“Oysa
dizlerimiz sıyrılsa koşardık kucaklarına. En güvenli yer orasıydı çünkü. Şimdi
o güveni ve ilgiyi onlardan esirgemek ne kadar da normal geliyor hepimize.”
Onlardan
artık görünmez olmalarını istiyoruz. Oysa bunu istemenin, ölmelerini istemekten
pek de bir farkı yok.
Koştuğu
maratonda insanın en korunmasız kaldığı etaptır yaşlılık. Çocuklar da
savunmasızdır; doğru, ama yaşlılar tamamen acımasız bir ortamda bulurlar
kendilerini. Her şey hızla değişmekte, yenilenmekte oysa; onlar yavaşlamaktadırlar
günden güne. Bu her insan için aynı olan, adil bir süreçtir. Hiç kimse bundan
kurtulamaz. Bunu hepimiz, biliriz ama beynimizin bir kıyısında bildiğimizi uyuturuz.
Böyle
yaptığımız için de, bazılarımız zamanı geldiğinde anne veya babamızı bu süreçte
yalnız bırakırız. Aslında yaşlılara hürmet, içinde yaşadığımız toplumun en
değerli özelliklerinden biriydi. Benim de çok sevdiğim bir ahlaki anlayış.
Ama
yavaş yavaş bu da değişiyor gereksizce. Yaşlanan anne babalarını kendilerinden
uzaklaştıran insanlara dönüşüyoruz. Evet, amaç aslında bu; onları kendimizden
uzaklaştırmak.
Belki
kendimizce hala seviyoruz onları. Ama uzaktan seviyoruz. Tercihimiz bu, uzakta,
başka bir yerde kendi başlarının çaresine, desteğimiz olmadan bakmalarını
bekliyoruz onlardan. Oysa bu hep böyle olamıyor işte. Bazen, sizin için her
şeyi yapmaya göze alan anneniz veya babanız hastalanıyor. Kendi başına ayakta
duramıyor, belki de size hep şefkatle bakmış gözleri eskisi gibi görmüyor.
İşte tam
da bu zamanlar, hep hayatımızda olmuş bu insanları yalnız bırakıyoruz. Ya da
başkalarının bu işi yapmasını bekliyoruz. Oysa ne kadar pahalı olursa olsun
onları bıraktığımız yer, onları uzaklaştırıyor bizden.
Yaşam
standardımızı düşüreceklerinden, yapmayı planladığımız pek çok şeye engel
olacaklarından endişe ediyoruz. Onların zamanında aldıkları sorumluluk kadar
sorumluluk alamıyoruz. Ya da, belki de sadece benciliz. Olması gerekenin bu
olmadığını fark edemeyecek kadar benciliz.
Oysa
yaşam alanımızın hep ortasındaydı onlar. Biz çok da fark etmedik, ama hep oradaydılar.
Ne zaman ihtiyaç duysak onları hep orada bulduk.
Belki
hatırlamıyoruz, ama çocukken kardeşimizle “Benim annem”, “Hayır, benim annem”
diye kavgalar etmedik mi sanki? Zamanında kimseyle, kardeşimizle bile
paylaşamadığımız, bu hayatımızın en değerli parçalarına karşı duyarsız olduk.
Oysa
dizlerimiz sıyrılsa koşardık kucaklarına. En güvenli yer orasıydı çünkü. Şimdi
o güveni ve ilgiyi onlardan esirgemek ne kadar da normal geliyor hepimize.
Üstelik bizden ilgi bekleyerek vicdanlarımızı gıdıklamalarına da kızıyoruz
biraz. Kızgın, umursamaz, bencil olduk. Bu kadarla da kalmadık.
Onlardan
artık görünmez olmalarını istiyoruz. Oysa bunu istemenin, ölmelerini istemekten
pek de bir farkı yok.
Değiştik,
kabul edelim; oysa onlar değişmiyorlar. Yavaşlıyorlar sadece. Ve eğer onlara
biraz destek olur, birazcık, azıcık fedakarlık yapabilsek bize ayak
uydurabilirler. Birlikte olmanın çok daha güzel olacağını geçmişimizden
biliyoruz zaten.
Öyleyse
neden hem kendimizi hem onları mutlu etmeyelim?
Böyle
yapmalı ki, bizi de bundan mahrum bırakmayacak nesiller yetişsin. Doğru olan bu
çünkü...
Derya Beyaz, 04.98.2014, Sonsuz Ark, Çırak- Çevirmen
Yazar, Deneme