“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.”
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…
“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”
Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:
Eğer ben
insanların bir yere gitmelerine engel olan, aşikâr bir şekilde gitmeleri
gereken bir yere, örneğin manavdan dönüşte evlerine gitmelerine engel olan bir
kontrol noktasında duruyorsam gerçekten ne kadar kibar bir kişi olduğumun önemi
yoktur.
Bu durumda
haksız olmam için kaba davranmam gerekmiyor. Dünyanın en kibar insanı iken
haksız olabilirim. Çünkü onların bakış açısıyla benim nazik bir insan olmam bir
fark oluşturmaz. Hala onların evlerine gitmelerine engel olan bir insanımdır
çünkü.
Bu
durumda kibar olmaya çalışmam neye yarar ya da onları aşağılamam? Kontrol
noktasının var oluş sebebi aşağılamaktır. Kurallara göre işimi yaptığım
müddetçe, aslında tamamen yasal olan bir şey yapıyor olsam da bu durumda
insanlara acı veriyor, onlara gereksiz yere zarar veriyorum demektir.
El-Halil’i
çevreleyen alanda yaşayan 140.000-160.000 kişilik nüfus içerisinde yer alan ve
doğrudan işgal altında bulunan H-2 Alanı’ndaki 15.000 kişilik nüfus arasındaki
500 Yahudi yerleşimcinin muhafızlığını yapıyor, onların bu bölgede hayatlarını
sürdürmelerini sağlıyorum.
Onlara
ne kadar iyi davransam da ya da komutanım her ne kadar iyi olsa da bu onlar
için bir anlam ifade etmiyor. Yine de onların düşmanı olacağım. Aramızda yine
de bir çatışma olacak. Ve bazen onlara karşı iyi olmam sadece bana sorun olacak
çünkü bu durumda benimle tartışacak, kızgınlıklarını bana yöneltecekler. Fakat
onlara söyleyebileceğim bir şey yok.
Kontrol
noktasından öteye geçemezsiniz, çünkü geçemezsiniz, işte o kadar!! Bu, güvenlik
kapsamında verilmiş bir emirdir. Burada bulunan 500 insanı korumak istediğiniz
müddetçe bunu yapmak zorundasınız. El-Halil’de bulunan bu insanların
(yerleşimciler) canlı kalmalarını ve hayatlarını makul bir şekilde
sürdürmelerini sağlamak için geriye kalan insanların (Filistinliler) tümünün
makul varoluş sebeplerini ortadan kaldırmak zorundasınız.
Bu
tepelerde yaşayan insanlar var. Onların sindirilmesi, tutuklanması, bazen
canlarının yakılması gerekir. Fakat hükümet yerleşimcilerin El-Halil’ de rahat
bir şekilde kalmalarını istediği müddetçe zulüm yapılmasa bile ki zulüm vardır,
bizim iyi davranıp davranmamamızın bir önemi yoktur.
İşgal
Bölgelerinde ne kadar uzun süre kaldığınızla kafayı ne kadar yediğiniz arasında
açık ve güçlü bir bağlantı vardır. Eğer birisi altı aydan beri Bölgelerde ise
çaylak sayılır, her yere gitmesine izin verilmez, sadece nöbet tutar, yaptığı
tek şey içindeki acı ve öfkeyi gittikçe büyütmektir.
Yahudilerden,
Araplardan, ordu ve devletten kaynaklanan olumsuzluklara maruz kaldıkça uyuşur,
buna uyuşma diyor diğerleri, ama bana göre bu bir uyuşma değil bir tür duygu
yükselmesi, sarhoş olmak gibi…
Çünkü
Bölgelerde görev yapmanın uyuşma ile ilgisi yok bu “yüksek”, negatif anlamda
yüksek bir hâl her zaman yorgun ve açsındır, her zaman banyo yapma ihtiyacı
hissedersin, devamlı ölmekten korkarsın, her an bir terörist yakalamak için
hazırsındır.
Bu,
dinlenme imkânının olmadığı bir yaşamdır. Uyuduğunda bile iyi bir uyku
uyuyamazsın. El-Halil’de bir kez bile iyi bir uyku uyuduğumu hatırlamıyorum.
Eve gittiğimde, uyuyup kalktığım zaman “işte bu uykuya benzedi !” diyorum.
Bunun uzun bir uyku olmasına da gerek yok. Yani bu, hiçbir insanın tecrübe
etmemesi gereken, size kafayı yediren bir durum. Bu hâl, avlanmış ya da
avlanmakta olan bir hayvanın durumuna benziyor.
Eve
gelip yeniden El-Halil’e döndüğümde yurtdışına çıkmış gibi hissediyordum,
gerçekten… Sanki bir anda farklı bir dünyaya geçmiş gibi.
Demokrasi
diye adlandırdığımız şey El-Halil’de kaybolup gidiyordu. Yahudiler burada
diledikleri gibi davranıyordu, kurallar yoktu. Trafik kuralları yoktu. Hiçbir
şey.
Burada
yapılan her şey din adına gerçekleşiyordu, ne yapılırsa-dükkânlara zorla girmek
gibi, bunlara izin veriliyordu… Bir asker olarak gerçekten problem yaşıyordum
çünkü ahlâki anlamda değerleri olan bir aileden geliyordum.
Bir
gençlik hareketine üyeydim. Demokrasinin ne olduğunu biliyordum, bunu okulda
öğrenmiştim. Ve kendimi bir askeri kontrol noktasında insanlara şöyle derken
bulmuştum: “Bak, şimdi buradan geçemezsin.” Karşıdaki “Niye geçemem” diye
sorduğunda “Çünkü şu anki emirler böyle” dersiniz…
Bu kadar
basit. Onlara sebep olarak gösterebileceğim mantıklı bir şey yoktu ve
söylediklerimin de bir anlamı yoktu çünkü her halükarda geçişlerine izin
verilmiyordu. Veya birisinin evine girdiğiniz zaman şöyle derdiniz “Tamam,
şimdi bütün çocukların bir odada toplanmasını istiyorum, evinizi arayacağım.”
Eğer
böyle bir olay benim başıma gelseydi ne yapardım bilmiyorum. Gerçekten. Evime
bu şekilde girilseydi çılgına dönerdim. 4-5 yaşındaki çocukların bulunduğu bir
eve silahlı insanların girerek onlara, “Hadi, herkes kalksın!” dediğinde
ailemin nasıl tepki vereceğini düşündüm. Nöbet noktasında insanlara ;
”geçemezsiniz! ” veya “hadi yürüyün !” şeklinde emirler verirken bu
düşüncelerim yüzünden gerçekten zor anlar yaşadım.
Ya da
sokağa çıkma yasağını delen insanları tutukladığımızda. Sokağa çıkma yasağını
delmek ne demek Bunun anlamı şu; insanlar sadece alışveriş yapmak için sokağa
çıkıyorlar.
Bu
durumda müfreze komutanı bu insanlara şöyle der:
“Tamam,
şimdi herkes sıraya dizilsin.”
Onlar
yan yana sıraya dizildikten sonra komutan bize, “Onları birkaç saat kurutun”
der.
“Onlarla
saatlerce ne yapacağız” diye sorduğumda cevap şudur:
“Sadece
onları burada oturtun.”
Tamer Güner, 05.09.2014, Sonsuz Ark,
Çevirmen Yazar, Çeviri