“Buna
Hilafet ya da Padişahlık etiketli kara büyü seansları yapanların aklı ermiyor
olsa da, Türkiye, Yeni Türkiye olmaya devam ediyor.”
Erdoğan’ı
bugün suhûletle Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş görünce bir devrin kapandığını,
yepyeni bir devrin başladığını da görmüş olduk. Dönemin sonradan seks kasetiyle
görevinden istifa etmek zorunda kalacak olan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın
2007’de neredeyse çatlarcasına bağırarak, “Sakın ha Cumhurbaşkanı adayı olma,
sakın ha Cumhurbaşkanı olma!” dediği günden bugüne Erdoğan’ı yok etmek için çok çabaladılar. Erdoğan o gün
Cumhurbaşkanı adayı olmadı. Korktu mu? Hayır; Türkiye’nin kurum ve kuruluşları
ile, siyasetçileri ile henüz olgunlaşmadığını düşündü. Abdullah Gül’ü
Cumhurbaşkanı olarak köşke taşıdı.
28
Ağustos 2014 günü yemin töreninden, Erdoğan salona girmeden az önce Meclis’te,
CHP'li Engin Altay kasıtlı bir tüzük tartışması başlattı ve anayasa kitapçığını
Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e fırlattı. Bu çaresizliklerinin dışavurumuydu.
Ardından CHP’li milletvekilleri yüzlerce yerli yabancı devlet adamı ve konuğun
gözleri önünde meclisi terk ettiler. Cumhuriyet’in 91 yıllık trajedisi olan CHP
hazin bir gösteriyle tarihe kişiliğini onaylattı.
Erdoğan’ın
yemin töreni birçok ilkten müteşekkildi. Yabancı devlet ve hükümet başkanları,
emirler ve temsilciler vardı. Eski Dışişleri Bakanlarından İlter Türkmen,
“Cumhurbaşkanı seçildiğinde diğer ülkelere davetiye gönderildiğini
hatırlamıyorum. Başka ülkelerde böyle merasimler yapılmıyor. Son Fransız
cumhurbaşkanı Hollande olduğunda da böyle bir şey olmadı. Böyle davetler de doğru
değil, krallıklar böyle davetler yapar. Cumhuriyetler yapmaz. Krallar taç
giyerken bütün akrabalarını çağırır. Bizimki cumhuriyet. Bu davetler
Türkiye’nin ne kadar destek gördüğünü göstermek için yapılıyor. Biraz gövde
gösterisi.” diyerek monşer tutkulu bir romantizmle ve
nostaljik kalıplarla Erdoğan’ı eleştiriyordu.
Emekli Büyükelçi
Temel İskit de sıradaydı: “Davetli listesi Türkiye’nin prestij düzeyini
yansıtır. Ancak, özellikle Batı ve Amerika nezdinde Türkiye’nin dış dünyadaki
imajı çok yıprandı. Cumhurbaşkanı olmak veya devralmak bir ülkenin iç işidir
ancak iddialı ülkeler diğer ülkeleri davet ederler. Mesela Amerika Başkanlık
devrinde böyle bir şey hatırlamıyorum. Bir cumhurbaşkanlığı değişiminde dünyaya
davet çıkarıp, ‘Ne olur gelin’ demek bir riske girmektir. Bu davet edilenlerin
gelmemesi gibi bir risk var. Davetlilere baktığınızda, Orta Asya ülkeleri,
Katar gibi ülkeler. Batı dünyasından kimse yok. Türkiye’nin imajına paralel
düşen bir katılım görüyorum ben.”
Bu iki
açıklama eski Türkiye’nin, her an tehdit eden kolonyalist kirli beyazların
komplekslerine sahipti, bu yüzden tarihe iliştirdim. Erdoğan yaptı oldu; ne
sakıncası vardı? Bush “Ya bizdensiniz ya da terörist!” dediğinde kimi muhatap almıştı?
Müslüman ülkelerin liderlerinden başka kim vardı hedefinde? Venezuela mı, Kuzey
Kore mi? Erdoğan, neden “Ya bizdensiniz ya da katliamcı, soykırımcı emperyalistlerden
yana mısınız?” diye sormasın ki?
Katılımcılara
bakılırsa Erdoğan risk almak bir yana, teknik bir ayrışma oluşsun diye böyle
bir uygulamaya gerek duymuştu, bunu anlıyorduk. Erdoğan 'ın yemin etme ve devir
teslim törenine yabancı devletlerden 5′i devlet başkanı, 9′u cumhurbaşkanı, 8′i
de başbakan seviyesinde katılım sağladı. ABD törenlere maslahatgüzar
seviyesinde temsilci gönderirken, İngiltere ve Fransa’dan katılım yoktu.
Törende Türkmenistan
Devlet Başkanı Gurbangulu Berdimuhammedov, Benin Devlet Başkanı Thomas Boni
Yayi, Ukrayna Devlet Başkanı Pedro Poroşenko(Katılamadı), Kazakistan Devlet
Başkanı Nursultan Nazarbayev, Togo Devlet Başkanı Faure Essozimna Gnassingbe,
Libya Temsilciler Meclisi Başkanı (Devlet Başkanı seviyesinde) Aguila Saleh
Issa Quaider, Katar Emiri Tamim Bin Hamad Al-Thani, Bulgaristan Cumhurbaşkanı
Rosen Plevneliyev, Moldova Cumhurbaşkanı Nicolae Timofti, Makedonya
Cumhurbaşkanı Gjorge Ivanov, Arnavutluk Cumhurbaşkanı Bujor Nishani, Somali
Cumhurbaşkanı Hasan Mahmud, Kosova Cumhurbaşkanı Atifete Jahjaga, Gambiya
Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Isatau Nije Saidy, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş
Eroğlu, Etiyopya Cumhurbaşkanı Mulatu Teshome Wirtu ve Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı
Konsey Başkanı Bakir İzzetbegoviç vardı.
Azerbaycan
Meclis Başkanı Otkay Esedov ve Fildişi Sahili Millet Meclisi Başkanı Guillaume
Kigbafori Soro, Cezayir Ulusal Konsey Başkanı Abdelkader Bensalah ve Gana
Devlet Başkan Yardımcısı Kwesi Amissah Arthur, Romanya Başbakanı Victor Ponta,
Belarus Başbakanı Mikhail V. Miyasnikovich, Gabon Başbakanı Dainel Ona Ondo,
Gürcistan Başbakanı Irakli Garibashvili, Pakistan Başbakanı Navaz Şerif, Ürdün
Başbakanı Abdullah Ensour, Tacikistan Başbakanı Qohir Rasulzoda, Nijer
Başbakanı Brigi Rafini ve Fas Hükümet Başkanı Abdelilah Benkirane de ülkelerini
temsil ettiler.
Almanya
İçişleri Bakanı Karl Ernst Thomas de Maiziere, Singapur Başbakan Yardımcısı Teo
Chee Hean, Bangladeş Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Shahriar Alam,
Hollanda Dışişleri Bakanı Frans Timmermans, İran Dışişleri Bakanı Mohammed
Javad Zarif, Rusya Dışişleri Bakanı Sergev Lavrov, Burkina Faso Dışişleri
Bakanı Djibril Bassole, Umman Dışişleri Bakanı Yusuf Bin Alawi, Güney Sudan
Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Barnaba Marial Benjamin, Meksika
Dışişleri Bakanı Jose Antonio Meade Kuribrena, Macaristan Dışişleri ve Dış
Ticaret Bakanı Tibor Navracsics, Suudi Arabistan Dışişlerinden Sorumlu Devlet
Bakanı Nizar Bin Obaid Madani, Özbekistan Dışişleri Bakanı Abdulaziz
Khafizovich Kamilov, Komolar Dış İlişkiler ve İşbirliği Bakanı El-Anrif Said
Hassane, Tunus Cumhurbaşkanlığı Bakanı Adnen Manser, Maldivler İslam İşleri
Bakanı Mohammed Shaheem Ali Saeed, Venezuella Ulaştırma Bakanı Haiman El
Tourdi, Cibuti Eğitim Bakanı Djama Elmi Okieh, Endonezya Devlet Bakanı Dipo
Alam, Moğolistan Milli Savunma Bakanlığından üç kişilik heyet hem mecliste hem
de köşkteydi.
Erdoğan,
küresel bir intifadanın başkahramanıydı; ancak elbette bu 12 yıllık
mücadelesinin bir sonucu olarak, sömürülenlerin, ezilenlerin ve darbelerle, iç
savaşlarla her şeylerini kaybedenlerin küresel devler karşısında yalnızlığını
tescil eden bir temsil değildi, sonraki zamanın, yani 21. yüzyılın “Evet, ABD’ye
rağmen, Siyonist/kabalist bir acımasızlığa rağmen yapabiliriz!” umudunun
somutlaşmış bir hâliydi.
Erdoğan’ın
yemin töreni ve Köşk’teki devir-teslim töreni ertelenmiş bir meydan okumanın
kimler tarafından desteklendiğini, kimler tarafından da ‘kronik bir nefretle’
karşılandığını görmemizi sağladı. Kimi ülkeler ABD’nin hışmından korktular,
kimi ülkeler de bu hışımdan çektikleri acıların tortularıyla Erdoğan’ın meydan
okumasına destek verdiler. Küresel ayrışma başlamıştı ve sürecekti. Erdoğan’ın
sonraki 10 yıl da yapacağı en etkili ve iyi şey, bir idealdi; barış ve huzur
içinde yerel ve küresel refah.
Mısır’da
Sisi’nin yaptığı ABD-AB destekli askerî darbeye karşı çıkan, Suriye’de Esed’in
iki yüz elli bin masumu katletmesine tahammül edemeyen, İsrail’in Gazze’de
uyguladığı açık soykırıma karşı her an aktif olan Erdoğan, bunu devir teslim
töreninde konuklarıyla paylaştığında uzunca bir süre alkışlandı. Gelmeyenler,
bu gerçeği dinlememek için gelmediler, bunu tarih çok iyi biliyor. Erdoğan,
Başbakan olduğu ilk günden bu yana BM’yi, BMGK’yı, AB’yi açık bir şekilde
eleştiriyor ve onları katliamlara ortak olmakla suçluyordu.
Emekli Büyükelçi
Temel İskit’in, “Özellikle Batı ve Amerika nezdinde Türkiye’nin dış dünyadaki
imajı çok yıprandı.” derken tespit etmemizi sağladığı o küçültücü aşağılık
virüs, insanların kanlarını emen, emeklerini ve yer altı zenginliklerini her
türlü pahaya rağmen zorla ellerinden alan, gasbeden gangsterlerin gözündeki
imajımızın yıpranmasa nasıl olacağını merak bile ettirmeyen bir virüstü.
Çünkü
kolonyal kirli beyazların gansterlerin gözündeki itibarı ancak acınılacak
embedded bir itibardı; gangsterlerin artıklarıyla beslenen köpeklerin
itibarından farksız bir itibardı; itibarsızlığın en sefil olanıydı. Erdoğan bu
itibarsızlığı elinin tersiyle ittiği için askeri darbe kumpaslarıyla, Gezi
Terörü’yle, 7 Şubat, 17-25 Aralık suikastleriyle 30 Mart, 10 Ağustos
seçimlerindeki kirli ittifaklarla ve 12 yılda sayısız fiziksel suikastle yok
edilmek istendi. Bütün bunların hepsi Erdoğan’ın yemin ve
devir-teslim törenine katılmayan ABD ve AB ülkeleri tarafından organize
edilmişti. Ve elbette yenilgilerini kutlamaya katılmayacaklardı.
Tarih yazmaya
devam ediyor. Gazze’nin masum insanları keskin nişancılarla tek tek avlanırken
susan, sırtını dönen aşağılık dünya hakkında çok fazla düşünmeye gerek yoktu.
Erdoğan monşerlerce, kolonyal devşirmelerce inanılmaz bulunan kahramanlığı ile
kendisi için düşünmemize imkân tanıyor. Sonucunu merak bile etmediğim, Erdoğan’ın
kazanacağından kesinlikle emin olduğum Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde
yaşananlar, benim açımdan tiyatro gösterisinden başka bir şey değildi. Herhangi
bir sokak kavgacısı seviyesinden öteye gidemeyen muhalefet profili batılı organizatörlerin
birer oyuncağı gibi davranmaktan hiç rahatsız olmamıştı.
Yorgun
birkaç aşağılık yüzyılın ardından Allah elbette bazı kullarını bazı kullarıyla
def edecekti; buna iman etmiştik. Muhakkak ki; yemin töreni sürecinde olanlar
özgüveni sağlam bir ülkede olanlar değildi; fakat daha alacağımız çok yol var. İdeolojisi
tarihe karışmış eski liderlerin ürettiği portfolyo dosyalarına bakıp yemin etme
ve panteon ziyaret dönemleri artık eskide kalmalı.
Türkiye’de
insanlar yaşadıkları yüzyılın en kaliteli, en demokratik sonuçları ile tek tek
bütün strateji oyunlarını yenip çöpe atmaya alıştılar. Geçmişin tüm faşist
uygulamalarından, bugüne dek hayatlarından söküp attıkları gibi, arta kalanları
da söküp atacaklar. Buna Hilafet ya da Padişahlık etiketli kara büyü seansları
yapanların aklı ermiyor olsa da, Türkiye, Yeni Türkiye olmaya devam ediyor.
Recep Tayyip
Erdoğan’a selam olsun.
Allah ondan sağlık, afiyet ve huzuru
esirgemesin.
Arif Şahin, 28.08.2014, Sonsuz Ark,
Şaşkınların Tarihi 50