30 Ağustos 2014 Cumartesi

SA861/ÇY5-DÇ4: Havva mı, Lucy mi?

“Filmlerle beynimize çakılan algıların ne kadarını kontrol edebiliyoruz?”


Bugün zaman ayırıp da gidemediğim bir filme gittim. “Lucy’nin Beyni ”ne.

Sanatı her yönüyle takip edip algılamayı, analiz etmeyi hep sevdim. Hollywood filmlerinin bizleri sardığı ilk yıllarda gerek TV’lerde gerek sinemalarda koştura koştura izlediğimiz macera ve bilim kurgu filmleri gelir aklıma, her perdeye ilk bakışımda.

Onlardan nasıl etkilendiğimiz, neleri kafamıza yerleştirdiğimiz, neleri örnek aldığımız.

Arnold ya da Sylvester filminden çıkan ergen çocuklar, liseli delikanlılar gelir gözümün önüne, komik görünürlerdi. Sanki bütün filmde kendileri oynamışlar. Kendileri kötü adamları silahlarıyla taramışlar, taklalar atmışlar, çatılardan uçmuşlar gibi çıkarlardı sinemadan.

O anki ruh haliyle omuzları kalkar, cepheye gidecek delikanlılar gibi davranırlardı etrafındakilere. Genç kızlarsa kendilerini o cengâverin sevdiği bayan kahramanının yerine koyardı netice itibari ile. Bu ruh halleri farklı gelirdi bana, ısınamazdım bir türlü insanların üzerindeki etkilerine. Bu yüzden bilim kurgu ya da fantastik filmler daha çok dikkatimi çekmiştir. Hayal gücünü zorlayan hikâyeler.

Adını ve konusunu okuduğum zaman Lucy’nin Beyni filmi de böyle çağrıştırdı kendini. Matrix filmini andırıyordu. Ancak o da 3. ve son serisinde hayal kırıklığı yaşatmıştı bana. Konuyu kendi inançlarına bağlamaları, Hristiyanlıktaki (üçleme) teslis olayıyla kahramanları tanımlamaları ve sonlandırmalarıyla film bilim kurgu özelliğini kaybetmişti gözümde en nihayetinde.


Bu filmin felsefesi de, bir müzede insana evirilen ilk dişi maymuna Lucy adı verildiğinin vurgulanması ile akmaya başladı. Ve Varoluş sahneleri ile süslendi perde. Darwin Teorisi denkleminde insanların varlığından beri, beyninin % 10’nunu kullandıklarını iddia ederek devam etti. Lucy yanlışlıkla vücuduna karışan esrar maddesi ile beynini kullanma oranını artırıyor. Bu süreçte eylemde artıyor ve Lucy’nin beynini kullanma kapasitesinin % 100’üne ulaşması ile son buluyor.

Filmin kurgusunda Darwin’den başlayan teori, insanoğlunun bilgiye sahip olmasıyla beraber üreme yoluyla aktarım metodunu tercih ettiğini söylüyor.

Bunu bir Profesör anlatıyor, teoriye inanmayanlar olduğunu söylüyor. Ve diğer profesörler kocaman kahkahalar atıyor perdeden izleyicilere…

Esrarın ürettiği etki arttıkça Lucy inanılmaz bir kahramana dönüşüyor. Tüm dünyayı, frekansları, canlıların enerjilerini hissetmeye başlıyor, bedenindeki akış hızlandıkça gücü artıyor. Bu arada profesörle bağlantı kuruyor haliyle, sonunun ne olacağını öğrenmek için.



Profesörümüz “Hücre ya kendini yeniler ya da ölümü tercih eder” diyor. O da kendisini değiştiren maddeye daha çok sarılıyor. Sonunu tahmin etmeye başlayarak, bilginin gücüne erişiyor.

Bilgiyi soruyor Profesör Lucy’ye, o da “İnsanlar ölçü birimi ile yönetilemiyorsa zaman tek gerçek ölçü birimidir” diyor. Profesör “insanlar güce ve kara çok şartlandılar. Daha bu kadar bilgiye hazır değiller” diyerek, devam ediyor teorilerine.

Kendini maddeye oradan da enerjiye çeviren Lucy matris düzlemine geçiyor. Dünyanın farklı noktalarına, zamana, tarihe ve en sonunda da evrene ulaşan Lucy, beyin gücüyle kapsıyor tüm her şeyi. Sonra hızlıca geri dönerek bayan maymunu buluyor ve yavaşça ona dokunuyor.


Film “Acaba Lucy Tanrı mıdır?” Sorusunu akılda bırakan sahneyle bitiyor.

Gözlemlerim ve analizim filmin içeriğine yönelik değil, değindiği felsefelere. Bu noktaları hatırlayarak çıkıyorum filmden, sonra ben de merakımdan kendi araştırmalarımı yapıyorum eve varır varmaz.

Bir makaleye rastlıyorum konuyla ilgili. Makalede “Beynimizin yüzde kaçını, nasıl kullanıyoruz?” sorusunu Cambridge Üniversitesi Psikiyatri kliniğinde Nörobilim üzerine Doktora yapan Dr. Muzaffer Kaşer cevaplıyor.

“Beynin yüzde 100’ünü kullanıyoruz. Beyin görüntüleme araştırmaları sayesinde beynin bir bütün halinde çalıştığını, bağlantıların etkileşim halinde olduğunu ve bir görev yapılmadığında dahi arka planda çalışan aktivitesi bulunduğunu biliyoruz. Parmağımızı şaklattığımızda dahi beynimizin yüzde 90’ını çalıştırıyoruz. Zaten vücudun enerjisinin büyük kısmını kullanan bir organın, çoğunun çalışmadan kalması yaşamla bağdaşmazdı.” “Yanlış bilgilerde kişisel gelişim kitapları etkili”  diyor Kaşer.“Kişisel gelişim” adıyla çıkan kitapların, özellikle modern çağda insanların iş hayatındaki sorunlarına yönelik popüler kültür ürünleri olduğunu söyleyen Kaşer, bu kitapların yanlış bilgilerin yayılmasında çok büyük payı olduğunu da kaydediyor.”(1)


Sonra düşünüyorum haliyle. Hollywood filmlerinin oynadığı algılarımızla düşünce, mantık ve soyutlama gibi daha karmaşık zihinsel eylemlerinde, izleyici olarak bizler beynimizin yüzde kaçını kullanıyoruz?

Darwin teorisini kabul etmezsek, nasıl aşağılanacağımızı mı düşünüyoruz?

Esrar kullanarak beynimizin % 100’ünün tam kapasite çalışacağını mı?

Sonrasında evrene ulaşıp tanrılaşacağımızı mı?

Ve daha beynimize çakılan pek çok şey...

Ye, iç, sev filminde içindeki arayışlardan ötürü “Hamd ve Şükür” kavramını ve Hindistan tapınaklarında bulmaya çalışan Julia Roberts’ın filmini hatırlıyorum devamında. Aklımıza ve ruhumuza yamanmaya çalışılan o kadar çok şey var ki…
Hollywood sektöründen kamaşmış gözlerle beynimize kopyalanan algılar. Oysa kola ve cips paketleri arasına sıkışmış hayatlar bunlar. Hepsi bir bütün sektör değil mi bunların?
Neyse ki diyorum içimden Müslümanım ve Yaradan’ın kelamı Kuran’a sahibim. O zaten bana bunları anlatıyor her sayfasında. Hollywood’ un beynime çakacağı felsefelere ihtiyacım yok çok şükür, varoluşumun sebebi ortada, açık ve net.  20. Sure (Tâhâ Suresi), 121. Ayette, “Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler” diye anlatmaya başlamaz mı bizlere?

Ama bir taraftan da şunu düşünmeden edemiyorum. Bu filmleri dünyada izleyen ve kapsama alanına giren bireyler beyin hücrelerinin ne kadarının çalıştığını biliyorlar mı? İzledikleri filmlerdeki teorileri kendilerine anlatan sektörün, yarattığı algılarla ne vurguladığının, neyin altını çizdiğinin farkındalar mı?

Peki, yaşadığımız ülkede?

Toplumda izleyici olarak kendimizi bu noktalarda ne kadar sorguluyoruz?

Filmlerle beynimize çakılan algıların ne kadarını kontrol edebiliyoruz?

 Havva’yı mı, Lucy’yi mi anlamaya çabalıyoruz?

Yoksa hali hazırda olanı tüketmeyi, analiz etmeden de hazmetmeyi mi seçiyoruz?


Duru Çağlayan, 30.08.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar



Lucy Trailer 1 


Bilgi notu:

İnsan beyni, kraniyal sinirler ve omurilik sayesinde merkezî sinir sistemini kontrol eder, çevresel sinir sistemini yönetir ve insanın tüm işlevlerini düzenler. Kalp, soluk alma ve sindirim gibi istemsiz eylemler, otonom sinir sistemi yoluyla farkına varmadan beyin tarafından yönetilir. Düşünce, mantık ve soyutlama gibi daha karmaşık zihinsel eylemler ise bilinçli olarak beyin tarafından yönetilir. (2)





Seçkin Deniz Twitter Akışı