“Yola
devam etmek mi? Kiminle? Nasıl? Nereye? Hangi yola?”
Bundan
sonra yazacağım daha çok şey var; el-ayak ağrıları, başka bir ameliyat, tekrar
korku ve panik vs. Artık kronolojik bir sıra takip edemeyeceğimi hissediyorum.
Mesela şimdi aklıma çevremden koptuğum zaman neler hissettiğime dair başka
şeyler geldi. Evet, arkadaşlarımın internetten uzak dur demesine rağmen kanser
hastalarının yazdıkları çeşitli form siteleri ve facebook sayfalarını gözden
geçiriyordum. Bu çabam biraz da öznel tecrübelerini paylaşabilen insanların
yaşadıklarından yola çıkarak kendi durumumu gözden geçirmek ve belki iyileşme
yolunda bir ipucu yakalamaktı.
Okuduğum
bir yazı, eşi pilot olan bir hanım tarafından kısaca kaleme alınmıştı. Göğüs
kanseri olduktan sonra bankadaki birikimlerini harcamayı düşündüklerini, ancak
buna fırsat kalmadan arkadaşlarının ona ve eşine bir uçak bileti alarak
Londra'ya gönderdiklerini okumuştum.
Bir
başkası, kendisini çok kötü hissettiği bir sabah arkadaşlarının balkonun
altından bağırarak onu dışarı çağırdıklarını ve ellerinde balonlarla ona
şarkılar söylediğini yazmıştı. Bense bunları okuduğum dönemde kendimi oldukça
yalnız hissediyordum. Sanki herkes benim yakında öleceğimi kabul etmiş ve kendi
işlerine dalmıştı. Telefonlar azalmıştı mesela, telefonda konuşmaktan çok
hoşlanmasam da bu durum beni öfkelendiriyordu. Bu kadar mı çabuk unutulacaktım
yani? Her şey buraya kadar mıydı?
En çok
değer verdiğim arkadaşlarımdan ikisi neredeyse iki aydır hiç aramıyorlardı
İlginç
olan, onlar aramazken uzun zamandır görüşmediğim akrabalarım ve tanıdıklarım
arıyorlardı, fakat benim telefonda konuşacak gücüm yoktu. Annem o sırada
telefon açıp, "İnsanlar seni merak ediyor, iki dakika iyiyim deyip kapat,
kimseyi küstürme!" demişti.
Ben
yavaş yavaş tükeniyordum, oysa o bilmiyordu. Telefonu açıp ne diyecektim ki
insanlara? Öncelikle, "Nasılsın?" sorusunu duymak benim için ağır bir
küfür duymakla eş değerdi. Nasıl olabilirdim ki, iyiyim demek yalan olacaktı,
kötüyüm demeyi de asla istemiyordum. Başka bambaşka şeylere ihtiyacım vardı.
Formalite icabı geçmiş olsun telefonlarının gelmesini asla istemiyordum.
Herkes
işinde gücündeydi o vakitler ve ben gerçekten yavaş yavaş tükeniyordum.
Bir
akşam Ebubekir arayıp şöyle demişti: "Hocam senin yüzünden aile huzurumuz
kalmadı, Fevziye senden haber alamadığı için çok kötü; n'olur artık toparlan!"
Canım kardeşim,
elbette biliyordum Fevziye'nin çok üzüldüğünü ama gücüm tükeniyordu, daha
doğrusu artık gücüm yoktu.
Sonra
sanırım Emira, aramadığı için kırıldığım bir arkadaşımı arayıp benim kötü
olduğumu söylemişti. Çünkü biz hepimiz bir aile gibiydik ve ailenin bazı
üyeleri beni çok ama çok üzüyordu.
Sonradan
kırıldığım iki arkadaşımın da o günlerde bir takım ağır imtihanlardan geçtiğini
öğrenecektim... Yine de kırgınlığımın geçmesi zaman alacaktı. Demek ki o
zamanlar ne olursa olsun desteklerine ihtiyacım vardı...
Onlar
çok sevdiğimi ikisi de biliyordu... Hâlâ da seviyorum ama o günlerde çok ama
çok kırılmıştım… Her neyse artık ikisi ile de yine çok iyi dostuz.
Bir de
hastalığımın başından itibaren arayıp sormayanlar vardı, biliyorlardı kanser
olduğumu ve aramıyorlardı. Onlara ilk önce öfkeliydim, şimdi ise öfke bile
duymuyorum; öfke de bir ilişki biçimi neticede, bende artık o bile yok...
Evet,
herkesin bir derdi vardı, ama hiçbirisi kanser kadar önemli değildi; öyle
hissediyordum işte ne yapayım...
Netice
olarak hayat devam ediyordu, iyisiyle ve kötüsüyle...
Ama şunu
biliyordum ki yaşadıklarımız yalnızca bizim imtihanımız değildi, bizimle
birlikte çevremizdekilerin de imtihanıydı. O anda da ben ağır bir imtihandan
geçiyordum ve belki biraz bencilce olacak ama diğerlerinin neler yaşadıklarını
düşünmeden ilgilerini bekliyordum.
Vardığım
netice çok kötüydü ve sanırım bunu Zekiye'ye bir mektupta yazmıştım. Şöyle
düşünüyordum, daha önce arkadaşlarım ve dostlarım için koşturmak hayatın tabii
akışı içerisinde benim için vazgeçilmez bir şeydi. Şimdi hasta olduğum için
kimseye fiziki ve ruhi katkı da bulunamıyordum. Eh o zaman da faydasız bir
insan olarak arkadaşlarım tarafından aranmamam tabii bir şeydi.
Bu
berbat bir histi, berbat!
İşte tam
o günlerde gittim psikiyatri uzmanına. Hiç tanımadığım bir insana mahrem şeyler
anlatmak çok saçma geliyordu bana. Düşünsenize hayatınızın hiçbir diliminde
sizinle olmamış, neler yaşadığınızı bilmeyen bir insana, hele dindar olup
olmadığını bilmediğiniz bir insana gidip dertlerinizi anlatacaksınız.
Dindarlığı
özellikle söylüyorum, çünkü ben dindar bir insanım, Müslüman'ım ve Allah'ın c.c
emirlerine mugayyir verilecek olan tavsiyeler benim için son derece manasız ve
boştu. Onun için yüzeysel bir bilgi vererek ne yapmamı tavsiye edeceğini sordum.
Doktor,
toplumumuzda kanserin hâlâ bir tabu olduğunu ve bu yüzden kimsenin kanser
hastasını nasıl teselli edeceğini bilmediğini söyledi. Ardından eklediği ise o
an doğru gelmişti: "İnsanlar aslında kendilerini teselli ediyorlar, "Sende
bir şey yok, hastalığın geçti" vs. diyerek o durumdan kaçıyorlar. Seni
anlamayan insanlara da, bence seni rahatsız ettikleri konuları söylemeli ve
yüzleşmelisin. Şunu da unutma ki insanları yanlış tanımış olabilirsin. O andan
itibaren evet yanlış tanımışım diyerek yoluna devam etmelisin."
Yola
devam etmek mi? Kiminle? Nasıl? Nereye? Hangi yola?
Hakikaten
kendimi çok kötü hissediyor ve artık bu durumdan kurtulmak istiyordum.
Bütün
bunlardan sonra çıktığım tek kapı yine Allah c.c oldu. Evet, en emin, en
sağlam, en güvenilir makam Allah'tı c.c.
Rabbim
hiçbir gün, hiçbir an beni yalnız bırakmıyordu, hiç kimseyi yalnız bırakmıyordu
aslında. Bunu anlamak için de mucizelerin anlatıldığı menkıbelerin kendi
hayatında gerçekleşmesini beklemek gerekmiyordu.
Allah'ın
c.c bahşettiği her an o kadar değerliydi ki...
Herkes
ama herkes beni terk etse de, kimse yüzüme bakmasa da Rabbim beni bu yolda
yalnız bırakmamıştı aslında ve bırakmayacaktı...
Neşe Kutlutaş, 09.09.2014, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi, 09.03.2012)