10 Ekim 2014 Cuma

SA927/TG59: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2001-2004/5. Bölüm

“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

 Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

Eğer yüzdelere bölmek gerekirse eminim ki zamanın %80’inde sokağa çıkma yasağı vardı, yani ilk başlarda sokağa çıkma yasağı uygulanmıyordu, ama sonra sürekli bir uygulama haline geldi. Bazı günler bir yerde bazı günler diğer yerde uygulanmıyordu. Özellikle Hudna (ateşkes) zamanında iki haftalık ara veriliyordu.

Bazen öyle garip kararlar oluyordu ki; birisinin bir ofiste oturup işlerinizi biraz olsun kolaylaştırmak için uğraştığı izlenimine kapılıyordunuz. Bazen sokağa çıkma yasağı olur… Saat altıdan altıya veya sekizden on ikiye kadar süren uzun yasaklar olurdu. Derken durup dururken yasak saat sekizden öğleye kadar olur ve sonra yeniden rutine dönülürdü. Dükkânlar kapatılır, herkes evine gönderilir ve sonra yeniden dükkânlarını açmalarına izin verilirdi.

Dükkânları kapatma derken el-Halil’de yani, bir sıra dükkânı kapatmaktan mı bahsediyorsunuz?

Casaba’nın ana caddesinde her zaman yapılan buydu. Bir noktadan sonra bunu yapmak çok kolay hale gelmişti çünkü dükkânların çoğu tamamen kapanmış ve geriye bir şey kalmamıştı.

Peki, bunu nasıl yapıyordunuz?

Caddenin bir ucundan diğerine doğru giderken şöyle diyorduk:” Sakir, sakir, sakir, sakir, sakir, sakir, sakir (kapat)” caddenin sonuna gelince gerisin geri dönerek yine bir tur daha atıyorduk, sonra işlem tamamlanıyor ve tüm dükkânlar kapanmış, ortalarda kimse kalmamış oluyordu. Kalabalık bir caddede IDF’nin günümüzde sahip olduğu imkânlarla bu işlemin gerçekleştirilmesi on dakika alır.

***

Güce sahip olma hissinden hoşlandığımı fark ettiğim gün kendimden utandım. Buna inanamıyordum; başkasına karşı güç kullanmak doğru değil, hele bu size hiçbir zararı olmayan bir kimse ise, fakat elinizde değil güce sahip olmaktan hoşlanıyorsunuz.

İnsanlar siz ne isterseniz yaparlar tabi bunun silah taşıyor olmanızdan kaynaklandığını bilirsiniz. Eğer silahınız veya yanınızda bir asker arkadaşınız bulunmasa, üzerinize atlayıp sizi öldüresiye döveceklerini bilirsiniz ve bunu yapamıyor olmaları hoşunuza gitmeye başlar.

Sadece hoşlanmak da değil, bu duyguya ihtiyaç duyarsınız. Bu durumda birisi size aniden: “Hayır” diyecek olsa sizin tepkiniz: “Ne demek hayır? Bana hayır diyecek cüreti kendinde nasıl buluyorsun? Bir an için tüm şu Yahudi’lerin çılgın olduklarını düşündüğümü unut. Barış istediğimi ve işgal edilmiş bölgeleri terk etmemiz gerektiğini düşündüğümü farz et. Bu durumda bana hayır demeye nasıl cesaret edersin? Ben kanunum! Ben buradaki kanunum!” şeklinde olacaktır. Ve bu noktadan sonra bu tür bir güce sahip olmanın iyi hissettirdiğini anlarsınız.

Çok özel bir olay hatırlıyorum: Geçici bir görevle kontrol noktasındaydım, strangülasyon diye tabir edilen bir kontrol noktası. Bu birbirine çok yakın dört askerin bulunduğu çok küçük bir kontrol noktasıydı. Başımızda bir komutan yoktu, doğru düzgün bir koruma da bulunmuyordu.

Kasabaya girişi engellemek için koyulmuş bekçi kulübesi gibi bir şey. Bir tarafta sıra olmuş araçlar geçiş yapmak istiyor, uzun bir sıra ve birden parmak uçlarınızda bir bilgisayar oyunu oynarken hissettiğiniz duyguya benzer güçlü bir şey hissetmeye başlıyorsunuz. Parmağınızla işaret ederek insanlara onu yap, bunu yap, arabayı çalıştır, bana doğru gel komutları verirsiniz. Bir sonraki araba gelir işaret edersiniz, önünüzde durur.

Derken bir bilgisayar oyununda imiş gibi onlarla oynamaya başlıyorsunuz. Sen buraya gel, sen oraya git. Neredeyse hareket etmeden, sadece parmağınızın ucuyla onlara emir verirsiniz. Bu, daha önce hiçbir yerde tecrübe etmediğiniz çok hoş bir duygudur.

Silahınız olduğu için, bir asker olduğunuz için bunun böyle olduğunu bilirsiniz ama yine de bu duygu bağımlılık yapar. Bunu fark ettiğim zaman bana ne olduğunu anlamak için kendimi dinledim. Benim gibi düşünen, düşündüklerini ifade edebilen, ahlaki değerlere sahip birisi nasıl böyle düşünür. 

Sanırım ben bu tür duygulara bağışıklık sağlamışım. Kendimle ilgili eleştirileri başkasının onaylamasına ihtiyaç duymadan yapabiliyorum. İşte o anda büyük balon patladı ve insanları kontrol etmeye alışmaya başladığımı fark ettim.

***

Abu Sneina mezarlığındaki bir cenaze töreni sırasında gerçekleşen bir olay hakkında konuşmak istiyorum.

 O zamanlar operasyon komuta merkezi *** ve **** den oluşuyordu. Tören başlamadan oraya gitmiştik ve mezarlıkta onlarca hatta daha fazla insan, belki de yüz tane yas tutan insan bulunuyordu ve o kadar insan daha tören başlamadan orada toplanmıştı.

Başımızda bulunan subay *** bu kalabalığı dağıtmak istedi. Bana göre ölen bir insanı toprağa vermek, yapılması gerekli olan sorgulanamayacak en insani görevlerden birisidir. Cenazeyi dağıtmak için yas tutan insanlara doğru ilerlerken subayın gözlerindeki nefreti gördüm. Sadece sevdikleri insanı defnetmek için buraya gelmiş insanları nefretle, bağırarak, silahını onlara doğrultarak dağıtmaya gelmişti.

O insanların sadece defin için orada bulunduklarını anladıktan sonra bile elindeki gücün sağladığı avantajla bu tutumunda ısrar etti. Hatta daha ileri giderek küfretti, silahını yürümekte zorluk çeken seksen yaşlarında yaşlı bir adama doğrulttu.

Subay etrafına nefret saçarken etrafta olan biteni izleyen yüzden fazla insan vardı. Bu nefreti ve bir cenazeyi dağıtmak için inat etmesini gördükten sonra onun bu insanları kendine eşit insani varlıklar olarak görmediğini anladım.

Hala o anda hiçbir şey söylemediğim için kendime kızgınım. Diğer olaylarda olduğu gibi sadece gözlerimi yere diktim ve ne yapacağımı bilemedim. Olaya farklı bir perspektif kazandıracak başka bir ayrıntı daha aktarmak isterim. Olay ateşkes zamanında gerçekleşiyordu ve sonrasında bu insanların cenaze töreni için izin aldıkları ortaya çıktı. İşin en can sıkıcı tarafı, alaydan izin almış olduklarını sonradan öğrenmek ve subayın tek yapması gereken şeyin operasyon merkezine ne yapması gerektiğini sormak olmasıydı.


<<Önceki                 Sonraki>>


Tamer Güner, 10.10.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri


Metnin Orijinali:


Seçkin Deniz Twitter Akışı