بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
1- İSLAM'IN İLK ASRINININ ZAHİDLERİ [1]
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Zühd-ü takvaya kendini vermiş Ashabı, Tabiînin zâhidleri, hiçbir şekilde nimetlerin ve azapların müşahhas varlığını inkâr edemiyorlardı. Bu mevzuda Kur'ân'ın manasına sadakatle bağlı idiler. İslâm’ın ilk zahitleri olarak değerlendirilen, Hz. Peygamber (s.a.v.) devrindeki Ehl-i Suffâ'nın zihnine mecazî, istiareli tefsir asla gelmedi. Tabiîn zahitlerin için de ayni şey söylenebilir.
Bunlar iki kategoride sınıflanabilirler:
Birincisi Hasan el Basrî (ö. 110/728) tarafından temsil edilen kendisinde azab korkusu ve mükâfat arzusunun hâkim olduğu zahidliktir. İkincisi Rabia el Adeviy-ya (ö. 185/801) tarafından temsil edilen saf Allah aşkı üzerinde durulan zühd’dür. el-Fadl er-Rakkâs (ö. 129/746) Salih b. Beşr el-Hurrî (ö. 172/88) Abd el-Vâhid b. Zeyd (ö. 177/ 793) ve Mâlik b. Dinar (ö. 181/797) gibi bütün Basra zahidleri ile er'Rabi' b. el-Heysem (ö. 167/ 686), Câbir b. Hayyan ve Kulayb eş-Şeydavî gibi Küfe zahidlerini ilk kategoride zikretmek mümkündür.
Basra mektebindeki Mu'tezilî, Küfe mektebinin de Murcîî temayülüne rağmen bu Şeyhler, bizim araştırmamıza ilk temsilcileri Hasan el-Basri'ninkinden farklı hiçbir fikir sunmuyorlar. Hepsi Cehennemî azab'dan korkuyor idi. Hasan Basrî'nin tavsiyesini tatbik ediyorlardı :
«Korkuyu bulmak için kalb huzuruna sahip olmaktan, kalb huzurunu, saadeti bulmak için korkmak daha iyidir.»
O derece korkuyorlardı ki üstâdları gibi Cehennem'in yalnız onlar için yaratıldığına inanıyorlardı. Cennet mükâfatı arzusu Cehennem azabı korkularından daha az şiddetli değildi. Cennet'i tasvir eden bir ayeti okuduklarında, her mutluluk Cennet'inkinin yanında manasız olduğundan, Cennet arzusuyla ağlarlardı.
Ayni şekilde Cehennem'i tasvir eden bir ayeti okudukları zaman, her bedbahtlık Cehennem'in ateşine kıyasla çok küçük olduğundan, sanki Cehennemin gürültüsü kulaklarında uğulduyormuş gibi hıçkırarak ağlarlardı! Bu korku ve ümit etmeleri yanında, ilk zahitlerde Allah ile yaratığın karşılıklı aşkı olan bir başka arzu temi bulunur.
Bu, Hasan Basri'nin «Onu arzu ediyorum ve o da beni istiyor» kudsî hadisinden ilham aldığı «saadete ve sevince» doğru uzanan aşklı bir arzudur (Sonsuz Ark'ın notu: Kudsî hadis hususu şaibeli bir husustur, ayrıca tahkik edilmesi gerekmektedir). Bununla beraberine bu aşklı arzu, ne bu ilk zahitlerin, korkusu ve ümidi Cennet ve Cehennem tasvirinde hiçbir değişiklik yapmadı.
Hadise ne kadar bağlı olsalar da Küfeliler, nakilci tefsirin bütün mübalağalarını ve genişletmelerini kabul ediyorlardı. Daha fazla tenkitçi duyguya sahip olan Basralılar, tenkidin süzgecinden geçen hadise ait verileri ancak kabul ediyorlardı. O hâlde böylece iki ebedî ikamet yerinin müşahhas gerçekliği onlar için mesele dışıdır, mesele olmaktan uzaktır.
Saf Allah aşkının en fazla inanmış zahidlerinin durumu pişman olmuş, şikâyet eden flüt üfleyicisi Rabia' el-'Adeviyye tarafından en iyi şekilde gösterilir. Bu da azabdan o nisbette korkardı ki «Cehennem'in basit bir hatırlatılmasında bayılırdı. Fakat hakikatte korkusunun mevzuu şiddetle sevdiği ve tutkunca ibadet ettiği Yüce Allah'tır. O kullarını eğlendirir, ama onlara hakikî saadeti takdim etmez. O halde bu basit ruhlar ne kadar aldanmışlardır!»
İşte Allah yaratıklarını nasıl eğlendiriyor ve nasıl onları Ahirete Cennet nimetleriyle cezp ediyor, «Allah'ı ziyaret mevzuunda öteki Dünya'da hikmet sahibi kimseler, biri istediği zaman ve arzu ettiği kadar onu ziyaret edebilen, diğeri ancak bir defa ona ziyarette bulunan; iki kategoriye ayrılacaklardır. Nasıl? Allah ilk defa kendini hikmet sahiplerine takdim ettiği zaman, onlara, sadece kadın ve erkek insan başı resminin alınıp satılacağı bir pazarı gösterecek ve Cennetliklerden bu pazara sızan kimseler bir daha asla Allah'ı ziyarete gidemeyecek! Ah! Allah seni bu hayatta da öteki hayatta da pazarda aldatıyor; Sen daima pazarın kölesi bulunuyorsun!»
Böylece Cennetlikler, Bestâmî'ye göre Allah tarafından yaratılmış ve onun tarafından va'dedilmiş insan başı resimlerinin cazibesine kapılmış, aldanmış, pazar köleleridirler ancak... Oysa bütün bu va'dler sadece yalandırlar, zira bu «yalnız ve sert zahid» Ebu Yezit olağan dışı bir berraklıkla açıkça «Eğer Cennet'te O'nu görmekten mahrum bırakılırsam, bu bir anlık bir süre için dahi olsa, çekilmez, dayanılmaz olan bu hayatı Cennetliklere iade ederim»
«O'nu sever görünerek isyan ediyorsun. Bu elbette gülünç bir ameldir. Eğer senin aşkın samimi ise O'na itaat gerektir. Zorunlu olarak bir âşık boyun eğer sevdiğine»
Rabia bir başka bakımdan bu İlâhî aşkı ele alıyor:
«Seni iki aşkla seviyorum. Biri sadakat aşkı, diğeri sana lâyık aşk Sadakat aşkı, bir başkasını değil, ancak Seni düşünmekle zihnimi meşgul etmektir. Sana lâyık aşk ise, Senin perdelerinin düşmesi ve Seni görmemdir. Ne birinci ve ne diğer aşkta kendim için hiçbir övgü yok, Fakat bunda ve onda övgü sanadır!»
Gazali, 2. aşkın üstün olduğunu belirtiyor.
“Hiçbir gözün görmediğini hiçbir kulağın işitmediğini, bir insan kalbinin asla idrak etmediği şeyi sadık kullarıma hazırladım.” (457) Doktrininin hakikati konusunda Rabia’dan bilgi almak isteyen Sufyân Sevri'ye, o şöyle cevap verdi : «Kötü bir kul gibi ne Cehennem korkusuyla ne Cennet arzusuyla Allah'a ibadet etmedim, O'nu O'na ait ve O'na yönelen bir aşkla ve sevgiyle sevdin.»
Bunun için «Cenneti yakmak ve Cehennemi batırmak istiyordu, öylesine ki bu iki perde hacıların gözlerinin önünde kaybolsun ve hedef onlarca tanınsın, Allah'ın kulları O'nu, hiçbir ümidi konusu ve korku sebebi olmaksızın, görebilsinler. Eğer Cennet ümidi ve Cehennem korkusu olmasaydı ne olacaktı? Ne yazık, hiç kimse ne Rabbine ibadet etmek ne de O'na itaat etmek istemeyecektir.»
Her şeye rağmen cennet ve Cehennem plânında, Rabia’nın hakikati tanımamazlık etmediği aşikârdır; fakat ilâhî Güzelliğin Seyri saadetine nispetle bunların tamamen boş olduğunu kabul ediyordu. O'nun için en yüce mükâfat Cennet değil, Allah’tır, zira İlâhî Güzellik doğrudan doğruya Ahiret mutluluğunun konusu olamaz (462)
«O önce Allah'ın komşuluğunu arıyordu, oturma yeri (cennet) ikinci plânda kalır.» Bu ev, komşu'-nün ebedî Güzelliğini örten, gizleyen bir perdedir ve yarar gözetmeyen aşkım derinden yaşamak için Rabia perdesiz Allah'a ulaşmak istiyor
Aynı devirde, Horasanda, Belh Prensi İbrahim b. Edhem bu Allah aşkı temini üstün tutuyordu. Şu dua ona isnad edilir:
«Ey Allah'ım, benim gözümde Cennet'in küçücük bir sineğin kanadı değerinde olmadığını biliyorsun, Sen zikirle yardımıma gelirsen, Aşkım bana verirsen, Sana itaatimi kolaylaştırırsan, Cennet'i isteyene, bağışla.»
Puran Tilmiz, 15.10.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü
Puran Tilmiz Yazıları
[1] Ölümden Sonra Diriliş - Prof. Dr. Suphi Salih, Sırdaş Yay, İstanbul, Tarihsiz. (S.139–145)