“Bu sefer
ameliyata diğerinden farklı olarak güle oynaya gidiyorum. Ne de olsa artık
alışmıştım ameliyat olmaya.”
Ameliyattan
bir gece önce yine tanıdıklarımı arayıp helallik aldım, herkes hakkını helal
ediyordu; ama ya üzerimde hakkı olup da uzun süredir görüşmediğim ve izlerini
de kaybettiğim insanlar, onlar ne olacaktı? Fevziye’nin daha önceden söylediği
bir söz geldi aklıma o anda, sonradan bunu hiç kimseye haber vermeden sessiz
sedasız ameliyat olmak istediğinde de söylemişti: “Ameliyat olacağımı kimsenin
bilmesine gerek yok, ölürsem tahmin ediyorum herkes hakkını helal eder…”
Allah
c.c sana hayırlı uzun ömürler versin canım kardeşim… Ben de en son öyle
düşünerek rahatlamaya çalıştım; ölürsem galiba herkes hakkını helal eder. Bunun
böyle olup olmadığını yalnızca ahirette öğreneceğiz elbette, Allah c.c o
dehşetli hesap gününde hepimizin yardımcısı olsun. Âmin.
Bu sefer
ameliyata diğerinden farklı olarak güle oynaya gidiyorum. Ne de olsa artık
alışmıştım ameliyat olmaya.
Ameliyat
sabahı Emira erkenden arabayla gelip Atila’yı Afak’ı ve beni aldı. Aslında Ayşe
hastaydı ama Emira ısrarla hastaneye kendisinin bırakmak istediğini söyledi.
Biz de ona uyduk. Emira dualar ederek bizi kapıdan bırakıp ayrıldı. Yine On
Dokuz Mayıs Hastahanesi'ndeydik.
Koridorda
canlarım Afak, Zekiye ve Fevziye ile hatıra fotoğrafı çektirdik. Afak fotoğraf
çektirmekten pek hoşlanmasa da ameliyat gibi her gün yaşanmayan ciddi bir olay
öncesi hatırımı kıramadı sanırım. Ben de durumdan faydalanıp iki fotoğraf
birden çektirdim onunla.
Ameliyata
girmek üzereydim. Annem, Fevziye, Zekiye, Atila ve Afak kapıda hazırlanmamı
beklediler ve o esnada tipik bir Türk filmi sahnesi yaşadık.
Sedye
ile ameliyathanenin kapısından girmek üzereydim ve tam o anda koridoru çınlatan
bir sesle hepimiz irkildik: “Durun! Durun! Neşe abla ben geldim!”
Sevgili
Şerife, kucağında Gülce ile birlikte nefes nefese yetişmişti. Herkes şaşkınlıkla
ona bakarken hissettiklerimi galiba kelimelerle anlatmam mümkün olmayacak.
Herkes kahkahalar atıyordu; benimse kalbim genişlemişti birden bire, zaten her
zaman güler yüzü ile karşısındaki insana müspet enerji veren Şerife bir kez
daha bu misyonunu yerine getirerek, üstelik tam da en lüzumlu olan anda
hepimizi sevince gark etmişti.
Şerife
Şerife’nin
hayatımızdaki yeri bambaşkaydı. Hepimiz onu küçük kardeşimiz gibi seviyorduk.
Belki çok klişe olacak, ama Şerife hakikaten hem iyi bir anne, iyi bir eş, iyi
bir gelin, iyi bir evlat ve hem de çok iyi bir dost. Hepimiz onu böyle
biliyoruz. Tertemiz bir kalbi olduğunu onu tanır tanımaz hissedersiniz.
Hissedersiniz ve hemen onu seversiniz. Bu kadar da iddialı konuşuyorum. Eğer
Şerife’yi tanıyıp da onu sevmeyen bir insan varsa bu ancak o insanın kalbinin
yeterince temiz olmayışındandır.
Evine
her gittiğimizde bize huzur ikram eder, bize sevgi ikram eder, bize gülen bir
yüz ikram eder ve evinden ayrılıncaya kadar da bu ikramlarından hiçbirisi
eksilmez. Dışarıda karşılaşırsanız bu ikramlarına dışarıda da cömertçe devam
eder Şerife.
Böyle
bir kardeşe sahip olduğumuz için ne kadar şükretsek az gerçekten. Allah c.c
Gökhan, Miray, Gülce ile birlikte onun ömrünü bereketlendirsin. Hep mutlu etsin
Rabb’im.
Ve yine
ameliyathane, yine aynı koku, aynı bayılamayacağım her şeyi hissedeceğim
korkusu…
Birazcık
kendime geldiğimde odamdaydım ve dehşet ağrılar içindeydim. Ameliyatımdan
birkaç gün önce rahim kanserinden dolayı ameliyat olan sevgili arkadaşım Tülay
aramış ve bazı taktikler vermişti, yanımda bol çamaşır bulundurmalıydım,
ağrılarım ilk gece çok olacak, ama giderek azalacaktı. Önemli olan ağrılara
karşı sabırlı olmaktı.
Dehşet
bir ağrı hissediyordum karnımda, galiba ağlıyordum da… Bir ara Kuran-ı Kerim
sesi duydum sanırım, o ses kalbime işliyordu; ama nereden geliyordu, hakikaten
geliyor muydu idrak edemiyordum. Daha sonra hatırlayacaktım cep telefonuma
Ahmed el Acmi’nin kalbe nüfuz eden muhteşem sesinden kısa sureleri ameliyattan
sonra dinlemek üzere yüklemiştim. Bu da ameliyat hazırlıklarımın en önemli
aşamasıydı hâlbuki…
Teselli
sesleri duyuyordum, Fevziye, Zekiye, Şerife sanki sürekli teskin edici şeyler
söylüyorlardı. Annem dua ediyordu… Öğlen saatlerinde sevgili Zeynep ve sonra
Mehmet gelmişti ve çok sevinmiştim. Akşam biraz daha iyi gibiydim, hemşireler
her zamanki gibi güler yüzlüydü, Atila yanımdaydı, Zekiye gelmişti. Sonra Nisa
geldi, Nisa’dan sonra Oktay ve ardından sevgili İsmigül ve Mustafa geldiler.
Hepsinin gelmesi çok hoştu zamanın geçtiğini bana anlatıyorlardı. Zamanın
geçmesi ağrılarımın da azalması ve nitekim geçmesi demekti.
Nisa
annemi kendi evine götürdü. Atila yine benimle kaldı. Daha fazla yazmak
istemiyorum. Bu sefer hastanede iki gece kalmak zorunda kaldık. Çıkarken yine
Fevziye yanımızdaydı. Bizi almaya Sevgili Hilmi gelmişti. Annemi aradık, aşağı
inip yardımcı olmasını istedik. Daha önce ayak tendonlarım koptuğu için beşinci
kattaki evimizin merdivenlerini canım Afak ve Selçuk’un ellerinin üzerinde
çıkmıştım. Bu sefer daha kolaydı, ağır ağır da olsa kendi ayaklarımla
çıkabiliyordum. Zor olmuştu ama yardımla çıkmıştım işte.
Evde
bulunmak harika bir histi. Annem her şeyi hazırlamıştı, ev tertemizdi, yemekler
hazırdı, yatağım hazırdı ve ben bu sefer daha kolay atlatacaktım işi.
O esnada
komşularım Nuran ve Fadime geldiler. Aşağı inemeyecektim ekmek lazımdı ve
onlardan rica ettim. Ekmek alıp geldiler, biraz oturup kalktılar. Ve o
beklenmedik durum birdenbire oldu. Her zaman kedi gibi sessizce hapşıran ben, o
an hiç kendimi kontrol edemeden sesli bir şekilde hapşırdım. Hapşırdım ve neye
uğradığımı şaşırdım. Nefesim kesilmiş ve karnıma dehşet bir acı saplanmıştı.
İki büklüm kalıvermiştim ve gerçekten nefes almakta zorlanıyordum çünkü nefes
almak bile bir hareket gerektiriyordu ve o ufacık hareket bile acımı ikiye
katlıyordu. Afak ve annem ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Can havliyle ağrı
kesici istedim.
Epey bir
süre sonra ağrım ve acım azaldı, ama ben de çok yorulmuştum. Bu arada bir hafta
süreyle varis çorabını çıkarmayacaktım. Öyle yapmadım, Zekiye’yi aradım ona
sordum varis çorabını çıkarırsam ne olur diye, Zekiye biraz tedirgin olmakla
birlikte “bir şey olmaz herhalde” dedi. Bu benim için yeterliydi daha doğrusu
zaten kararımı vermiştim, hemen varis çoraplarını attım.
Rahatlamıştım.
Sonra ağrılarım yavaş yavaş geçmeye başladı. Annem hiçbir işi yapmama izin
vermiyordu, ama böyle yaşamak ta benim için çok zordu. Bedenim koşturmak
üzerine programlanmıştı sanki ve koşturmadığım zaman kendimi hasta gibi
hissediyordum aslında.
Fakat
gücüm olmazsa nasıl koşturabilirdim ki?...
La Havle
Vela Guvvete İlla Billahil Aliyyil Azim
"Güç
ve kuvvet sadece Yüce Ve Büyük Olan Allah'a Aittir."
Neşe Kutlutaş, 22.10.2014, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi, 21.04.2012)