“Bugün Prime Time’da televizyon
ekranlarında başlayan bir dizi, muhafazakar medyanın, sinema, tiyatro,
televizyon, edebiyat gibi alanlardaki seçeneksizliğini, yetersizliğini,
acizliğini daha net bir şekilde görmemizi sağladı.”
Sanat’ın incelik ve derinlik yüklü
ruhunun, büyük bir sabır ve emek gerektirdiğini yeniden hatırlamak zorundayız.
Zihinlerimize çakılan batı kökenli görsel ve işitsel implantlardan
kurtulabilmemiz için, günlük, gündelik hazırkonuşluluğun yakıp kavurduğu
hayatımızı daha anlamlı kılacak akışlar edinebilmemiz için, ülkemizin ve
dünyamızın hızlıca çalkalandığı ve çatıştırıldığı bugünlerde sektörel
kaygılardan kurtulup düşünmek zorundayız.
Bunu bu toprakların iki yüzyıllık
zavallılığına başkaldırdığı bugün yapmak zorundayız; bizden daha fazlasını
yapmamızı bekleyen masumlar adına, alın teri ile günü akşama döndüren işçiler,
pazarcılar, esnaflar, memurlar, hatta sanayiciler, akademisyenler, siyasetçiler
ve devlet adamları adına yapmak zorundayız.
Dinimizin, kültürümüzün, bireysel ruh
dünyamızın, ailemizin ve büyük toplumumuzun, dünyanın bütün toplumlarının artık
yok olmaya yüz tutmuş değerleri, her birimizin hayata yeniden tutunabilmesi
için yeniden okunmak ve anlatılmak zorunda. Hepimiz için en iyi olanı Batı’nın
üretebileceğine inanmaktan vazgeçmek zorundayız. Bizi yeniden doğuracak bir
temele ihtiyacımız var. Bu temel de hiç kimsenin asla itiraz edemeyeceği bir
temel olmak zorunda. Bu temel insan ve insana insan olma özelliğini kazandıran
değerler bütünü.
Hangi dinden, hangi ırktan ve hangi
kültürden olursa olsun insana dokunan, insanın içinde yol açıp o yoldan yürüyen
ve her türlü fikirden, zikirden insanın içindeki çaresizlikten onay bulan
herhangi bir ayrıntı insanı insan yapan temelin bir ayrıntısıdır.
Hiç kimse, alın terini çalan, insanları
aşağılayan, aldatan, görev ve sorumluluklarını suistimal ederek etki alanındaki
insanları istismar eden, ayrımcılık, iffetsizlik ve onursuzluk yapan insanlara
karşı hoşgörülü olamaz. Her insan, hakkını arayan, insanları işleri, gelirleri
ve kişisel özellikleri ile değil insan oldukları için değerli bulan, dürüst,
istismarcı olmayan, dinini dayatmayan, denklikçi, iffetli ve onurlu insana
saygı duyar.
İnsanların hayır diyemeyeceği, itiraz
edemeyeceği modellere ihtiyacımız var. Bu modelleri iyi tanımlamalı ve insanlara
iyi anlatmalıyız. Sinema ve televizyon, tiyatro, edebiyat, internet ve basılı medya araçları bu
modellerin en iyi yansıdığı alanlar ve biz bu alanları doğru kullanmak
zorundayız.
Yeni Türkiye’den bahseden diğer
herkesin de gerçekte beklediği bu büyük değişim. Bunun için çok iyi düşünmek
zorundayız; üretmek zorundayız. Bu
toprakların damarlarına sinen ve ne yazık ki yok olmak üzere olan insanî
değerleri yeniden inşa etmek zorundayız.
Batılı araçlarla zihinsel dokusu
dağıtılmış bir ülkenin son on iki yıldır verdiği savaş hem yerel hem de küresel
strateji merkezlerine karşı verilen bir savaştı. Bu halkın köklerine tutunma
savaşıydı. İleri teknoloji ile donatılmış salonlarda her alandaki uzmanlarca
üretilmiş senaryoların Hollywood’dan bütün dünyaya yayıldığı zavallı bir
yüzyılı geride bırakmış olmak, ancak incelik ve derinlik yüklü bir ruhu, büyük
bir emek ve sabırla inşa etmekle mümkün. Aksi halde hepimiz kibrimizin,
birdenbire başımızdan aşağıya dökülen zenginliğimizin ve hem dinden hem de
yasalardan kaçıp giden sınırsız özgürlüğümüzün iblisin kollarında son
bulmasından kurtulamayacağız.
Geçmiş yüzyıl(lar)ın ahlak bekçisi İngiltere
Kraliçesi (sadece 1997-2009 yılları arasında 10 milyar sterlinlik) yasadışı
seks ve uyuşturucudan elde edilen ve bütçeye dahil edilen gelirden harçlığını almaya devam ediyor. Özgürlükler ülkesi Amerika Birleşik
Devletleri 14 milyar dolarlık Porno Sektörünün gelirini bütçeye dahil etmeye
çalışırken, İrlanda, İtalya gibi ülkeler seks işçiliğinden gelen gelirleri
İngiltere gibi bütçelerine dahil etmiş durumda.
Almanya gibi Avrupa Birliği’nin lokomotif
ülkesi olan bir ülkede yaşlı insanlar çöpten yiyecek topluyor ve tek başlarına
ölmeye mahkûm ediliyorlar. İngiltere ve
Fransa ‘Yeni Cinsiyet Teorisi’ adı altında insan ırkının erkek ve dişiden
oluşan dengesini bozmayı yasallaştırmaya, ergenlik öncesi cinsiyet
farkındalığını ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Ahlak artık Batı’dan çekildi. Batı,
ilkelerle ilişkisini kopararak bir hayvandan daha aşağıda olan standartsızlığı
yasallaştırmaya çalışıyor.
Türkiye ve diğer Müslüman ülkeler daha
ağır çekim bir rutinle Batı’nın ahlaksızlığını yaşarken büyük bir çelişki
yaşıyorlar. Kafaları karışık; ‘Model Problemi’ binlerce yıllık sorunlardan daha
ağır bir sorun olarak her an varlığını algılara dayatıyor. Bundan sonra ne
olacak? Özellikle Türkiye, Hollywood artığı sinema ve televizyon dizileri ile
yayıldığı Türk, Kürt, Arap, Fars ve Pakistan/Afganistan topraklarına insana ve
dine ait, İslam’a ait iyilik, değerler ve modeller taşımıyor.
Bugün Prime Time’da televizyon
ekranlarında başlayan bir dizi, muhafazakar medyanın, sinema, tiyatro,
televizyon, edebiyat gibi alanlardaki seçeneksizliğini, yetersizliğini,
acizliğini daha net bir şekilde görmemizi sağladı.
‘Yeşil Sinema’ adı altında yıllarca
komlepks ve kişisel/grupsal haz/tatmin
üreten ve hemen hiçbir bireysel, sosyolojik, ekonomik, ideolojik, felsefî, dinî
soruna yönelik çözüm teklifleri bulunmayan sinemacılarından, olmayan
eleştirmenlerine, akademisyenlerine, düşünürlerine ve artık olan para babası
işadamlarına ve medya patronlarına kadar herkes ‘Büyük Tüketim Açlığı’ ile
Hollywood ve yerli şubelerinin ürettiği ‘ürünleri’ tüketmeye devam ediyor.
Gökten bir sektör insin diye umuyorlar. Sanat’ın incelik ve derinlik yüklü
ruhunun, büyük bir sabır ve emekle elde edilmesini değil de gökten zembille
inmesini bekliyorlar. Bu büyük bir acı ve bu topluma yapılmış en büyük
haksızlıklardan biri; ‘Umut Hırsızlığı’.
Zeynep Günay Tan’ın, ‘Öyle Bir Geçer
Zaman ki’den koşup gelen tanıdık kareleri ‘Benim Adım Gültepe’ dizisinin o çok
doğal, çok iç içe, çok sempatik, çok vurgulu, çok katmanlı örgüsünü yaklaşık
yetmiş dakika kesintisiz izlediğimde, aklıma ilk gelen şey bu ülkede direnişi,
hakkı-hukuku, adalet arayışını, iffeti, sadakati, gelenekleri, Allah korkusunu
hatırlatan seslerin henüz Müslüman muhafazakarlardan çıkamadığı gerçeğiydi. Ama
Zeynep Günay Tan eksik olanı, herhangi bir ardıl sömürüye ihtiyaç duyurmadan
bizim o eski mahallelerimizde yaşadığımız çelişkilerimizden yola çıkarak
anlatmayı başarıyor.
1982'de İzmir- Gültepe'den görünen duvarlara 'Bize Allah yeter!' yazdıran bir yönetmen muhafazakar mı? Evet; korumaya çalıştığı değerler,
hepimizin hemen destekleyeceğimiz ve asla yok olmasını istemeyeceğimiz
değerler.
Kavgayı susarak- küserek engelleyen bir
anlatım dilini, beden dilini hatırlatan; sesi sadece isyana devreden, sese sadece
isyanı anlattıran; sonra diğer her şeyi sessizlikle, görüntülerle ve beden
diliyle gözlerimizin, ruhumuzun içine sertçe itiveren bir anlatımı vardı Zeynep
Günay Tan’ın ‘Benim Adım Gültepesi’nde.
Dakikalarca bir kadının ya da erkeğin
ya da her ikisinin cinselliğinde gezinen kameralardan uzakta tutuyor
kameralarını şimdilik bu muhafazakar yönetmen. Belki solcu, belki sadece insan.
Ama herkesi eleştiren bir insan.
Yaşlılara yer veren gençleri
görüntüleyen, birbirlerinin müşterilerini engellemeye çalışan kıskanç esnafları
nesneleştiren ve eleştiren, şimdilerde çok da farklı olmayan benzerleri gibi, büyü
ya da dini kullanarak insanları sömüren ahlaksızlara Allah korkusunu hatırlatan
ve üretilen karakterleri birer modele dönüştüren ve her bir modelden bir
toplumsal algı üreten bir yönetmene karakter özellikleri belirsizleşen bir
topluma isyan ettiği için sadece teşekkür edilir; yaptığı işe saygı duyulur ve
muhafazakar medyaya da şişirilen balonları patlatılmış yeni zengin mahdumlar
olarak bakılır.
Senaryosu, müziği, kurgusu, görüntü
kalitesi, kameraların hiç zaman yitirmeyen orantılı dansı bir yana jeneriği ve
öyküye girişiyle kendine özgü kimliğini ilk bölümde temellendiren dizinin
internet sitesinden aldığım verileri paylaşarak bu uzun konuyu burada
noktalamak istiyorum.
Yapımını D Yapım’ın üstlendiği,
yönetmenliğini Zeynep Günay Tan’ın yaptığı, senaryosunu Vural Yaşaroğlu’nun
kaleme aldığı dizinin oyuncuları, Ayça Bingöl-Mete Horozoğlu, İlker Kızmaz,
Ekin Koç, Evrim Alasya, Tolga Sarıtaş, Efe Akercan, Burak Dakak, Hasan Karsak,
Şafak Başkaya, Özgür Özgülgün, Bige Önal, Oktay Daner, Selen Öztürk, Metehan
Erdem, Numan Çakır, Necmettin Çobanoğlu, İskender Altın, Ali Altuğ, İlayda
Alişan, Miray Akay. Dizinin ”Benim Adım Gültepe”nin çekimleri İzmir’de
başladıktan sonra İstanbul’da devam edecek.
'Benim Adım Gültepe'nin konusu:
1980’li yıllar. İzmir’in Gültepe Semti.
Öyle bir semt ki Gültepe, her sokağı
ayrı bir hikaye, ayrı bir yaşam mücadelesi, yürek burkan hayal kırıklıkları,
umut arayışları, birbirleriyle çatışan aileler, yasak aşklar ve karşılıksız
sevdalarla örülü. İşte tüm bu hikaye ve daha fazlasına, o mahallede yaşayan
Seyfi, Gülali, Fevzi ve Murat adındaki dört yakın arkadaşın gözünden tanıklık
edilecek. Gülümser (Ayça Bingöl) bu dört çocuktan Gülali’nin annesidir. Kocası
hapishaneye düşen Gülümser, her şeye rağmen ayakları üzerinde durmaya, oğluna
sahip çıkmaya çalışmaktadır. Ancak semtin yakışıklı ve bıçkın minibüs şoförü
Halil ile yasak ve gizli bir aşk yaşamaktan da kaçamayacaktır. Halil de Gülümser’e
aşıktır. Onunla bir hayat kurmak istemektedir. Eşref (Mete Horozoğlu) ise,
mahallenin hem korkulan hem de saygı duyulan ağır abisidir.
Mahalle sakinlerinin yaşadıkları dönem,
yer ve hayatla mücadelelerini bambaşka bir dille ekrana taşıyacak olan “Benim
Adım Gültepe”nin ana kahramanlarından biri de, bizzat Gültepe’nin kendisi.
Faruk Tamer, 03.09.2014,
Görsel Eleştiri- Visual Critique XL