen kitaplarla insanların kafalarına sokuşturulan bir konu. Masonik ayinde tarikat Lideri Yargıç’ın Lord Blackwood’un annesi ile ayin gereği girdiği gayri meşru ilişki (Miş'li geçmiş zamanda anlatılan bu sahne Da Vinci Şifresi’nde de var) den doğmuş ‘lanetli bir çocuk’ olduğu Yargıç tarafından bizzat itiraf edilmektedir. Senaristler ya da yönetmen altı köşeli Davut Yıldızı yerine beş köşeli bir yıldız kullanarak vakıf oldukları gizli yapılanmayı örtmeyi amaçlamışlar gibi duruyor.

Bu durumlarda her zaman sorduğum soru şu; Neden?



Film bize bu tür tarikatlerin var olduğunu ve tehlikeli olduklarını, bunlara karşı savunma refleksleri geliştirmemizi mi istiyor? Yoksa bu tür tarikatlerin bizi yönettiklerine inanmamızı sağlayarak, çaresiz olduğumuzu bilmemiz gerektiğini mi zihnimize aşılıyor?


Köpekten alıyoruz haberi. D’İsraeli’yi yıkan Gladstone’un adı köpeğe verilmiş. O halde film tarikat propagandası yapıyor diyebilir miyiz? Çok mu abarttık?(Minik Bir not: Gladstone' a göre Türkler, "insanlığın dev bir insanlık dışı numunesi" dir.)
Filmin kullandığı klasik kurgu fizik/metafizik, rasyonel/romantik, teist/ateist ikilemi ve karşıtlığında tercihe zorlanan psikoanalitik çözümlemelere de hizmet ediyor. Holmes’le Diyalektik mantık, mistisiszme karşı zafer kazanmış gibi görünüyor, ama sanıldığı gibi değil. Mistik güçlere sahip olduğunu, aldatarak göstermeye çalışan bir sahtekârı alt ediyor Holmes; tarikatin inandığı saçmalıkları çürütmüyor.

Holmes, şeytani ayinlerine kurban ettiği beş kadından sonra altıncıyı kurban etmek üzereyken yakaladığı, asılarak öldürülme cezasına çarptırılan, asılmadan önce kendisini görmek isteyen Lord Blackwod’a:“Senin fırça vuruşlarındaki suç dehâlığı gözümden kaçmadı. Ne var ki; mahzen mezardaki eserin daha çok parmak boyamaya benziyordu.” dediğinde Blackwood:“Yani bunların ardında daha güçlü bir şeyin olup olmadığını öğrenmek için mi geldin?” diye soruyor. Holmes: “Evet!” diye cevap verince de, Holmes’i okültik bir santrafüje sürüklüyor: ”Bizi bir araya getiren dünyevî bir şey olduğunu düşünerek yanlışa düşüyorsun. Hükmündeki hata fırçayı tutanın ben olduğumu sanman… Ben sade bir aracıyım.”

Holmes sakince cevap veriyor: “Tek arzum seni yakalamaktı: Beş hayat daha kurtulmuş olurdu.” Mistik bir ses tonuna bürünen Lord: “O canların alınması zaruriydi… Kurban… yaşarken gereksiz olan varlıklar daha yüce bir amaca hizmet etmiş oldular.” diyor parmaklıklar arasından. Holmes alaylı bir tavırla devam ediyor: “Acaba beynini parçalama işini Watson’la bana verirler mi? Asıldıktan sonra tabi… Eminim beynin bilimsel açıdan önem teşkil edecek kadar sakattır. Bu şekilde sen de yüce bir amaca hizmet etmiş olursun.”



Son vuruşu yapmak istiyor Lord Blackwod: “Holmes at gözlüklerini çıkarmalısın… Seninle ben doğanın seyrini kökten değiştirecek bir yolun yolcusuyuz. Ama taktığın bu mantık maskesinin ardında beni kaygılandıran bir kırılganlık seziyorum. Zihnini güçlendir Holmes, bana lazımsın…Üç can daha gidecek ve bunu engellemek için yapacağın hiçbir şey yok. Bunun boyunu aşacağını kabul etmelisin. Bunları mümkün kılanın kendin olduğunu fark ettiğinde aklını kaybetmek için hiçbir engel kalmayacak.”

Lord’un bu tehdidi filmin ilerleyen karelerinde Holmes için bir mesleki gurur meselesi hâline gelecek ve Holmes, Baker Street’teki evininkirasını veremeyecek kadar yoksul olmasına rağmen dirildiği iddia edilen Lord’un yakalanması için teklif edilen parayı reddedecektir.

Sherlock Holmes duruşu klasiktir. “İnsan gerçeklerden yola çıkıp teori üreteceğine teoriden yola çıkarak gerçekleri çarpıtır.” Dolandırıcılıkla geçinen ve kendisini zekâsıyla iki kez aldatan eski sevgilisi İrene Adler ona: ”Neden bu kadar kuşkucusun?“,diye sorduğunda aldığı cevap didaktiktir: “Alfabetik olarak mı, kronolojik olarak mı?”

Halkı dirildiği iddialarına inandırmaya çalışan Lord Blackwod’un bunu nasıl yapabildiğini anlamaya çalışan ve teoriler üreten Watson’a: “Veri elde etmeden böyle bir şey iddia etmek büyük hata. Bu yöntemle insan gerçeklerden yola çıkıp teori üreteceğine teoriden yola çıkarak gerçekleri çarpıtır.” derken de Sherlock Holmes anlatısının fosforik temasını işlemektedir.

Filmin başarısındaki aslan payını Sherlock Holmes’i oynayan Robert Downey Jr’a ayırarak Hollywood’un orman yasalarını ihlal edebiliriz. Downey Jr, bir Hollywood kurbanı, Yönetmen Robert Downey Sr’un oğlu. Sahte dünya Hollywood’un mahvettiği çocuk oyunculardan biri.

Uyuşturucu ve alkol bağımlısı Holmes’i canlandırabilecek mükemmel bir tıpkıbasım karakter; adli suç dosyası kabarık bir oyuncu. Hârika bir performans sergiliyor Robert Downey Jr. Mantığın sınırlarında gezinirken alışkın olduğu bir alanda golf oynar gibi rahat; yüzündeki kıvrımlar inanılması güç deneyimleri büyük bir keyifle yansıtıyor.

Zaman kavramı yok, dağınık; hizmetçisine ”Dokunma! Her şey yerli yerinde, her zaman olduğu gibi, cadı!” diye terslenirken de Downey Jr. kendisini oynuyor: ”Kafam ancak çözülecek sorun, yapılacak iş olduğunda yerine geliyor. Ne kadar çabuk o kadar iyi.”

Altı saat uğraşarak tek tek yakalayıp cam tüpe koyduğu sineklerin notalarla hareketlerinin değiştiğini gözlüyor: ”Eğer bir kromatlık gam çalarsam ölçülebilir bir tepki oluşmuyor. Eğer ahenksiz bir ezgi çalarsam, saat yönünün terine eş merkezli çemberler çizerek uçuyorlar…Bu sistematik bir sürü. Watson…bu olağanüstü; müziği kullanarak kaos halinden düzen oluşturmayı başardım.”

Yine deneylerinden birini köpeği üzerinde uygularken yakalanıyor Watson’a… Türkiye’de yetişen 'Ormangülü’nden elde edilen ve geçici felçlik oluşturan, nabzı durduran bir ilacı kullanarak Dr. Watson’u kendisinin ölmüş olduğu yanılgısına sürükleyen Lord’un hilelerini deşifre ediyor.

Jude Law, her zamanki gibi ikinci adam rollerine alışkın; fakat oyunculuğu zekâsı, Holmes’in yanında yetersiz kalmıyor.

Holmes’le Watson’un mezarlıktan çıkarken dudaklarından koro hâlinde yükselen yemin bana Saint George filmini hatırlatıyor: “Kulak ver ruhuna ve peşine düş bu iddianın. Harry, İngiltere ve Saint George için Tanrı’ya yakar!” Saint George, İngiltere’nin de koruyucusu olan, yarı mitolojik bir Hıristiyanlık azizi.

Bu film okültik santrafüj ve psikoanalitik mantık çatışması denemesinden başka bir şey değil. Görünür sonuç bize psikoanalitik mantığın başarılı olduğunu anlatıyor olsa da; Sherlock Holmes hâlâ depresyonda, hâlâ alkol ve uyuşturucu kullanıyor.


Faruk Tamer , 08.07.2010, Görsel Eleştiri- Visual Critique XVII

Faruk Tamer Yazıları


Film ile İlgili Teknik Bilgiler:

Yönetmen: Guy Ritchie
Senaryo: Simon Kinberg, Lionel Wigram, Mike Johnson, Anthony Peckham, Michael Robert Johnson
Senaryo (Kitap): Arthur Conan Doyle
Müzik: Hans Zimmer ,
Edisyonal Müzik: Lorne Baff
Oyuncular: Robert Downey Jr (Sherlock Holmes), Jude Law (Dr John Watson), Rachel McAdams (Irene Adler), Mark Strong (Lord Blackwood), Eddie Marsan (Müfettiş Lestrade), Robert Maillet (Tarak), Geraldine James (Bayan Hudson), Kelly Reilly (Mary Morstan), William Houston (Memur Clark), Hans Matheson (Lord Coward), James Fox (Sir Thomas Rotheram), William Hope (Büyükelçi Standish), Clive Russell (Kaptan Tanner), Oran Gürel (Reordan), David Garrick (McMurdo)
Görüntü yönetmeni: Philippe Rousselot
Sanat Direktörü: Nial Stewart, James Foster
Editör: James Herbert
Kostüm tasarımcısı: Jenny Beavon
Görsel efektler: Mark Holf
Özel görüntü efektleri- superviseur: Chas Jarrett
Makyaj ve saç tasarımcısı: Chiristine Blindeel
Filmin Türü: Aksiyon, Gerilim, Gizem, Suç
Orijinal Adı: Sherlock Holmes
Yapımcı: Joel Silver, Susan Downey, Bruce Berman, Lionel Wigram, Dan Lin
Yapım Yılı: 2009
Yapım Ülkesi: ABD, Almanya, Avustralya, İngiltere
Web Sitesi: http://sherlock-holmes-movie.warnerbros.com/dvd/index.html
Orijinal Dili: İngilizce
Dağıtım: Warner Bros Pictures
Vizyon Tarihi: 24.Aralık 2009 -15 Ocak 2010 (Türkiye)
Süresi: 128 dakika




Not: Gladstone ‘a eşlik edercesine bir oyuncu seçimi var. Filmdeki en çirkin karakteri oynayan aktörün adı: Oran Gürel (Reordan). İlk kez merakla izlediğim jeneriğin sonlarına doğru da şöyle bir şey gördüm; VFX 20 Artist: Duygu Gün Yargıcı. Belki ilginizi çeker.

Seçkin Deniz Twitter Akışı