Aşağıdaki film analizini Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı, ABD-AB-NATO destekli başarısız 15 Temmuz 2016 FETÖ askerî darbe girişimini dikkate alarak yeniden okuyunuz. Bu analiz bir toplumun hakkı olan dini özgürlüklerin ABD-AB-NATO projeleriyle nasıl manipüle edildiğini, insanların İslam Dini kullanılarak nasıl aldatıldığını ve dönüştürülmeye çalışıldığını kanıtlayan temel örneklerden biridir. FETÖ ve Ergenekon türü yapılar birbirleri ile çatışır görünürken amacın insanların yönetilebilir olmasını sağlamaya devam etmek demek olduğunu anlayacaksınız.
Faruk Tamer, 16 Temmuz 2016
"Ağır bir eleştiri yağmuru altındaki Fethullah Gülen, hak ettiği ve hak etmediği zihinsel tortuları nasıl kanalize edecek? Kendisini anlatan bu film, hakikaten gerçekten mi bahsediyor yoksa insanlar bir simülasyon mu izliyorlar?"
Faruk Tamer, 16 Temmuz 2016
"Ağır bir eleştiri yağmuru altındaki Fethullah Gülen, hak ettiği ve hak etmediği zihinsel tortuları nasıl kanalize edecek? Kendisini anlatan bu film, hakikaten gerçekten mi bahsediyor yoksa insanlar bir simülasyon mu izliyorlar?"
-Kulak Kesiyorlardı, Kulak Kesildiler-
Öykünün tarafları (Fethullah Gülen ve cemaati) ile öykü kahramanının karşıtları (Ergenekon Örgütü) arasındaki gerilimin hızla tırmandırıldığı 2010 yazı ve son baharı, tarihin en büyük sorgularından birine sahne olurken, önümüze konan sade bir gerçek var: Sevgi ve buna karşı Nefret.
Ağır bir eleştiri yağmuru altındaki Fethullah Gülen, hak ettiği ve hak etmediği zihinsel tortuları nasıl kanalize edecek? Kendisini anlatan bu film, hakikaten gerçekten mi bahsediyor yoksa insanlar bir simülasyon mu izliyorlar?
Ağır sınavların sürgün adamı, uzun soluklu yürüyüşünün nefes aralıklarını 'kaçmak'diyerek tanımlayanları nasıl ikna edecek? Eşrefpaşalılar belki de bir ikna filmi...
Sevgi bir başlangıç mı, çözüm mü, sonuç mu? Film her üç konuma da Sevgi’yi yerleştiriyor. Oysa nefret her üç konumdan sevgiyi silmekle meşgul. Birileri intikamı nefretin gerekçesi sayıyor. Sevgi’nin son koruyucuya kadar ki koruyucuları ölürken Nefret’in besleyicileri karanlıkta yaşamaya devam ediyor. Zor bu dönemin sineması çekilene kadar, geçmiş dönemlerden birinin sineması geliyor ekranlara…
Eşrefpaşalılar, emekleyerek ilerleyen bir sinema kültürünün ürünü. Ve bu ürün -bu yazı iyi bir analiz olmasa da- iyi bir analizi hak ediyor.
Tematik/yarı biyografik filmlerin en büyük sıkıntısı, zaman-serim ilişkisinin, kurgu-sunum ilişkisine kattığı ivmenin düşüklüğünde ya da yüksekliğinde ortaya çıkıyor. Düşük ivme, kurgunun sunuma katkısını azaltıyor; sunumun, sinema iç zamanlarının takibini zorlaştırıyor.
Toplamda seyirci, yarı anlam sarhoşu yarı olgu sorgucusu olarak filmi tamamlıyor. En önemlisi filmin sinematografik özelliklerini göremez hâle geliyor. Sonuç olarak da filmin merkezi dağılıyor, mesaj bulanıklaşıyor. Yüksek ivmede ise benzer sıkıntılar aksiyon sahnelerinin etki alanını genişletiyor ve bu kez filmin serimi, seyirciye daraltılmış aralıklarda sallantılar yaşatıyor; kurgu sunumun ağırlığıyla etkisini yitiriyor. Sonuç düşük ivmeli filmlerde olduğundan pek de farklı olmuyor.
Eşrefpaşalılar filmi, bu eleştiri klasmanında büyük ivme sorunu yaşamış olarak değerlendirilmeli.
Giriş bölümündeki yaygın zaman kullanımı (Nusret’le ilgili cezaevi öncesi, cezaevi içi ve cezaevi sonrası sahneler), gelişme bölümündeki zamanın daraltılmasına (Nusret-Davut ilişkilerindeki bozulmanın olgunlaştırılarak işlenmemesi, Nusret’in gayr-i meşru ilişkilerinin genişleme bölümünün yansıtılamaması) neden olurken, oldukça kısaltılmış sonuç bölümü (Cenaze namazı sonrası Nusret’in kırılmalarının kalıcı hâle gelmesinin yeterince işlenmemesi, Tayyar ‘ın sonu ile ilgili sorgulamaların boşlukta kalması) temel mesajın etkisini güçlendirmeyi hedeflese de doygunluktan yoksun kalmış.
Senaryo yazarı, aynı zamanda Nusret’i oynayan Burak Tarık. Tarık, kabadayı âleminin raconlarını, kendine özgü kavramlarını ve davranış kodlarını doğru kullanabilmiş bir senaryo yazarı olarak oldukça başarılı. Senarist filmin temâsını da akıcı bir tabana oturtmuş olmasına rağmen, kurgudaki aksaklıklar ve yönetmenin tamamlayıcı etkisinin yeterli olmaması gibi etkenler olayların seriminin zorlaşmasını engelleyememiş. Film, güzelliklerini senaryodan ve kurgudan haberdar seyirciye saklıyor; bu da filmin ikinci kez izlenmesini zorunlu kılıyor. Oysa hiçbir film ikinci kez izlendiğinde anlaşılmak üzere kurgulanmaz. Filmin en büyük sıkıntısı da bu.
Filmin görüntü kalitesi, kamera pozisyonları kurgudaki sorunların gölgesinde kalsa da dikkatli bir izleyici için gerçekten fena değil. Işık yer yer kamera ile uyumsuz görünmekle birlikte sahnelerin görsel etkisini arttıracak bir şekilde kullanılmış; metruk cami’de çekilen tüm görüntüler takdir edilecek kadar iyi iken, gazinolarda ve mahalle sokaklarında çekilen sahnelerde bazı aksamalar görülüyor.
Müzik olgu bütünleşmesi olayları senkronize etmiş; müzikler hârika. Yücel Arzen’i sesi ve müziğiyle algılayabildik.
Filmin başrollerinden birini kendisine ayıran senaristin oyunculuğu ile ilgili eleştirilerin filmin ikinci kez izlendiğinde azalması gerektiğini düşünüyorum. Genel kompozisyonda yetersiz gibi görünen Nusret’in(Burak Tarık) oyunculuğundaki sorunlar, giriş bölümünde dikkatlerin gerektiğinden fazla Nusret üzerinde yoğunlaşmasından kaynaklanıyor olmalı. Senaristin doğal etkisi, kurgu sahibinin deneyimlerini olumsuz etkilemiş görünüyor.
Turgay Tanülkü (Davut) kimi zaman abartı katmanlarını hızla geçiyor göründü, fakat genellikle kendisi ile ilgili sahnelerde deneyimli bir aktör olduğunu kanıtladı. Hüseyin Soyaslan(Tayyar) için Turgay Tanülkü’nün abartı katmanlarını geçiş hızını ikiye katladı diyerek bir not düşebiliriz; genel olarak iyi değildi; hatta filmde doğru olmayan tek seçim diyebiliriz. Deniz Özpınar(Duygu) senaryonun kendisine yüklediği rolü gerektiği gibi oynadı, yaşadığı sorunlar tamamen kurgu ile ilgiliydi. Sermin Hürmeriç, Eleni rolünde gelişme bölümünün en iyi oyuncularından biri olarak göründü.
Sinan Albayrak (Hoca), senaryonun kendisine yüklediği ağırlığı taşıyabildi mi? Karar vermek çok zor. Senaryo donuk görüntüsünü biraz canlandırıyor gibiydi. Bir Hoca’dan daha çok, Davut Ağa’nın dediği gibi, ‘kaldırım kargası’nı andırıyordu. Rolünü çok daha iyi çalışabilir, mimiklerini kontrol edebilirdi. Fakat duygusal sahnelerde, kendisini rahat bıraktığı anlar da seyirciye uygun motivasyon alanları bırakmayı başardı.
Filmin en iyi oyuncu ödülünü Skoda rolündeki etkili oyunculuğuyla Ali Yaylı’ya vermemek haksızlık olacaktı. Filmi, kurgusal sorunlardan çıkarıp seyirciye taşıyan en etkili unsurdu. Yardımcı rollerdeki diğer oyuncuların Nusret’in mahalleye dönüşünde dikkat çektiğini belirterek oyuncularla ilgili bölümü kapatalım.
Dört hafta süren filmin çekimlerinde, Balat, Eyüp'teki ZalMahmutpaşa Külliyesi, Aksaray'ın gece kulüpleri, Bağdat Caddesi ve Cankurtaran'daki metruk binalar kullanılmış ve 512 yardımcı oyuncu yer almış.
İlk üç günde 218 bin 246 kişi izlediği filmin konusu:
İzmir Eşrefpaşa’dan gelip İstanbul’a yerleşmiş iki dosttan biri olan Tayyar, büyük bir mafya lideri olurken; Davut, namusuyla kahvesini işletmektedir. İkisi de aynı kadını sevmiştir, fakat Madam Eleni, Davut’u sevmesine rağmen Tayyar ile evlenmek zorunda kalmıştır. Tayyar, gönlünün Davut’ta olduğunu bildiği Madam’ı ortada bırakır. Tayyar, Davut’un evlâtlığı Nusret’i kendi yoluna çekerek intikam almayı düşünür. Nusret iki dünya arasında bocalarken mahallenin metruk camisine bir Hoca tayin olur ve olayların seyri değişmeye başlar.
Senaryo’nun kalitesine dair birkaç notla ilerlemek gerekirse…
Hoca iki eski dostun arasındaki aşk ve intikam hikâyesine ortasından dalıyor sıradan bir ayrıntı olarak gelip merkeze yerleşiyor… Ekmek çalan çocukla başlayan film, yine başka bir şey çalan başka bir çocukla bitiyor.
Kabadayı önyargısı karşılıyor kahvede Hoca’yı. Çay isteyen Hoca’yı sivil polise benzeten Davut Ağa, kendi özel diliyle rolüne giriş yapıyor: “O zaman size ufak bir tanıtım yapayım. Biz burada kaldırım kargalarını sevmeyiz. Çayını iç, ince ince yaylan. Bu mıntıkaya da fazla meyletme! Hani tıraşın gelir, façan bozulur.” Çayı içmeden kalkıp parasını ödemek isteyen Hoca’ya Davut Ağa:“Misafirden para almayız.”,diyor. Hoca tavizsiz: ”Misafir değiliz.” diye cevap veriyor.
Filmin kabadayı literatürüne bir katkı daha “Yekten cavla Kamuran!”diye bağırıyor Davut Ağa. Ortos, Portos, Aramis lakapları ile notalar canlanıyor Dümbelek, Keman ve Klarnetten oluşan ayaklı orkestra ile.
Nusret ağzında jilet, Adanalılara caka basıyor… Koğuşa girişiyle kendisini tanıtan kayık ceketli bir adam; Adana Kapalı’dan Deve İdris… Doğrudan hedefe yönlenen kafasıyla başlayan Falçata Nusret serenâtı: “Sen buraya nakil oldun da senin beynin dışarıda kalmış. Bu civarda ölümlerin ekserisi beyin yetmezliğinden olur. O yüzden kafayı devirli kullanacaksın!” Kafa yetmeyince ceza çay ikramıyla devam ediyor. Demlikle ağzına çayı ve sıcak suyu boca ediyor.
Ve Skoda: “Euzu bis…bis… öğrenemeyeceğiz bunu..neydi?...” çaldığı ev eşyalarını camiye taşırken korkusunu yenmeye çalışıyor. Hoca’nın, “Ben buranın yeni görevlisiyim.” Tanıtımına cevabı, “Ben buraya yeni görevli istemedim ki!”
Hoca’nın çalınan çantasından çıkan kitaplar; Vehbi Vakkasoğlu: Başkasının Günahına Ağlayan Adam, Said Nursi’nin kırmızı ciltli kitapları ve birkaç farklı kitap daha.
Kabadayı Davut Ağa’nın bilinçaltındaki köklü ses: “Olmaz Hoca! Seni orada yatırırsak Allah çarpar bizi.”
Hoca’nın türbelere karşı tutumu… Mezarda bulunan uyuşturucuyu yakması… metaforlar... sahipsiz camii… hırsız… uyuşturucu… küresel sorunlar…
“Onlar bize gelmezlerse, biz onlara gideriz.”
Hoca etkisinin hissedildiği ilk anlardan biri; ağzı burnu dağılmış Skoda ve burnu çizilen Hoca’yı gören Davut Ağa’nın ağzından çıkacak olan küfrü modifiye etmesi: “Bu Hoca…Bu Skoda… Bu saniyeden sonra bunların kılına dokunanın anasını, avradını… asfaltta koştururum. Bu böyle biline!”
Falçata cezaevinden çıkıyor… Taksinin ön koltuğu ağa yeri…
Hoca’nın ikinci etkisi, Hoca’yı gören Kamuran’ın rakıyı saksıya dökmesi…
Nusret’in Duygu ile pamuk şeker yemesi… Davut Ağa’nın Nusret’e kötü işlere bulaşmama tavsiyesi... Tayyar’ın Nusret’i mahalleden, yani can düşmanı/kan kardeşi Davut’tan koparmak için çektiği nutuk: “Mahalle hukukuyla devam edersen, şehir kanununu öğrenemeyeceksin.”
Nusret’i Tayyar’a kaptırdığını anlayan Davut Ağa’nın gece boyunca içmesi ve yenilmişliğin hüznüyle Hoca’ya içini dökmesi: “Bu çocuk her şeyi kaybettiğim zaman geldi. Bu çocuk aşkın bittiği zaman geldi. Kan kardeşimin madiğin dik alasını atıp gittiği zaman geldi, Hoca! Hoca, Nusret ne demek biliyor musun?",“Yardım!”, “İçimizin bütün muhabbetini ona akıttık.”
Ekmek çalan çocuk Abdullah, Hoca ile birlikte camide…
Filmin en etkili repliklerinden biri… Davut Ağa:
“Dostla düşman beraber çoğalıyor.”
Kılınacak ilk Cuma namazı için cemaat oluşturulması ile ilgili sohbette, Davut: “Aslanım, ben camiye en son gittiğimde kısa don giyiyordum.” Hoca: ”Yine gelmek isterseniz kısa bir don ayarlarız bir yerlerden…”
Sokaktan Cuma cemaati toplamak…
Bir iş kurma teklifine olumsuz cevap veren Nusret’e Davut Ağa: “Bu yaştan sonra harama el sürüp, adıma leke sürersen, seni kendi ellerimle vururum… Evlat demem vururum.”
Cuma sahnesi; 11 kişi,yağmur… Skoda şemsiye’nin altına sığınmaya çalışıyor…
Mezar taşı okuyamama… Mahallede okur yazar üç kişi…
Hırsızlıkla geçinen Skoda’nın müthiş diyalektiği: ”Bak Hoca! Bu iş benim için iş değil, bir hayat tarzı, bir bakış açısı. Şimdi benim Robin Hood’dan tek farkım fakirlere vermiyorum, o kadar. Yani bu hayatı bırakmamın imkânı yok.”
Kahvedeki bir sohbet ânı… Tasavvuf’a eleştirel bir bakış… Bakkal Muhterem: “Abdulkadir Geylani hazretleri annesinden evvel doğmuş, diyorlar. Bu nasıl oluyor?”
“Melekler ne iş yapıyor? Azrail aynı anda birçok kişinin canını nasıl alıyor? Ölüm…“ gibi sorulara karşılık, Hoca fizikten astronomiden bahsediyor; tekkeye karşı medrese…
Kırılma anı; Kahve’de dinî sohbete müdahale edip, ticaretine aracılık ettiği eroini yakan Hoca’yı tokatlamak isteyen Nusret’e, tokatla karşılık veren Davut Ağa, bundan sonraki tarafını belirliyor. Tayyar’a kaptırdığı evlatlığını tümden siliyor…
Hoca’nın çocuklarla top oynaması ver çocuklara gazoz ısmarlaması… Mahallenin çocuklarına Türkçe dersi vermesi… Cümlenin ögeleri… Mehmet Akif…
Karanlık âleme dalan Nusret’ten umudunu kesen Duygu gece hayatına başlıyor. Nusret, evin giriş kapısındaki basamağa gece karanfil koyuyor, eğlence mekânlarından dönen Duygu karanlıkta karanfili görmüyor eziyor… Duygular, karanlığın altında eziliyor.
Skoda çaldığı eşyaları çaldıklarına dağıtıyor… Aç gözlü kadına “Nerden ne çaldığımı iyi bilirim.” Diyerek, kadının evinden çaldıklarını almasına izin veriyor.
Mahalleden kopan Nusret Memduh’a iş verilmesini sağlıyor bir gazinoda… Memduh mahalleyi terk eden Nusret’in yardımını reddediyor…
Cami’ye Halı tedariki meselesi… Hoca Skoda’nın gelen halıları çaldığından şüphe ile önyargılı… Oysa halılar, esnaftan cami’ye bağış…
Hoca’dan serlevhâlık söz:
“Onlar bize gelmezlerse, biz onlara gideriz.”
Nusret’in Kulak kesme sahnesi… Kulak kestiği mekânda rastladığı Duygu’yu zorla alıp eve götürmesi… Nusret’in gece sahilde geçirmesi; bankta sabahlaması... düet… mahalleye dönmesi… simitçi, bakkal, herkes küs… Duygu’nun penceresine attığı cevapsız kalan minik taş…
Kurtlar arenası… Nusret gelip ayrıldığını söylüyor…Silahı ve arabanın anahtarını masaya bırakıp, ”Falçata Nusret hayırlı günler diler!”, diyor. Tayyar: “Nereye gidiyorsun?”Cevap: “Geldiğim yere!” Tayyar yeniliyor… Davut’tan evlatlığını alamıyor..
Bu arada gece… Duygu resimleri yakıyor ve intihara teşebbüs ediyor…O sırada Nusret yüzük ve gül demeti almakla meşgul…
Hoca: “Öğretmenin, öğrenmenin bir mimarisi yok… Köprüyü suya göre yapmak gerekir.”
Duygunun ambulansla taşınması… yağmur… elde gül; bağırıyor Nusret… Camiye geliyor.
Yağmur yağıyor; elinde ustura bağırıyor:
“Namlusunun ucunda, usturanın ağzında yaşayan ben sekiz kez postu deldirdim, iki kez ölümden döndüm ben… Kargalar yüz küsur yıl kelebekler iki gün yaşıyor.”
Parmak göğe doğruluyor:
“Eğer senin adaletin buysa, yaşamam ulan ben bu hayatı!”
Bileklerini kesiyor:
”Şimdi görelim bakalım öteki hayatı.”
Önce ustura düşüyor, sonra kendisi..
Hoca namazını bitirip çıkıyor bağırtıya: “Ne yaptın be çocuk!”
Tayyar’ın terk ettiği karısı Madam Eleni, gençliğinde âşık olduğu Davut Ağa’ya: ”Ölmeye gelince cesur, sevmeye gelince korkaksın.”
Davut Ağa: “Gâlü belâ’da soru sordular. Aşk mı racon mu? Biz raconu seçtik!”
Eleni: “Şu yeni gelen Hoca’nın gözlerine bak! Ne görürsün, biliyor musun? Aşk. Hem de insanlığa yetecek kadar çok.”
Nusret ve kız görüşüyor hastanede… Buzlar eriyor. Nusret cami bahçesine gül dikiyor mahalleli ile birlikte… Hoca soruyor: “Kelebekler neden iki gün boyunca yaşar, merak ediyor musun sahi? Kelebekler, yemeden içmeden nesillerini yaşatmak devam ettirmek için yaşarlar…”
Sonuç bölümü…
Tayyar, Hoca’yı ziyaret ediyor: “İntikam şansımı elimden aldın.” Diyor, mahalleyi terk etmesi için tehdit ediyor. Çocuk Abdullah; rehin… Tayyar, Davut Ağa’yı kabadayı düellosuna davet ediyor. Hoca’yı neden koruduğunu soran Tayyar’a, Davut: “Çölde bahçıvanlık yapan adam Hoca. Sen çiçeği bilmezsin ki bahçıvanı nereden tanıyacaksın.”
Tayyar’ın mertliğe sığmayan bir saldırısıyla Davut Ağa ölüyor. Hoca’nın koruyucusu gidiyor. Cenaze namazı... yeniden başlama zamanı… Hoca mahalleyi düzene koyduktan sonra gidecek oluyor. Nusret: “Davut Ağa sen kal diye gitti. Sen de gidersen çiçekler ne yöne bakacağını şaşırırlar…”
Film başladığı gibi bitiyor. Bir çocuk bakkaldan bir şeyler çalıyor ve kaçıyor. Bakkal Muharrem yine peşinde…
Ekrandaki son görüntü; Puslu bir İstanbul, puslu bir İstanbul hayatı…
Faruk Tamer, 12.10.2010, Görsel Eleştiri- Visual Critique XXIII
Faruk Tamer Yazıları
Film İle İlgili Teknik Bilgiler:
Yönetmen: Hüdaverdi Yavuz
Senaryo: Burak Tarık
Kurgu: Engin Öztürk
Oyuncular: Turgay Tanülkü(Davut), Sinan Albayrak(Hoca), Deniz Özpınar(Duygu), Ali Yaylı(Skoda), Burak Tarık(Nusret), Hüseyin Soyaslan(Tayyar), Savaş Bayındır, Fırat Paşayiğit, Ömer Pekin, Serkan öztürk, Sermin Hürmeriç(Eleni), Sibel öztük, Vural Arısoy
Müzik: Yücel Arzen
Görüntü Yönetmeni: Rico
Yardımcı Yönetmen: Hatice Dere
Yapımcı Firma: Imagine Entertainment
Yapımcı: M. Yusuf Kulaksız
Uygulayıcı Yapımcı: Sadık Özer
Sanat Yönetmeni: Ege Dora
Ses: Çağdaş Karagöz
Işık Şefi: Aydın İz
Post Produksiyon: Digi Flame
Kostüm: Didem Çopur
Düet: Devrim Gürenç, Yücel Arzen
Proje Danışmanı: Prof.Ali Fuat Bilkan
Filmin Türü: Dram,
Orijinal Adı: Eşrefpaşalılar
Yapım Yılı: 2010
Yapım Ülkesi: Türkiye
Orijinal Dili: Türkçe
Dağıtıcı Firma : Medya Vizyon
Resmi Sitesi: www.esrefpasalilar.com.tr
Vizyon Tarihi: 05 Mart 2010 (Türkiye)
Filmin Süresi: 100 dakika
Eşrefpaşalılar Filmiyle İlgili Değerlendirmeler:
1- http://tr.fgulen.com/content/view/14076/12/
2- http://www.internethaber.com/esrefpasa-imami-fethullah-gulen-mi-235725h....
Sinema eleştirmenlerinin yorumları(Vatan Gazetesi):
Alper Turgut (Cumhuriyet):
'Cemaat sineması mı?'
"Eşrefpaşalılar, dine sıkı sıkı sarılırsan hayat çok daha güzel olur gibi bir misyoner söyleme takılan ve bildik Yeşilçam formülünü baz alıp eski tip sinema anlayışıyla kotarılmaya çabalanan kötü ötesi bir film. Akıllara takılan soru ise şu; yeni nesil bir cemaat sineması mı doğuyor? Rivayet odur ki; Eşrefpaşalılar, Fethullah Gülen'in İzmir'de hocalık yaptığı dönemi anlatıyormuş. Kaldı ki; film gösterime girmeden satılan biletler ve yapıma destek atan sponsorlar, kuşkusuz bu iddiayı doğrular nitelikte."
Uğur Vardan(Radikal):
'Buyrun İslam'ın 'Gülen' yüzüne'
"Eşrefpaşalılar, sinemamızın erken döneminde 'ideal kurtarıcı' olarak çizilen 'öğretmen'in yerine 'imam'ı ikâme eden bir yapım. Hayatın sistemin zorluklarından dolayı 'illegal' yollarla kazanılmaya çalışıldığı bir ortama gelen cami imamı, bu sosyal dengesizliklere katkı yapmaya, herkesi doğru yola çağırmaya çabalıyor. Bir 'tevatür'e göre de, anlatılan kişi Fethullah Gülen, özellikle de 1966-71 yıllarını kapsayan İzmir'deki vaizlik dönemi."
Yusuf Bülbül (Zaman):
'Aşk daha baskın'
"Bir mahallenin yıllardır kapalı olan, hatta hırsızların depo olarak kullandığı camisine bir hoca tayin olsa, az çok neyle karşılaşacağını tahmin edersiniz. Hoca, cami, mahalle gibi kavramlara bakıp filmin didaktik ögelerle yüklü olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat filmde 'aşk'ın yer yer ana hikâyeden daha baskın olduğunu söylemek yanlış olmaz."
Erol Bilem(SİYAD):
'Gülen mi bilmiyorum'
"Filmi beğendiğimi söyleyemem. Bir mahalle de camiye hocanın gelmesiyle yaşananları anlatıyor. Üstelik filmde gösterilen cami de kırık, dökük harabe gibi iken imamın azmiyle değişiyor. Fettullah Gülen'in hayatını bilmem ama onun da hayatı camiye gidip gelmeleriyle bu şeklini almıştır."