“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.”
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…
“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”
Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:
Eğer
yüzdelere bölmek gerekirse eminim ki zamanın %80’inde sokağa çıkma yasağı
vardı, yani ilk başlarda sokağa çıkma yasağı uygulanmıyordu, ama sonra sürekli
bir uygulama haline geldi. Bazı günler bir yerde bazı günler diğer yerde
uygulanmıyordu. Özellikle Hudna (ateşkes) zamanında iki haftalık ara
veriliyordu.
Bazen
öyle garip kararlar oluyordu ki; birisinin bir ofiste oturup işlerinizi biraz
olsun kolaylaştırmak için uğraştığı izlenimine kapılıyordunuz. Bazen sokağa
çıkma yasağı olur… Saat altıdan altıya veya sekizden on ikiye kadar süren uzun
yasaklar olurdu. Derken durup dururken yasak saat sekizden öğleye kadar olur ve
sonra yeniden rutine dönülürdü. Dükkânlar kapatılır, herkes evine gönderilir ve
sonra yeniden dükkânlarını açmalarına izin verilirdi.
Dükkânları kapatma
derken el-Halil’de yani, bir sıra dükkânı kapatmaktan mı bahsediyorsunuz?
Casaba’nın
ana caddesinde her zaman yapılan buydu. Bir noktadan sonra bunu yapmak çok
kolay hale gelmişti çünkü dükkânların çoğu tamamen kapanmış ve geriye bir şey
kalmamıştı.
Peki, bunu nasıl
yapıyordunuz?
Caddenin
bir ucundan diğerine doğru giderken şöyle diyorduk:” Sakir, sakir, sakir,
sakir, sakir, sakir, sakir (kapat)” caddenin sonuna gelince gerisin geri
dönerek yine bir tur daha atıyorduk, sonra işlem tamamlanıyor ve tüm dükkânlar
kapanmış, ortalarda kimse kalmamış oluyordu. Kalabalık bir caddede IDF’nin
günümüzde sahip olduğu imkânlarla bu işlemin gerçekleştirilmesi on dakika alır.
***
Güce
sahip olma hissinden hoşlandığımı fark ettiğim gün kendimden utandım. Buna
inanamıyordum; başkasına karşı güç kullanmak doğru değil, hele bu size hiçbir
zararı olmayan bir kimse ise, fakat elinizde değil güce sahip olmaktan
hoşlanıyorsunuz.
İnsanlar
siz ne isterseniz yaparlar tabi bunun silah taşıyor olmanızdan kaynaklandığını
bilirsiniz. Eğer silahınız veya yanınızda bir asker arkadaşınız bulunmasa,
üzerinize atlayıp sizi öldüresiye döveceklerini bilirsiniz ve bunu yapamıyor
olmaları hoşunuza gitmeye başlar.
Sadece
hoşlanmak da değil, bu duyguya ihtiyaç duyarsınız. Bu durumda birisi size
aniden: “Hayır” diyecek olsa sizin tepkiniz: “Ne demek hayır? Bana hayır
diyecek cüreti kendinde nasıl buluyorsun? Bir an için tüm şu Yahudi’lerin
çılgın olduklarını düşündüğümü unut. Barış istediğimi ve işgal edilmiş
bölgeleri terk etmemiz gerektiğini düşündüğümü farz et. Bu durumda bana hayır
demeye nasıl cesaret edersin? Ben kanunum! Ben buradaki kanunum!” şeklinde
olacaktır. Ve bu noktadan sonra bu tür bir güce sahip olmanın iyi hissettirdiğini
anlarsınız.
Çok özel
bir olay hatırlıyorum: Geçici bir görevle kontrol noktasındaydım, strangülasyon
diye tabir edilen bir kontrol noktası. Bu birbirine çok yakın dört askerin
bulunduğu çok küçük bir kontrol noktasıydı. Başımızda bir komutan yoktu, doğru
düzgün bir koruma da bulunmuyordu.
Kasabaya
girişi engellemek için koyulmuş bekçi kulübesi gibi bir şey. Bir tarafta sıra
olmuş araçlar geçiş yapmak istiyor, uzun bir sıra ve birden parmak uçlarınızda
bir bilgisayar oyunu oynarken hissettiğiniz duyguya benzer güçlü bir şey
hissetmeye başlıyorsunuz. Parmağınızla işaret ederek insanlara onu yap, bunu
yap, arabayı çalıştır, bana doğru gel komutları verirsiniz. Bir sonraki araba
gelir işaret edersiniz, önünüzde durur.
Derken
bir bilgisayar oyununda imiş gibi onlarla oynamaya başlıyorsunuz. Sen buraya
gel, sen oraya git. Neredeyse hareket etmeden, sadece parmağınızın ucuyla
onlara emir verirsiniz. Bu, daha önce hiçbir yerde tecrübe etmediğiniz çok hoş
bir duygudur.
Silahınız
olduğu için, bir asker olduğunuz için bunun böyle olduğunu bilirsiniz ama yine
de bu duygu bağımlılık yapar. Bunu fark ettiğim zaman bana ne olduğunu anlamak
için kendimi dinledim. Benim gibi düşünen, düşündüklerini ifade edebilen,
ahlaki değerlere sahip birisi nasıl böyle düşünür.
Sanırım ben bu tür duygulara
bağışıklık sağlamışım. Kendimle ilgili eleştirileri başkasının onaylamasına
ihtiyaç duymadan yapabiliyorum. İşte o anda büyük balon patladı ve insanları
kontrol etmeye alışmaya başladığımı fark ettim.
***
Abu
Sneina mezarlığındaki bir cenaze töreni sırasında gerçekleşen bir olay hakkında
konuşmak istiyorum.
O zamanlar operasyon komuta merkezi *** ve
**** den oluşuyordu. Tören başlamadan oraya gitmiştik ve mezarlıkta onlarca
hatta daha fazla insan, belki de yüz tane yas tutan insan bulunuyordu ve o
kadar insan daha tören başlamadan orada toplanmıştı.
Başımızda
bulunan subay *** bu kalabalığı dağıtmak istedi. Bana göre ölen bir insanı
toprağa vermek, yapılması gerekli olan sorgulanamayacak en insani görevlerden
birisidir. Cenazeyi dağıtmak için yas tutan insanlara doğru ilerlerken subayın
gözlerindeki nefreti gördüm. Sadece sevdikleri insanı defnetmek için buraya
gelmiş insanları nefretle, bağırarak, silahını onlara doğrultarak dağıtmaya
gelmişti.
O
insanların sadece defin için orada bulunduklarını anladıktan sonra bile
elindeki gücün sağladığı avantajla bu tutumunda ısrar etti. Hatta daha ileri
giderek küfretti, silahını yürümekte zorluk çeken seksen yaşlarında yaşlı bir
adama doğrulttu.
Subay
etrafına nefret saçarken etrafta olan biteni izleyen yüzden fazla insan vardı.
Bu nefreti ve bir cenazeyi dağıtmak için inat etmesini gördükten sonra onun bu
insanları kendine eşit insani varlıklar olarak görmediğini anladım.
Hala o
anda hiçbir şey söylemediğim için kendime kızgınım. Diğer olaylarda olduğu gibi
sadece gözlerimi yere diktim ve ne yapacağımı bilemedim. Olaya farklı bir
perspektif kazandıracak başka bir ayrıntı daha aktarmak isterim. Olay ateşkes
zamanında gerçekleşiyordu ve sonrasında bu insanların cenaze töreni için izin
aldıkları ortaya çıktı. İşin en can sıkıcı tarafı, alaydan izin almış
olduklarını sonradan öğrenmek ve subayın tek yapması gereken şeyin operasyon
merkezine ne yapması gerektiğini sormak olmasıydı.
Tamer Güner, 10.10.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri
Metnin Orijinali: