“Filmlerle
beynimize çakılan algıların ne kadarını kontrol edebiliyoruz?”
Bugün zaman ayırıp
da gidemediğim bir filme gittim. “Lucy’nin Beyni ”ne.
Sanatı her
yönüyle takip edip algılamayı, analiz etmeyi hep sevdim. Hollywood filmlerinin bizleri
sardığı ilk yıllarda gerek TV’lerde gerek sinemalarda koştura koştura
izlediğimiz macera ve bilim kurgu filmleri gelir aklıma, her perdeye ilk
bakışımda.
Onlardan
nasıl etkilendiğimiz, neleri kafamıza yerleştirdiğimiz, neleri örnek aldığımız.
Arnold ya da
Sylvester filminden çıkan ergen çocuklar, liseli delikanlılar gelir gözümün önüne,
komik görünürlerdi. Sanki bütün filmde kendileri oynamışlar. Kendileri kötü
adamları silahlarıyla taramışlar, taklalar atmışlar, çatılardan uçmuşlar gibi
çıkarlardı sinemadan.
O anki ruh
haliyle omuzları kalkar, cepheye gidecek delikanlılar gibi davranırlardı etrafındakilere.
Genç kızlarsa kendilerini o cengâverin sevdiği bayan kahramanının yerine
koyardı netice itibari ile. Bu ruh halleri farklı gelirdi bana, ısınamazdım bir
türlü insanların üzerindeki etkilerine. Bu yüzden bilim kurgu ya da fantastik
filmler daha çok dikkatimi çekmiştir. Hayal gücünü zorlayan hikâyeler.
Adını ve
konusunu okuduğum zaman Lucy’nin Beyni filmi de böyle çağrıştırdı kendini. Matrix
filmini andırıyordu. Ancak o da 3. ve son serisinde hayal kırıklığı yaşatmıştı bana.
Konuyu kendi inançlarına bağlamaları, Hristiyanlıktaki (üçleme) teslis olayıyla
kahramanları tanımlamaları ve sonlandırmalarıyla film bilim kurgu özelliğini
kaybetmişti gözümde en nihayetinde.
Bu filmin felsefesi de, bir müzede insana evirilen ilk
dişi maymuna Lucy adı verildiğinin vurgulanması ile akmaya başladı. Ve Varoluş sahneleri ile süslendi perde.
Darwin Teorisi denkleminde insanların varlığından beri, beyninin % 10’nunu kullandıklarını
iddia ederek devam etti. Lucy yanlışlıkla vücuduna karışan esrar maddesi ile
beynini kullanma oranını artırıyor. Bu süreçte eylemde artıyor ve Lucy’nin beynini
kullanma kapasitesinin % 100’üne ulaşması ile son buluyor.
Filmin
kurgusunda Darwin’den başlayan teori, insanoğlunun bilgiye sahip olmasıyla beraber
üreme yoluyla aktarım metodunu tercih ettiğini söylüyor.
Bunu bir
Profesör anlatıyor, teoriye inanmayanlar olduğunu söylüyor. Ve diğer
profesörler kocaman kahkahalar atıyor perdeden izleyicilere…
Esrarın ürettiği
etki arttıkça Lucy inanılmaz bir kahramana dönüşüyor. Tüm dünyayı, frekansları,
canlıların enerjilerini hissetmeye başlıyor, bedenindeki akış hızlandıkça gücü
artıyor. Bu arada profesörle bağlantı kuruyor haliyle, sonunun ne olacağını
öğrenmek için.
Profesörümüz “Hücre ya kendini yeniler ya da ölümü tercih eder” diyor. O da kendisini değiştiren maddeye daha çok sarılıyor. Sonunu tahmin etmeye başlayarak, bilginin gücüne erişiyor.
Bilgiyi
soruyor Profesör Lucy’ye, o da “İnsanlar ölçü birimi ile yönetilemiyorsa zaman
tek gerçek ölçü birimidir” diyor. Profesör “insanlar güce ve kara çok
şartlandılar. Daha bu kadar bilgiye hazır değiller” diyerek, devam ediyor
teorilerine.
Kendini
maddeye oradan da enerjiye çeviren Lucy matris düzlemine geçiyor. Dünyanın
farklı noktalarına, zamana, tarihe ve en sonunda da evrene ulaşan Lucy, beyin gücüyle
kapsıyor tüm her şeyi. Sonra hızlıca geri dönerek bayan maymunu buluyor ve yavaşça
ona dokunuyor.
Film “Acaba
Lucy Tanrı mıdır?” Sorusunu akılda bırakan sahneyle bitiyor.
Gözlemlerim ve analizim filmin içeriğine yönelik
değil, değindiği felsefelere. Bu noktaları hatırlayarak çıkıyorum filmden, sonra ben de merakımdan kendi
araştırmalarımı yapıyorum eve varır varmaz.
Bir makaleye
rastlıyorum konuyla ilgili. Makalede “Beynimizin yüzde
kaçını, nasıl kullanıyoruz?” sorusunu Cambridge Üniversitesi Psikiyatri
kliniğinde Nörobilim üzerine Doktora yapan Dr. Muzaffer Kaşer cevaplıyor.
“Beynin yüzde 100’ünü kullanıyoruz. Beyin
görüntüleme araştırmaları sayesinde beynin bir bütün halinde çalıştığını,
bağlantıların etkileşim halinde olduğunu ve bir görev yapılmadığında dahi arka
planda çalışan aktivitesi bulunduğunu biliyoruz. Parmağımızı şaklattığımızda
dahi beynimizin yüzde 90’ını çalıştırıyoruz. Zaten vücudun enerjisinin
büyük kısmını kullanan bir organın, çoğunun çalışmadan kalması yaşamla
bağdaşmazdı.” “Yanlış
bilgilerde kişisel gelişim kitapları etkili”
diyor Kaşer.“Kişisel gelişim” adıyla çıkan kitapların, özellikle modern
çağda insanların iş hayatındaki sorunlarına yönelik popüler kültür ürünleri
olduğunu söyleyen Kaşer, bu kitapların yanlış bilgilerin yayılmasında çok büyük
payı olduğunu da kaydediyor.”(1)
Sonra
düşünüyorum haliyle. Hollywood filmlerinin oynadığı algılarımızla düşünce, mantık
ve soyutlama gibi daha karmaşık zihinsel eylemlerinde, izleyici olarak bizler beynimizin
yüzde kaçını kullanıyoruz?
Darwin
teorisini kabul etmezsek, nasıl aşağılanacağımızı mı düşünüyoruz?
Esrar
kullanarak beynimizin % 100’ünün tam kapasite çalışacağını mı?
Sonrasında
evrene ulaşıp tanrılaşacağımızı mı?
Ve daha
beynimize çakılan pek çok şey...
Ye, iç, sev
filminde içindeki arayışlardan ötürü “Hamd ve Şükür” kavramını ve Hindistan
tapınaklarında bulmaya çalışan Julia Roberts’ın filmini hatırlıyorum devamında.
Aklımıza ve ruhumuza yamanmaya çalışılan o kadar çok şey var ki…
Hollywood sektöründen
kamaşmış gözlerle beynimize kopyalanan algılar. Oysa kola ve cips paketleri
arasına sıkışmış hayatlar bunlar. Hepsi bir bütün sektör değil mi bunların?
Neyse ki
diyorum içimden Müslümanım ve Yaradan’ın kelamı Kuran’a sahibim. O zaten bana
bunları anlatıyor her sayfasında. Hollywood’ un beynime çakacağı felsefelere
ihtiyacım yok çok şükür, varoluşumun sebebi ortada, açık ve net. 20. Sure (Tâhâ Suresi), 121. Ayette, “Bunun
üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler” diye anlatmaya
başlamaz mı bizlere?
Ama bir
taraftan da şunu düşünmeden edemiyorum. Bu filmleri dünyada izleyen ve kapsama
alanına giren bireyler beyin hücrelerinin ne kadarının çalıştığını biliyorlar
mı? İzledikleri filmlerdeki teorileri kendilerine anlatan sektörün, yarattığı
algılarla ne vurguladığının, neyin altını çizdiğinin farkındalar mı?
Peki,
yaşadığımız ülkede?
Toplumda
izleyici olarak kendimizi bu noktalarda ne kadar sorguluyoruz?
Filmlerle beynimize
çakılan algıların ne kadarını kontrol edebiliyoruz?
Havva’yı mı, Lucy’yi mi anlamaya çabalıyoruz?
Yoksa hali hazırda olanı tüketmeyi, analiz etmeden de hazmetmeyi
mi seçiyoruz?
Duru Çağlayan, 30.08.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar
Lucy Trailer 1
Bilgi notu:
İnsan beyni,
kraniyal sinirler ve omurilik
sayesinde merkezî sinir sistemini kontrol eder, çevresel sinir sistemini yönetir ve insanın
tüm işlevlerini düzenler. Kalp, soluk alma ve sindirim
gibi istemsiz eylemler, otonom sinir sistemi yoluyla farkına
varmadan beyin
tarafından yönetilir. Düşünce, mantık ve soyutlama gibi daha karmaşık zihinsel
eylemler ise bilinçli olarak beyin tarafından yönetilir. (2)