“Rahattı
içimiz. Yer yarılıp gök devrilir gibi oldu. Gibisi fazla yer yarılıp gök
devrildi. Yer yarılıp gök devrilince fırladık yataklarımızdan. Geç kalmıştık.”
-I-
İki
kişiydiler. Ellerinde şemsiyeleri vardı. Hava yağışlı değildi. Rahatsız edici
güneşli bir hava da yoktu. Şemsiyeleri ne için taşıdıklarını belki kendileri de
bilmiyorlardı. Birisi ya da birileri tutuşturmuş olabilirdi ellerine. Belki
dalgınlıkla almışlardı. Sigara almak için girdikleri bir marketten yalnızca
sigara almamışlar, o an için gereksinmedikleri ve gelecekte de
gereksinmeyecekleri bir iki şey daha almışlardı şemsiyelerle birlikte belki.
Belki bilerek almıştılar da bilmezlikten geliyorlardı.
Hiç
konuşmadan yürüyorlardı. Kentin dışına çıkmışlardı. Ani bir gök gürültüsüyle
sarsıldılar. İkinci de sendelediler. Üçüncü de öldüler. Önce biraz kilolu olanı
yere yığıldı. Kalp krizinden ölmüştü. Kalp krizinden öldüğünü kim baksa
anlardı. Nefes alış verişi hırıltıya dönüşmüştü ve iki eliyle gömleğinin
yakasını çözmeye uğraşıyordu. Ölen arkadaşından biraz uzunca ve esmer olanı
olduğu yerde kala kalmıştı. Şoktaydı. İki ayağı üzerinde güçlükle duruyordu.
Dizinin bağı çözülmek deyiminin kaskatı nesnel örneğiydi o an. İlk ölenin ölümü
sıradandı, hepsi hepsi bir kalp kriziydi. Heyecana bağlı bir kalp krizi.
Trajik
olan ikincinin ölümüydü. O korkudan ölmüştü. Ölümlü olduğu gerçeğiyle yüz yüze
kalmıştı. İlk ölen beklenmedik bir gök gürültüsünün kurbanıydı. Ve ikinci
ölenin celladı olmuştu. Arkadaşına ölümlü olduğunu ayrımsatmıştı.
Birlikte
büyümüşlerdi. Aynı mahallede, aynı sokakta, bitişik evlerde dünyaya gelmişlerdi
aynı saatte. Birbirlerinden habersiz. Birbirlerinden haberli büyümüşlerdi. Aynı
okulda okumuş, aynı sırada oturmuşlardı. Birlikte çiçek dökmüşlerdi, kızamık,
kabakulak aynı zamanda bulmuştu onları. Ya da onlar bulmuştu kızamığı çiçeği
kızılı.
Yüzmeyi
atık su kanallarında öğrenmişlerdi birlikte. Ölmek akıllarında yoktu.
Erteledikleri
birçok şey vardı akıllarında. Örneğin evlenip yuva kurmak. Çocuklarını bir bir
çocuklarıyla evlendirmek. Bir filmde oynamak. Birlikte bir kitap yazmak.
Birlikte ölmek yoktu akıllarında. Hiç düşünmemişlerdi. Hiç kurmamışlardı. Hiç
konuşmamışlardı. Bölüşülen bir parça ekmek, ortaklaşa bir sigara içmek gibi bir
şey değildi birlikte ölmek.
Birlikte
birkaç deprem yaşamışlardı ama duydukları bu ses, bu sarsıntı başka bir şeydi.
Gece yarısı yattıkları ranzayı beşik gibi sallayan depremin doğurduğu
şaşkınlıkla birinin çoraplarını, diğerinin gömleğini büyük bir titizlikle
arayışında gülünecek bir yan vardı, ama bu başkaydı. Gülmeye şaşkınlığa fırsat
vermemişti. Durumu anlamaya vakitleri olmamıştı. Yer yarılıyorken onlar az
ilerdeki kayanın üzerine çıkıp dinlenmeyi kuruyorlardı o an. Birbirlerinden
habersiz.
Ölüm bir
tuhaf gelmişti. Birlikte ölmek birlikte doğmak gibi değildi.
Birlikte
her sabah kuş cıvıltılarıyla uyanırlardı. Kuşlar her gün sevinçlerini onlara
yüklerdiler gelip pencerelerine konarak. Terslik ya da beklenmeyen bu sabah kuşların
olmamasıyla kendini sezdirmişti. Ve fakat onlar bunu ayrımsayamamış gibiydiler.
Canları sıkılmadı değil. Yine de fazla durmadılar üzerinde. Alıştıkları saatte
uyanmışlardı. Hafta içi hafta sonu ayrımı yoktu güne çıkışlarında.
-II-
Beni
terk edeceğini söylediğin zaman elimde paketinden yeni çıkardığım bir banyo
sabunuyla lavabonun başındaydım. Bir şeyler düğümlendi boğazımda. Yutkunmak
istedim yutkunamadım. Elim-ayağım buz kesti, derler ya işte öyle bir şeyler
oldu. Çeşmeyi açmayı bile akıl edemedim o an. Aynaya bakmaya korktum. Yanlış mı
duymuştum? Ayrılmak mı? Terk etmek mi?
Başım öne düşmüştü. Güçlükle doğrulttum
ve aynaya baktım. Elimdeki sabuna. Hemen sağımda asılı duran havluya. Aynanın
üstündeki lambaya. Titrek elimle çeşmeyi açtım. Suyu olabildiğince az açtım ki
su birden tazyikle akıp üstümü başımı ıslatmasın. Yerlere su sıçramasın. Her
defasında ölçüsüzce açardım çeşmeyi ve ortalık ıslanırdı. Söylenirdin.
Umursamazdım ben. Oysa şimdi çeşmeyi istediğin gibi açmıştım.
Terk edeceğini
söylemeseydin de öyle açacaktım. Sürpriz yapacaktım. Bu gün sürprizlere
boğacaktım seni. Eve gelirken böyle karar vermiştim. Neleri nasıl yapmamı
istiyorsan öyle yapacaktım. Ve işte eve adımımı atar atmaz başlamıştım. Kapının
zilini çalmadım. Belki ilk kez anahtarımla açtım kapıyı. Ayakkabılarımı kendim
içeri aldım. Ayakkabılığa kendim koydum. Ceketimi hep istediğin bölmeye astım.
Sence seni sinirlendirmek için ve sana inat yaptığımı söylediğin şeyi yapmadım.
Oysa ceketin ne tarafa asılacağı hiç umurumda değildi. Dağınıklığım seni yormak
için değildi. Sana iş çıkarmak için değildi. Belki kurallarla çevrili bir
yaşamı evde sürdürmek istemeyişimdendi. Bilemiyorum. Üzerinde hiç düşünmedim.
Belki.. meğer sen de sürprize niyetlenmişsin bu gün için.
Uyuyorsun
sandım. Seslenmedim, “ Ben geldim!” diye. Sana sürpriz yapacaktım.
Kalbimin
çarpıntısı hızlandı. Sabunu düşürecektim nerdeyse. Kapının önünde dikiliyordun.
Bir şeyler söylememi bekler gibiydin. Ya da ben öyle sandım. Belki nereye
gideceğini düşünüyordun. Beni terk edeceğini hiç beklemedim. Öyle bir düşünceyi
hiç beslemedim. Öylesi bir düşüncenin beslenmesi, büyütülmesi aklımın hiçbir
ucundan hiçbir zaman geçmedi. Terk etmen için geçerli nedenlerin olduğunu
sanmıyorum yine de. “ İyice düşündün
mü?” deyişimin ardından durup
düşünmeliydin. Belki de böylesi bir sözü bekledin. Söyleyemedim. Dilim
tutulmuştu. Ben ağlıyordum. Gerçekten.
Ama sen görmedin. Gerçi ağladığımı
aynada ben de görmedim. Göremiyordum.
Bir
şeyler oluyordu. “O kapıdan çıkarsan bir daha asla dönemezsin!” dediğimde bu
kadarını beklemiyordum. Yer yarılsın gök devrilsin üstüne demedim ki! Böyle bir
şey geçirmedim aklımdan. Yemin ederim. Beni tanırsın. Yalan söylemeyi sevmedim.
Beceremedim. İsyan etmeyi de.
Aslında
hiçbir şeyi beceremedim. Pısırık, çekingen, biraz kibirli, tembel.. savruk.
beni anlatacak sözcükleri cımbızla seçmeme gerek yok. Olumsuz hangi sözcüğü
alsam benim için cuk oturur. Niye böyle oldu?
Eğer dürüst isem dürüstlüğe prim
verdiğim için değil, beceriksizliğimden. Herkes bir şeyleri bir kılıfına
uydurup götürürken ben yapmadıysam beceriksizliğimdendi. Götürmelerine sözlü
bile olsa engel olmadıysam korkaklığımdandı. Gerekli yerlere bildirmediysem bu
muhbirliğin, gammazcılığın kitabımda yazmadığından değil, korkaklığımdan.
Korkağım. Sana “ ... bir daha asla dönemezsin!” deyişimi duymadığına yemin
edebilirim. Neredeyse ben bile duymadım. Kendi sesimi bile duymadım.
Beni
terk edersen ne yaparım? Kendimi nasıl savunurum? Bunları söyleyemedim. Ben
seni gerçekten sevdim. Bunu bile söyleyemedim.
Üzgünüm.
Ne denli
üzgün olduğumu anla ki, sigara yakmayı akledememiştim. Sigaram ceketimin
cebindeydi. Gömleğimin cebi tütün olmasın diye ceketime koymuştum sigara
paketini. Sürpriz için. Gün senden ve benden daha atik davrandı sürprizde. Ve
daha görkemli. Ama “Gök devrilsin! Yer yarılsın!” demedim ki.
-III-
Hiç
üzerimize mitralyözle ateş açılmadı. Dolayısıyla üzerimize kurşunlar yağmadı.
Ya da başka bir silahla kurşun yağdırılmadı. Füzeler de yağdırılmadı. Denizden
fırlatılan, uçaklardan atılan. Yanı başımda şarapnel parçalarıyla ölen
arkadaşım ya da tanımadığımız biri, birileri olmadı. Bize doğru atılan el
bombaları da olmadı.
Evimizin
tepesine, akıllı olduğu söylenen ve fakat adresi şaşıran bombalar düşmedi.
Kurşun adres sormazdı, böyle biliyorduk, ama akıllı bombalar yapılmıştı ve
onlar adres soruyordu, deniliyordu, yorumcular tarafından. Ve fakat işte onlar
da adres şaşırıp hastahane vurabiliyordu. Askeri olmayan evler vuruluyordu.
Ölmeyeceği söylenen siviller ölüyordu. Ama bizim eve düşen olmadı. Bizim sokağın
sivilleri ölmedi bombalarla, kurşunlarla ölmedi. Bizim sokağa akıllı füzeler,
akıllı bombalar düşmedi.
Gündüzleri
“ Savaşa Hayır!” diye haykırdık. Cop yedik bazen, bazen itişmeler, kakışmalar
yaşadık. Ezilir gibi olduk bazen. Birilerinin bayraklarını yaktık, birilerinin
kuklalarını. Akşamları evdeydik.
Evdeydik.
Yetmiş ekran tv.lerimizin karşısında oturup çaylarımızı yudumlarken, savaşın ne
denli vahşi olduğunu anlatan yorumcuları dinledik. Savaşın kötü ve fakat
kaçınılmaz olduğunu, tecavüz kaçınılmazsa zevk almamız gerektiği söyleniyordu.
Emekli stratejistler, kelli felli köşe yazarları tarafından. Kimi yanındaydı
savaşın, kimi karşısında. Biz de gündüzleri karşısındaydık savaşın geceleri
tv.nin karşısındaydık.
“Vah!
Vah! Çok yazık! Şu çocuğun haline bak!” dedik birlikte. Hastahanelere düşen
bombalara öfkelendik. Uçaklarla bombalar yağdırıp yorulan askerlerin coca cola içerek dinlenişlerini manşetlerine
taşıyan gazete sayfalarına bandık gözlerimizi. Gülüyordu askerler. Mutluydular.
Biz de rahattık. Biz de mutluyduk. Bir kere savaşa hayır diye, haykırıyorduk.
Yürüyorduk.
İzlemek
ve yürümek.. birlikte.
Kaygılarımız
da yok değildi hani. Ülkemize gelen turist sayısında düşme vardı. Bu da
işsizlik demekti. Savaş bizden kilometrelerce uzaktaydı, ama bunu gelecek
turistlere anlatamıyorduk. İletişimi bir türlü beceremiyorduk işte ülke olarak.
Bombalar bizim tatil köylerimizden çoook uzaklara düşüyordu. Bunu niye
anlatamıyorduk. Açsalar haritalarına bir baksalar sorun çözülürdü.
Birlikte az
mı kafa yorduk bu konuda. Irak gerçekten ıraktı bize. Bunu Avrupalılara niye
anlatamıyorduk? Niye anlatamıyorduk Asyalılara, Afrikalılara? Yarı yarıya düştü
turizm gelirimiz anlatamadığımız için. Savaşın kaçınılmaz olduğunu ne de güzel
anlatıyor birileri. Toprağını savunanların terörist olduğunu ne de güzel
kanıtlıyor birileri. Şatilla, Deir Yasin, Hama katliamını yapanların masum
oluşlarını ne güzel anlatıyor birileri. Biz niye anlatamıyoruz? Ölen Viet
Kongluların cani, öldürenlerin kahraman oluşları ne denli güzel işleniyor filmlerde.
Rambolar mazlum. Rambolar kahraman ve haklı. Turizm gelirlerimiz yarı yarıya
düştü. Ne yarısı? Neredeyse üçte biri.
Üzerimize
kurşunlar yağdırılmadı. Akıllı bombalar, füzeler düşmedi bizim sokağımıza. Uyur
uykumuzdan silahlar uyandırmadı, sahibi belirsiz haykırışlar fırlatmadı
yatağımızdan. Biz karşısındaydık savaşın “ olup biten şeylerin-olup bitmemiş
olması için” yürüyorduk ve öldürüşleri izliyorduk yetmiş ekran tv.lerimizden,
rahattı içimiz. Görevini hakkıyla yerine getirmiş insanların gönül rahatlığıyla
rahat içimiz. Rahattı içimiz. Yer yarılıp gök devrilir gibi oldu. Gibisi fazla
yer yarılıp gök devrildi. Yer yarılıp gök devrilince fırladık yataklarımızdan.
Geç kalmıştık.
Cemal Çalık, 11.10.2014, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark,
Öykü