“Ülkemi,
tarihimi, bilimimi ilgilendiren mevzular hakkında yapılandırılmış, halis muhlis
kendi ellerimizle yaptığımız araştırmalardan, analizlerden oluşan ya da özetini
veren bir veri tabanımız yok.”
Gündüzler
akşama daha çabuk kavuşmaya başladı artık. Dolaptan usulca çıktı hırkalar. Güneş
ışığının azalmasıyla sonbahar depresyonları da yanında eşantiyon...
Saatler
kış saati uygulamasına alınacak deniyor. Çabucak karanlık olacağını düşündüğümde,
daha da bunalıyor içim. Kahveyle Tv başına yayılma vakti gelmiş, geçiyor.
TV'de
bir seyahat programı var bugün. Sonbaharda Avrupa turunun faydalarından bahsederken,
Prag’ı anlatıyor Sunucu. Prag’da eski bir saat kulesinin önünde, zıplayıp
duruyor.
Sunucunun
Prag’da zıplayıp durmasından ziyade, saat kulesinin hikâyesi çok daha ilginç
geliyor gözüme. Turistler her saat başı saatin etrafına toplanıyorlar. Ancak
program hemen bitiveriyor, sonuna yetiştim her zamanki gibi. Zihnim
anlattıklarında takıldı kaldı gene.
İlgimi
çok fazla çektiği için bilgisayara yöneliyorum, uzunca bir “arama” işlemine başlıyorum hemen.
Bulduğum
sayfa TV’dekinden biraz uzun, aşağıda ki gibi anlatıyor Prag’daki saat kulenin
hikâyesini.
Prag’da,
Eski Şehir Meydanında ki saat kulesini 15.yy sonlarında Charles
Üniversitesi’nde profesör olan Hunuş Usta yapmış. Amacı insanlara bir mesaj
vermektir. “Herkes bir gün geldiği yere geri dönecek, yani elbet bir gün toprakla
özleşip ölecek!”
Saat kulesi ve ustası çok ünlenir. Kral, Hunuş Usta’nın saati başka bir yere yapmasını önlemek için gözlerine mil çektirir. Kör olan Hunuş Usta da kendini saatin mekanizmasına bırakarak intihar eder. Hunuş Usta’nın saati, Güneş’in, Dünya’nın ve Ay’ın konumlarını gösteren astronomik bir saat, dış tarafındaki rakamlar ise İbranice’dir. Bu Babil saatini göstermektedir.
Hunuş
Usta, saati Eski Şehir Meydanı’na yaptığından, meydanın bir paraleli de Yahudi
mahallesi olduğundan Yahudilerin nüfusunun fazla olduğu bir bölgede onları
ezmemiştir. Onlara da bir jest yapmış ve Babil saatini de kendi saatine eklemiştir.
Saatin
etrafında 4 tane kukla vardır. Bu kuklalar insanlara neleri yapmamaları
gerektiğini anlatır.
Soldan
en baştaki, elindeki aynayla kendine bakar; “kendini beğenmişliği” sembolize
eder.
Onun
yanındaki kukla, elinde altın torbası olan bir Yahudi’dir; “cimriliği”
sembolize eder.
Bir
yandaki kukla ise iskelettir; “yaşama karşı isteksizliği” anlatır.
Sonuncu
kukla, elinde mandoline benzer bir müzik aleti bulunan ve Türk’e benzetilen
adam da “Gece hayatına ve sefahate düşkünlüğü” anlatır.
Kısacası
bu kuklalar, “Kendini beğenmiş, cimri, yaşama karşı isteksiz ve sefahate düşkün
olmayın!” der.
Saatin
altında da insanlara yapmaları gerekenleri anlatan 4 kukla vardır.
Bu
kuklalar da, bilime, adalete, astronomiye ve eğitime önem verme konusunda
bizleri uyarır
Her saat
başı, İsa’nın 12 havarisi de pencerenin önünden geçerek ufak bir gösteri yapar.
Horozun
ötmesiyle gösteri biter. (1)
***
Okuduğum
diğer sayfalarda da, izlediğim programda da hikâye aşağı yukarı aynı şekilde anlatılıyor.
Ancak bu
benzetmeler canımı sıksa da, 12 rakamına takılıyor zihnim. 12 havari, kuklalar ve
verdiği mesajlar. Konuya zihnim esrarengiz bir hal kazandırıp,
ilişkilendirmeler kurunca, araştırmak daha da keyifli oluyor. Pek çok mevzuu haliyle
beni bekliyor.
O kadar
derin, tarihsel ve bilimsel süreçler ki bir süre sonra yaptığım araştırmalar
rapor olacak uzunluğa ulaşıyor, yorulduğumu hissediyorum. Düşünmeye başlıyorum,
düşünürken kaleme alıyorum yazdıklarımı…
Ülkemde
zihnimdeki soruları sorgulayabileceğim, güvenilir, Vikipedi’den başka veri
tabanı sayfaları olsa keşke, diyorum içimden. Zihnimi ve ruhumu doyurmuyor
öğrendiklerim.
Aksine
çelişkiler yumağında kayboluyor zihnim. Ülkemde neden bu konuları bizim
dilimizde anlatan sayfalarımız yok, diye geçiyor aklımdan. Bu konularla ilgilenen
insanlara kızıp, homurdanıyorum içimden.
Tembeller
belki de sefahate düşmüşlerdir, saatin yanındaki kukla gibi…
Ya da biz bu batılı anlatımlarla mı sefahate
itildik, itiliyoruz sürekli?
Türk
Tarih Kurumu’nun neden çok daha geniş bir veri tabanı sayfası bulunmaz örneğin?
Konularına
göre arama yapılabilen. Kısacıkta olsa bilgilendirse insanlarımızı, eline mi
yapışır?
Çok mu
zor, bu devirde bunları gerçekleştirmek…
Sayfaya
göz attığınızda zaten iç sıkıcı geliyor en baştan, siz burada yoksunuz
atalarınızın bilim-eğitim-tarih hikâyeleri yok, devamı da olmayacak demeye
getiriyor sırıtarak…
Örneğin;
Türk Tarih Kurumunun veri sayfasında Katalog Taraması, Gelmekte Olan Süreli
Yayınlar ve İçindekiler (1999-2006
arası) ,Belgeler Dizini
(1964-2009),Gelen Kitaplar (Yurtdışı),Elektronik Dergiler, Kütüphane Tanıtımı,
Bağış Materyal Kabul İlkeleri ve Sözleşme, Veri Tabanları, Kütüphane Personeli,
İstatistikler Elektronik Veri tabanları, Antlaşmalar altında bilgilendirme
başlıkları var.(2)
Elektronik
veri tabanı sayfasını incelediğinizde zaten ulaşabileceğiniz kaynakça gazete ve
bilgi başlıklarının çoğu kısmının yabancı ülkelere ait olduğunu
görebiliyorsunuz ki, bu daha da trajik…
Ülkemi,
tarihimi, bilimimi ilgilendiren mevzular hakkında yapılandırılmış, halis muhlis
kendi ellerimizle yaptığımız araştırmalardan, analizlerden oluşan ya da özetini
veren bir veri tabanımız yok.
Olanlar da
üyelik istiyor. Yani oturduğumuz yerden bilgiye bir tıkla ulaşmak çok zor. Hadi
kalkıp gideyim, araştırayım deseniz istedikleri şeyler aşağıdakiler.
Arşivden
Yararlanmak: Arşivimizden Türk ve yabancı bilim adamları, araştırmacılar, resmi
ve özel kuruluşlar yararlanabilir. Müracaat Şekli: Arşivimizde araştırma ve
inceleme yapmak isteyen araştırmacılar, açık kimlik bilgilerini, adreslerini,
araştırmanın amacını ve konusunu belirten bir dilekçe ile (Yüksek lisans ve
doktora düzeyindeki araştırmacılar, akademik çalışma yaptıkları kurumlardan
alacakları çalışma konularını belirten yazıyı, yabancı uyruklular pasaport ve
kimlik örneklerini de ekleyerek) Türk Tarih Kurumu Başkanlığına, bizzat ya da
posta ile müracaatta bulunurlar. Resmi ve özel kuruluşlardan araştırma yapmak
üzere gelen personelin kurumlarından konuyu belirten onaylı bir yazı
getirmeleri zorunluluğu vardır.(3)
***
Öğrencilik
yıllarımda; araştırma yapma heyecanı ile kapısını çaldığım kurumlardaki
memurların yüzündeki o sevmediğim ekşi ifade oturuyor yüzüme, bunları gördükçe.
Ülkemde araştırmacı olmak, sorgulamak, üretmek gerçekten zordu, hâlâ zor. Geçen
seneler içinde çok şey değiştiğini zannetmiyorum. Sizi sadece ahbabı tanıdık durumlar
kurtarır araştırma yapan sade bir vatandaş ya da öğrenci iseniz bu ülkede.
Şimdilerde
iş, ev, hayat üçgeninde internette giderebilmek güzel olsa da içimdeki merak,
sorgulama ve araştırma isteğini. Doyurucu gelmiyor çoğu şey.
Gerçeklerin
bunlar olmadığını biliyoruz çünkü. Bu nedenle geçmiş sorgulamalarını yaparken,
geleceğe dair de şekillenmiş projeler üretiyor zihnim.
Sefahate
düşsün istemiyorum gelecek nesil. Hunuş Usta’nın saati her saat başı
çaldığında, toplanıp izleyen tembel turistleri olmasınlar. Saatten çıkan 12 Havari,
yanlarındaki kuklaların onlara gönderdiği mesajlar, ilgilendirmesin yeni nesli,
kendilerini bilsinler hatırlasınlar ilk önce.
Tarihimiz,
toplumumuz, eğitimimiz, bilim adamlarımız. Bize Avrupa’nın anlattığı insanlar
değiliz biz. Karşılaştırmalı araştırma yaptıkça zaten ortaya çıkıyor gerçekler.
Okuyan, araştıran, çoğu insanda farkında pek çok şeyin, saatin altındaki son
dört kuklanın mesajını…
Bilime,
adalete, astronomiye ve eğitime önem verme konusunu Dünyaya öğreten toplumuz
biz.
Tarihte
bizler her konuda ileride iken, onların neden geride olduğunu biliyoruz
hepimiz.
Bu
yüzyılda ülke olarak neden geride kalmışlığımızı sorgularken bir taraftan…
Bunu
toplum olarak nasıl çabuk düzeltebiliriz? in cevabını da aramalıyız hep beraber.
Gerçekleştirir
ve başarırsak şayet…
Elbette
ki biliyoruz, onların saatindeki horozun ötmesi ile bitmeyeceğini gösterinin.
Duru
Çağlayan, 06.10.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar
Alıntılar: