11 Eylül 2014 Perşembe

SA883/AŞ51: Şaşkınların Tarihi Yazılmaya Devam Ediyor

“Bağıran, çağıran ve entrika üretenlerle, susan, düşünen ve işlerine saygı duyarak alın terlerinin karşılığını isteyen insanlar bir arada yaşamaya da devam edecekler.”


Tepesi sislerle dolu bir dağın yamacında, merasındaki toprak damlı evinde akşamları internete girip Türkiye’yi ve Dünya’yı okuyan bir çoban gibi ya da yer küre istasyonunda kısa bir süre konaklayan bir misafir gibi bakıyorum her şeye. Akşama dek meranın minik tepecikleri, vadileri arasında koşuşturan keçilerinin, koyunlarının ardında yorgun düşüp, alın terini kenarları işlenmiş mendille silen çobanın gönül rahatlığı ile Türkiye ve Dünya siyasetini izliyorum. Şaşırdığımı söyleyemem.

Şaşırmıyorum, çünkü; insan aynı, hiç değişmiyor. İşinde-gücünde olan insanlar ve işi gücü insandan, insanın emeğinden çalmak olan piyasa maymunu insanlar tarih boyunca hep var oldu; şimdi de durum değişmiyor, gelecekte de değişecek gibi görünmüyor. Bağıran, çağıran ve entrika üretenlerle, susan, düşünen ve işlerine saygı duyarak alın terlerinin karşılığını isteyen insanlar bir arada yaşıyorlar.

Alın terine saygı duyan ve emeğinin karşılığını isteyen her insana saygı duyuyorum, azgın entrikacıların hepsinden de sırf hırsız oldukları için tiksiniyorum. Hırsızlık her açıdan hırsızlık; umut hırsızlığı, emek hırsızlığı, makam hırsızlığı, hizmet hırsızlığı, namus hırsızlığı, din hırsızlığı, zaman hırsızlığı, akıl hırsızlığı, ömür hırsızlığı, huzur hırsızlığı, adalet hırsızlığı, hayat hırsızlığı, v.s.

Hırsızların tümü aslında insanların hayatlarını çalıyorlar. Hayat çalınınca da o hayata bağlı olan diğer her ayrıntı çalınmış oluyor. İzliyorum, değerlendiriyorum. Şaşkınların Tarihi böyle doğuyor.

2002 Kasım ayından beri, her biri defalarca hükümet yıkacak olaylarla karşılaştık; ama halk, acılarını ekmeğine maya yapacak kadar bezmiş olan ve 1808’den beri bir nesne olarak aşağılanan o halk buna izin vermedi. Halkın tamamını kastetmiyorum, karar verici çoğunluğu oluşturan halktan bahsediyorum. O halktan, son Cumhurbaşkanlığı (10 Ağustos 2014) seçimlerinde etkin gücünü hissettiren %52 çoğunluğu kastediyorum.

%48’lik kesimin maalesef %38’lik kısmını kastedemiyorum (HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş’a oy veren %10’u bu hesabın dışında tutuyorum. O ayrı bir hesabın sonucu ve %38’e göre eski devlet aklını ve çatı aday ittifakını sorgulayan bir akla sahip bir %10 var ortada.). Kastedemediğim için de üzgünüm; sorgulayamadıklarını, çekilmiş ortak acılardan ders alamadıklarını düşünüyorum. Ve %38’lik bu kesim maalesef kendisi gibi davranmayan %52’ye karşı hala aptalmış muamelesi yapınca, gerçekten acınılacak hâle gelmiş oldukları için de onlara acıyorum.

CHP'nin 18. Olağanüstü Kurultayı'nda yeniden genel başkan seçilen, kendisinin de elinde rakı kadehli fotoğrafları bulunan Kemal Kılıçdaroğlu'nun,“CHP elitist bir parti diyorlar. Elitlere saygım var, aydındır. Ama bir elitistler var. Rakı sofralarında Türkiye’yi kurtarırlar. Bunlardan partiyi temizleyeceğim. Bunu herkes iyi bilsin. Bana çalışan adam lazım, rakı sofralarında konuşan adam değil” dediği andan itibaren de bu cümleler %38’in kendi içinde ayrıştığını, birilerinin sorgulamaya başladığını gösterse de durum pek umut verici değil. Çünkü Kılıçdaroğlu’nu olağanüstü kongreye zorlayan rakibi CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin de gerekçesi sorgulamalara dayanıyordu

"Birinci turda çatı aday göstermek siyasi cahilliktir. Sayın genel başkanımın istifa etmelidir. Ben yalnız değilim yanımda Baykal var. Geldiğimiz bu noktada Türkiye’nin kurucu gücü CHP derde derman olamıyor umut olamıyor ve AKP’nin belirlediği gündemde savrulup gidiyor. Ben bu konuşmayı partimin yetkili organlarında yapabilirdim, yaptım da, ama bir yararı olmadığını düşünüyorum artık. Karar organları artık işlevini yitirmiştir. CHP’nin üst organlarında bu konuşmayı yapmanın hiçbir faydası yoktur. Bu organlar istişare etme ve karar alma mevkileri olmaktan çıkmıştır. Bu organlar sayın genel başkanın kimlerle aldığı belli olmayan kararları onaylama makamına dönüşmüştür. Benim böyle bir ortamda itirazlarım şunadır:  

1. Cumhurbaşkanı adayının tek başına belirlenmesi. Biz üç grup başkanvekiliyiz haberim TV’den oldu.

2. Sayın adayın partimizin önemli bir kesimiyle kan uyuşmazlığı olabileceğini düşünmemektir.

3. Sandığa gidiş heyecanı, bir coşku yaratmak yerine 'tıpış tıpış gideceksiniz' diyerek halkla inatlaşmaktır. Seçmen sandığa koşarak gitmelidir.

4. Birinci turda çatı aday göstermek matematik bilimiyle ters düşmektir. 

Ben kapalı kapılar ardında şunu söylemiştim: birden fazla adayın gösterilmesi katılımı arttır ve Erdoğan birinci turda seçilemez. Arkadaşlarımızı aday gösterelim katılımı arttıralım dedim. Bunu öngörememek siyaseten cahilliktir.”

CHP ve MHP’nin diğer küçük partilerle bir araya gelerek destekledikleri ortak Cumhurbaşkanı adayı, moda adıyla Çatı Aday Ekmeleddin İhsanoğlu, geldiği gibi piyasadan çekildi, gitti. Kim önerdi, kim hangi hesabı yaptı, pek bilinmiyor; ama tahmin edilebiliyor. Erdoğan’ı destekleyen %52’ye göre bu ittifak hayır ittifakı değil. CHP’yi ikiye bölen durum tahliline göre de bu ittifak ‘Hayır İttifakı” değil.

30 Mart yerel seçimlerde denenen ve genelde hezimet yaşayan zıtların ittifakının, birkaç şehirde Ak Parti’ye yani Recep Tayyip Erdoğan’a karşı kıl payı zafer elde etmesi bu ittifakın tasarımcılarını cesaretlendirmişti. %38 oy alan 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki ittifakın tek gerekçesi buydu. 

1980 öncesinde birbirlerine karşı kurtarılmış mahallelerde veya ortak alan denilen yerlerde birbirlerini öldüren CHP’li devrimciler ve MHP’li ülkücüler Erdoğan’a karşı müttefikti.1980’den 2013’e kadar CHP ve MHP’nin hedefinde olan Fethullah Gülen Cemaati de bu ittifakın içindeydi, Muhsin Yazıcıoğlu’nun mirasına konan Mustafa Destici idaresindeki BBP ülkücülerinin büyük bir kısmı da.

Ben her biri ayrı hikâyelere sahip olan bu etkili grupların nasıl müttefik olabildiklerine şaşırmadım. Ama bu devirde bile sorgusuz sualsiz genel başkanlarının ve liderlerinin kendilerini ve ideallerini inkâr ederek yaptıkları ittifakları sorgulamadan, onların emirleriyle ‘tıpış tıpış’ oy vermelerini onların içindeki alın terine dayanarak yaşayan bir kısım insan adına utanç verici buldum. Bu %38 böyle bir azınlık; maalesef. Erdoğan’ın son genel seçimlerdeki %50 oyuna katkı veren %2’lik kesim bahsettiğim tabandan bu anlamsız ittifakı sorguladığı için ayrıldı.

Şimdi, partisince sorgulanan ve olağanüstü kongre atlatan Kemal Kılıçdaroğlu ve hiç sorgulanmadan kalan Devlet Bahçeli yine partilerinde genel başkanlık koltuğundalar. Erdoğan da çıkışına engel olamadıkları yerde; Çankaya Köşkü’nde rutin kabuller yapıyor, temsili toplantılara katılıyor. 17-25 Aralık yargı ve polis destekli darbe girişimi dolayısıyla tabanının neredeyse yarısını kaybeden Fethullah Gülen de artık damarları belirginleşmiş cemaatiyle yaptıklarının hesabını vermek üzere hedef tahtasında, soruşturma dosyalarında, ABD Başkanı Obama’dan iadesi istenen bir siyasî figür niteliğinde.

Zaman Gazetesi eski yazarı ve Gülen’in eski vârisi diye anılan Hüseyin Gülerce'ye göre“Cemaat, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na savaş açtı. Gezi olaylarından itibaren Başbakan'a hakaret etti, üslubunu kaybetti, diyaloğu bıraktı, çatışmacı dil kullandı; siyasallaşarak CHP için kapı kapı dolaşıp oy istedi; hep çoğunlukla birlikte davranan hareket ilk defa çoğunluğu karşısı aldı, Gülen hareketi orjinalini kaybetti ve yara aldı.”

31 Mayıs 2013’te başlayan, Gezi Terörü’nden 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar saldırı altında olan Erdoğan değildi; Türkiye'nin istikrarıydı, ekonomisi idi. Zira, Erdoğan karşıtı ittifak yerel unsurlardan oluşmuyordu; küresel ağların tepesinde yer tutan neoconlar da bu ittifakın ana şemsiyesini inşa etmişlerdi.  

Bu küresel ittifakın tek amacı vardı. Hırsızlık her açıdan hırsızlık; umut hırsızlığı, emek hırsızlığı, makam hırsızlığı, hizmet hırsızlığı, namus hırsızlığı, din hırsızlığı, zaman hırsızlığı, akıl hırsızlığı, ömür hırsızlığı, huzur hırsızlığı, adalet hırsızlığı, hayat hırsızlığı, v.s.

Filistin’den Mısır’a, Suriye’den Irak’a her an öldürülen masum insanların tarafında yer alan Erdoğan’ı destekleyen %52 hayra hizmet ediyordu; görülen buydu. Kötülük üretmiyordu Erdoğan, ülkesini 12 yılda her açıdan büyüten bir liderdi. Emeğe saygı duyan ve o emeği koruyan, insanların umut, makam, hizmet, namus, din, zaman, akıl, ömür, huzur, adalet, hayat haklarına saygı duyan bir açılımın mimarıydı.

Erdoğan, elbette kusursuz değildi ve elbette sorgulanabilirdi; ancak onun kadar uzun bir süre iktidarda kalıp onun kadar sorgulanma fırsatı bulan hiçbir cumhuriyet lideri olmadı. 12 yıllık aralıksız sorgulamalar seçimlerle cesamet buldu ve nihayetinde tarihindeki en yüksek oyu alarak halkın seçtiği Cumhurbaşkanı oldu.

Bugün Türkiye, IŞİD maskesi altında stratejik saldırılara uğrasa da uzun süredir kaybettiği huzura kavuşmuş durumda. Bölünme stratejisine muhatap kalan Ak Parti, Ahmet Davutoğlu’nu dışişleri bakanlığından Başbakanlığa taşıdı. Başbakanlıkta alacak çok yolu olsa da Davutoğlu, Ali Babacan’dan sonra olabilecek en iyi seçenekti.

Türkiye umutla yoluna devam ediyor. Sessiz çoğunluk, eski Türkiye’nin, eski Dünya’nın eski artıklarına karşı yeryüzünün olgunluk düzeyi yüksek en demokratik devrimini hiç sarsılmadan, adım adım gerçekleştirmeye devam ediyor.

Adalet ve hak düzleminde alınacak daha çok yol var.

Korkular bitmiş değil, panteonlardaki taat duruşları, sorgulayacak olgunluğu bekliyor.

Şaşkınların Tarihi, şaşkınların gücü azalsa da bitmeyecek.

Bağıran, çağıran ve entrika üretenlerle, susan, düşünen ve işlerine saygı duyarak alın terlerinin karşılığını isteyen insanlar bir arada yaşamaya da devam edecekler.



Arif Şahin, 11.09.2014, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 51




Seçkin Deniz Twitter Akışı