15 Ekim 2014 Çarşamba

SA935/KY5-PT29: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ 1- İslam'ın İlk Asrının Zâhidleri

بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

1- İSLAM'IN İLK ASRINININ ZAHİDLERİ [1]

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Zühd-ü takvaya kendini vermiş Ashabı, Tabiînin zâhidleri, hiçbir şekilde nimetlerin ve azapların müşahhas varlı­ğını inkâr edemiyorlardı. Bu mevzuda Kur'ân'ın manasına sadakatle bağlı idiler. İslâm’ın ilk zahitleri olarak değerlendirilen, Hz. Peygamber (s.a.v.) devrindeki Ehl-i Suffâ'nın zihnine meca­zî, istiareli tefsir asla gelmedi. Tabiîn zahitlerin için de ayni şey söylenebilir.

Bunlar iki kategoride sınıflanabilirler: 

Birincisi Hasan el Basrî (ö. 110/728) tarafından temsil edilen kendi­sinde azab korkusu ve mükâfat arzusunun hâkim olduğu zahidliktir. İkincisi Rabia el Adeviy-ya (ö. 185/801) tarafından temsil edilen saf Allah aşkı üzerinde durulan zühd’dür. el-Fadl er-Rakkâs (ö. 129/746) Salih b. Beşr el-Hurrî (ö. 172/88) Abd el-Vâhid b. Zeyd (ö. 177/ 793) ve Mâlik b. Dinar (ö. 181/797) gibi bütün Basra zahidleri ile er'Rabi' b. el-Heysem (ö. 167/ 686), Câbir b. Hayyan ve Kulayb eş-Şeydavî gibi Küfe zahidlerini ilk kategoride zikretmek müm­kündür. 

Basra mektebindeki Mu'tezilî, Küfe mek­tebinin de Murcîî temayülüne rağmen bu Şeyh­ler, bizim araştırmamıza ilk temsilcileri Hasan el-Basri'ninkinden farklı hiçbir fikir sunmuyorlar. Hepsi Cehennemî azab'dan korkuyor idi. Hasan Basrî'nin tavsiyesini tatbik ediyorlardı : 

«Korkuyu bulmak için kalb huzuruna sahip ol­maktan, kalb huzurunu, saadeti bulmak için korkmak daha iyidir.»

O derece korkuyorlardı ki üstâdları gibi Ce­hennem'in yalnız onlar için yaratıldığına inanı­yorlardı. Cennet mükâfatı arzusu Cehen­nem azabı korkularından daha az şiddetli değil­di. Cennet'i tasvir eden bir ayeti okuduklarında, her mutluluk Cennet'inkinin yanında manasız ol­duğundan, Cennet arzusuyla ağlarlardı. 

Ayni şe­kilde Cehennem'i tasvir eden bir ayeti okuduk­ları zaman, her bedbahtlık Cehennem'in ateşine kıyasla çok küçük olduğundan, sanki Cehennemin gürültüsü kulaklarında uğulduyormuş gibi hıçkırarak ağlarlardı! Bu korku ve ümit etmeleri yanında, ilk zahitlerde Allah ile yaratığın karşılıklı aşkı olan bir başka arzu temi bulunur. 

Bu, Hasan Basri'nin «Onu arzu ediyorum ve o da beni istiyor» kudsî hadisinden ilham aldığı «saadete ve sevin­ce»  doğru uzanan aşklı bir  arzudur (Sonsuz Ark'ın notu: Kudsî hadis hususu şaibeli bir husustur, ayrıca tahkik edilmesi gerekmektedir). Bununla beraberine bu aşklı arzu, ne bu ilk zahitlerin, korkusu ve ümidi Cennet ve Cehen­nem tasvirinde hiçbir değişiklik yapmadı. 

Hadise ne kadar bağlı olsalar da Küfeliler, nakilci tefsirin bütün mübalağalarını ve genişletmeleri­ni kabul ediyorlardı. Daha fazla tenkitçi duyguya sahip olan Basralılar, tenkidin süzgecinden geçen hadise ait verileri ancak kabul ediyorlardı. O hâlde böylece iki ebedî ikamet yerinin müşahhas gerçekliği onlar için mesele dışıdır, mesele ol­maktan uzaktır.

Saf Allah aşkının en fazla inanmış zahidlerinin durumu pişman olmuş, şikâyet eden flüt üfleyicisi Rabia' el-'Adeviyye tarafından en iyi şe­kilde gösterilir. Bu da azabdan o nisbette korkar­dı ki «Cehennem'in basit bir hatırlatılmasında bayılırdı. Fakat hakikatte korkusunun mevzuu şiddetle sevdiği ve tutkunca ibadet ettiği Yü­ce Allah'tır. O kullarını eğlendirir, ama onlara hakikî saadeti takdim etmez. O halde bu basit ruhlar ne kadar aldanmışlardır!» 

İşte Allah yaratıklarını nasıl eğlendiriyor ve nasıl onları Ahirete Cennet nimetleriyle cezp ediyor, «Allah'ı ziyaret mevzuunda öteki Dünya'da hikmet sahibi kimseler, biri istediği zaman ve ar­zu ettiği kadar onu ziyaret edebilen, diğeri an­cak bir defa ona ziyarette bulunan; iki katego­riye ayrılacaklardır. Nasıl? Allah ilk defa ken­dini hikmet sahiplerine takdim ettiği zaman, onlara, sadece kadın ve erkek insan başı resminin alınıp satılacağı bir pazarı gösterecek ve Cen­netliklerden bu pazara sızan kimseler bir daha asla Allah'ı ziyarete gidemeyecek! Ah! Allah se­ni bu hayatta da öteki hayatta da pazarda alda­tıyor; Sen daima pazarın kölesi bulunuyorsun!»  

Böylece Cennetlikler, Bestâmî'ye göre Al­lah tarafından yaratılmış ve onun tarafından va'dedilmiş insan başı resimlerinin cazibesine ka­pılmış, aldanmış, pazar köleleridirler ancak... Oysa bütün bu va'dler sadece yalandırlar, zira bu «yalnız ve sert zahid»  Ebu Yezit olağan dışı bir berraklıkla açıkça «Eğer Cennet'te O'nu görmekten mahrum bırakılırsam, bu bir anlık bir süre için dahi olsa, çekilmez, dayanılmaz olan bu hayatı Cennetliklere iade ederim»

«O'nu sever görünerek isyan ediyorsun. Bu elbette gülünç bir ameldir. Eğer senin aşkın samimi ise O'na itaat   gerektir. Zorunlu olarak bir âşık boyun eğer sevdiği­ne»

Rabia bir başka bakımdan bu İlâhî aşkı ele alıyor:

«Seni iki aşkla seviyorum. Biri sadakat aşkı, diğeri sana lâyık aşk Sadakat  aşkı, bir başkasını değil, ancak Seni düşünmekle zihnimi meşgul et­mektir. Sana lâyık aşk ise, Senin perdelerinin düşme­si ve Seni görmemdir. Ne birinci ve ne diğer aşkta kendim için hiç­bir övgü yok, Fakat bunda ve onda övgü sanadır!» 

Gazali, 2. aşkın üstün olduğunu belirtiyor.  

“Hiçbir gözün görmediğini hiçbir kulağın işitmediğini, bir insan kalbinin asla idrak etmediği şeyi sadık kullarıma hazırladım.” (457) Doktrininin hakikati konusunda Rabia’dan bilgi almak iste­yen Sufyân Sevri'ye, o şöyle cevap verdi : «Kötü bir kul gibi ne Cehennem korkusuyla ne Cennet arzusuyla Allah'a ibadet etmedim, O'nu O'na ait ve O'na  yönelen bir aşkla ve  sevgiyle sevdin.» 

 Bunun için «Cenneti yakmak ve Cehennemi batırmak istiyordu, öylesine ki bu iki perde hacıların gözlerinin önünde kaybolsun ve hedef onlarca tanınsın, Allah'ın kulları O'nu, hiçbir ümidi konusu ve korku sebebi olmaksızın, görebilsinler. Eğer Cennet  ümidi ve Cehennem korkusu  olmasaydı ne olacaktı? Ne yazık, hiç kimse ne Rabbine ibadet etmek ne de O'na itaat etmek iste­meyecektir.» 

Her şeye rağmen cennet ve Cehennem plâ­nında, Rabia’nın hakikati tanımamazlık etmediği aşikârdır; fakat ilâhî Güzelliğin Seyri saadetine nispetle bunların tamamen boş olduğunu kabul ediyordu. O'nun için en yüce mükâfat Cennet de­ğil, Allah’tır, zira İlâhî Güzellik doğrudan doğ­ruya Ahiret mutluluğunun konusu olamaz (462) 

«O önce Allah'ın komşuluğunu arıyordu, oturma yeri (cennet) ikinci plânda kalır.» Bu ev, komşu'-nün ebedî Güzelliğini örten, gizleyen bir perdedir ve yarar gözetmeyen aşkım derinden yaşa­mak için Rabia perdesiz Allah'a ulaşmak istiyor
                                                              
Aynı devirde, Horasanda, Belh Prensi İbrahim b. Edhem bu Allah aşkı temini üstün tutuyordu. Şu dua ona isnad edilir: 

«Ey Allah'­ım,  benim gözümde Cennet'in küçücük bir sineğin kanadı değerinde   olmadığını biliyorsun, Sen zikirle yardımıma gelirsen, Aşkım bana verirsen, Sana itaatimi kolaylaştırırsan,   Cennet'i isteyene, bağışla.» 


<<Önceki                Sonraki>>


Puran Tilmiz, 15.10.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü

Puran Tilmiz Yazıları



[1] Ölümden Sonra Diriliş - Prof. Dr. Suphi Salih, Sırdaş Yay, İstanbul, Tarihsiz. (S.139–145)

Seçkin Deniz Twitter Akışı