“Paltosunun
cebinden “Beyaz Geceler”i çıkardı.. ikinci katın balkonuna fırlattı.. sırtında
bir ağrı duydu.. soluğunu kesen..”
Soğuk ve
ürkütücü zamanlardı. Gece dolaşmaları ancak “mecburiyet”in gereğiydi. “Hadi
şöyle bir turlayalım!” ifadesi tedavülden kalkmıştı. Daha eylül ayı
gelmemişti.. Ne saat ne de takvim on ikiye varmamıştı. Seksenden beş yıl
önceydi. kimimiz vatanı kurtarıyor, kimimiz halkı kimimiz de din-i mübin için
arşınlıyorduk sokakları ..
Hem
vatan kurtaranlar hem halkları kurtaranlar hem de din-i mübin için kıyama
kalkanlar aynı beldede de olsa nokta kurtarmalıklar vücuda getirirdi.. öyle
olması gerekirdi.. bu arada çokça kendini kurtaranlar vardı ki; onları beş ya
da altı-yedi yıl sonra öğrenecek veya görecektik..
Pek de
umurumuzda değildi doğrusu. boş duvar bırakmamalıydık. Hele üniversite sınavına
yakın zamanlarda bütün bir şehrin duvar yazıları yenilenirdi. Gece her bir
gurup kendi bölgesinden çıkar, karanlığa sığınarak henüz kurtarılamamış
bölgenin duvarlarına afişler, boyalarla dövizler asardık..
Öyle ki
üç-dört grup birbirini kovalardı ve bir de bakılırdı ki hepsini birden kovmakla
meşgul toplum polisi. Toplum polisi en arkadadır.. bölge ihlali yapan grup önde
bölge sahibi onun arkasında ve polis hepsinin arkasında..
Yine de
sabaha bütün yazılar tertemiz başı yerde insanlara sunulurdu.. kim içindi o
yazılar?.. Başlarını bir kez olsun kaldırıp bakmayan bu esnaf.. bu rençber, bu
memur.. bunlar için değildi.. kimin için olduğu bugünde meçhuldür bana..
Neyse
işte böylesi bir zamanda din-i mübin için kıyama kalkışanlar arasında bulmuştu
kendini Ferhad.. başını kaldırıp bakmayan mahcup ve onurlu çocuk.. gerçi
sevmeye hiç birimizin vakti yoktu o zamanlar.. ne hemşire vardı ne de yar..
kadını erkeği, genci, yaşlısı ya “kurtarılacaklar” listesindeydi ya da
“kurtarılmışlar”..
Kimin
aklına sevdalı sözler gelebilirdi ki?.. Ferhad’ın aklındaydı. Ebeveynlerinden
sakınarak okuduğu aşk romanlarından mı ne kapmıştı sevdayı? Hele “beyaz
geceler”.. “Ah Nastenka!” ile başlayan cümleler yok mu?
Ferhad
az tövbe-istiğfar etmedi.. az gözyaşı dökmedi.. bir tür ihanet gibiydi.. hatta
ihanetti. Onca arkadaşı hulusî kalp ile mücadele verirken, kahpe bir kurşuna,
zalim bıçaklara denk gelirken o gözlerini yumduğunda Figen’i görüyordu..
Figen’in
ondan haberi bile yoktu.. bir kez olsun göz göze gelememişlerdi bile.. hem de
aynı sınıfı paylaşmalarına karşın.. Figen henüz kurtarılmışlardan değildi.. kurtarılmış
olanlardan olsa bile bir anlamı yoktu..
Ferhad
kalbini söküp atma imkanı olsa atacaktı.. atmalıydı.. olmuyordu. Uzaktan uzağa
takip etti.. kimseye sezdirmeden. En çok da Figen’e.. yaşadığı yeri öğrendi..
vatanı kurtarma mücadelesi veren gurubun kurtardığı bölgede yaşıyordu Figen..
Ferhad
ne yapacağını şaşırmıştı.. her an biri çıkıp “kurtarıcı kimliği”ni tespite
yönelik sorguya çekebilirdi.. şükür kimselere takılmadı. Evi öğrenmişti. Üç
katlı bir binada oturuyordu Figen.. binanın giriş kapısındaki zil bölümüne
bakarak ikinci katta oturduğunu da öğrendi..
Geceyi
bekledi.. söylemek istediği her şey “Beyaz geceler”de vardı.. geriye
satırların işaretlenmesi kalmıştı.. gece.. on ikiyi çoktan geçmişti..
Gündüz
geçtiği sokaklardan karanlığa sığınarak yürüdü.. güneş apartmanına vardı. Paltosunun
cebinden “Beyaz Geceler”i çıkardı.. ikinci katın balkonuna fırlattı.. sırtında
bir ağrı duydu.. soluğunu kesen.. biraz hızlı mı fırlatmıştı.. ayakları
heyecandan titriyor olmalıydı..
Figen
her şeyi anlayacaktı.. ve belki de suratına tükürecekti ilan-ı aşk için.. daha
fazla dayanamadı.. sırtındaki ağrı bütün vücudunu sarmıştı.. yüzüstü düştü..
sırtından giren kurşun kalbine saplanmıştı..
Cemal Çalık, 01.09.2014, Konuk
Yazarlar, Sonsuz Ark, Öykü