بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
2. III.
VE IV. ASIR MUTASAVVIFLARI [1]
İlk zâhidlerden
sonra, 3. ve 4. asrın mutasavvıfları; vecd, ilâhîlikte yok olma, O'nda devam
etme, birlik ve erime v.s. gibi yeni terimler ilâve ederek Rabia’nın yüce aşka dair sözlerini
geliştirdiler,Nimet ve
azab konusunda, bu iki asrın mutasavvıfları onlar için az veya çok mücerret bir
görünüş bulmaya başladılar. Bu devirde, Mutasavvıflar dinî ilimleri zahir ve batın
diye böldüler. ‘Zahir ilim’le Hukukçularla, dış görünüşü müşahede eden kelâmcıların
ilmini; Batın ilim’le kaynak olarak Keşfi, kalb gözü ile görme ve ince sezgiyi
alan kendi öz ilimlerini anlıyorlardı.
Fakat bu
devirde, Mutasavvıflar pek fazla idi. Onların görüşleri bütün şehir
merkezlerinde ve bilhassa Bağdat'ta gelişti, hal tercümesi yazarlarının
muhafaza ettiği bu Sofiler topluluğu tarafından söylenen bütün sözleri
nakletmek, çok uzun ve faydasız olacaktır. Onların fikirlerinin belli başlı
vasıflarını tahlil etmek bize kâfi gelir.
«Tasavvuf
asıl hakikatlere göre imanı ikrar etmek ve kulların iktidarında olana hiçbir
umut bağlamamak,» diye Ma'rûf el-Kerhî (ö. 200 veya 201/815 veya 816)
tarafından verilen Tasavvufun meşhur ve ilk tarifinden hareket ederek, 3. ve 4,
asrın Sofileri zevklerin ve azabların ötesinde olan hakikati tanımaya gayret
ediyorlardı. Onu «Zühd alıştırmalarında» bulduklarına inanıyorlardı.
(Riyâza)
Bu Hakikat Allah'tır. Allah'tan başka hiçbir şey onlar için hesaba değmez.
Ümmetin geri kalanının saadeti araması ve kötülükten kaçınması, onları
ilgilendirmez. Onların arzu et tikleri Allah'a vasıl olmaktır. Ebû Süleyman ed
Dârânî, (ö.2l5/829) Haris b. Esed el-Muhâsıb (ö. 245/859) Seriy es-Sakatî (ö.
253/867) Yezid b. Mu'az er-Râzi (ö. 258/872) Ebû Yezid el-Bistâmi (ö. 261/875)
'Ali b. el-Muvaffak (ö. 265/879) Ebûl Salih el-Kussâr en-Nişâburî (ö. 127/882)
ye Cüneyd el-Bağdadî’nin durumları böyledir.
«Sert, aşk ve şevk sahibi » zâhid Ebû Yezîd
Bestâmî'nin dualarındaki olağan dışı bazı gurur füzeleri gözden geçirilirse, bu
sofilerin «muammalı deyişlerinden» bir fikir sahibi olunabilir.
Rabia
gibi Bestâmî de «Cennet’in seçkin kullarının Cennet'te kalmalarından dolayı,
Cennet'i yüce perde olarak» görüyordu ama ilâve ediyordu, «Cennet'te olan kimse
Allah'la olamaz, zira o perdelenmiştir» Allah'ı gizleyen bu perde bizzat Allah
tarafından dokunmuştur.
Daha
ileri giderek, Ebû Yezîd, «Hz. Muhammed'den (s.a.v.) daha geniş bir sancağa
sahip olduğunu ve bütün insanlara şefaatte bulunduğu halde» Hz. Peygamber'in şefaatinin kendi ümmetine
has olacağını kabul ediyordu.
Bestâmî’ye göre, «Sidre-i Münteha ilâhî haşmetin azametli sıfatlarının önüne
konulan bir ayna gibi, Akl'ın basit bir seyir halinde muhafaza edildiği bir ağaçtan başka bir şey
değildir.» Hatta bu ağaç ve ondan bulunan her şey «aldatmadır.»
Fakat
Bestâmî için en büyük aldatma «bu çocuk oyunları» olan Cennet'tir. Bu aşk,
devrinin diğer mutasavvıfları bu gururlu karaktere sahip değildi. Bir 'Ali b.
el-Muvaffak Allah'a olan aşkını ifade etmek için, bu mevzuda Rabia tarafından
şekillendirilen sözleri tekrar etmekle yetindi. Bir Muhasibi de basit olarak :
«İnsan hiçbir şey olmaksızın, insanı seven Allah’tır.» diyordu.
Oysa bu
ilâhî aşk konusunda Muhasibi’nin sözleri, Cennet'te Allah'ın görülmesi
tasviriyle sona eren Kitap et-Tevehhüm’ünün mücevherini, esasını teşkil
ediyordu. Muhasibinin bu eseri Cennet'teki bedenî zevklerin tasviriyle
dopdoludur.
O zaman
Cennetlikler «Kalplerine inen tarifi imkânsız bir saadet hissederler ve yüzleri
bu yüce saadetin yankısıyla ışıklanır.»
Bununla
beraber, Muhasibin tarafından Allah'ın görülmesinin hatırlatılması yanında,
nimet ve azapların müşahhas tasviri, Muhasibi devrinin Mutasavvıflarının
işkence ve sevinçlerin müşahhas hakikatlerini ilgayı düşünmedikleri vakasını
ispatlıyor.
Muhasibi’nin
Cennetliklerin yıkandıkları berrak bir kaynaktan ve Cennet'e girmeden önce
temizlenmelerinden, şatolardan, parfüm, inci, likör vs. bilhassa Cennet'i
dolduracak Hurilerden bahsetmesi bundandır.
«İnsan
bu kalabalık Hurilerin ışıldayan güzelliği karşısında vecde gelir; onlar
inciden oyulmuş, altın ve gümüşten bardaklarda nefis şuruplar ve meyve sularını
insana sunarlar, insana sarıldıkları zaman sağladıkları zevke gelince insanın
yeryüzünde tanıdığının ve hayal ettiğinin ne kadar yavan olduğunu bunlar ortaya
çıkarırlar. «Boyunu uzatan ve öfkeli olan Cehennem'den ve Cennetliklerin ve
Cehennemliklerin geçmeye mecbur oldukları dar köprüden, Cehennemlikleri örten
ateşten elbiselerden» de bahseder.
Rivayet
tefsirince daha büyük mübalağa ile kabul edilen bütün bu tasvirler,
Muhasibi’nin düşüncesinin aslını teşkil etmiyorlar. Maalesef bazı aktarmalarla bize
kadar gelen Aşk üzerine risalesi, “Fasl Fil-Muhabbe”, bu mutasavvıfın asıl
fikrini bize veriyor. «Denir ki aşk ateşli bir arzudur, çünkü ancak sevilen
şiddetli bir şekilde arzulanır. Aşk ile ateşli arzu arasında fark yoktur, şiddetli
arzu bu büyük aşkın bir koludur...»
«Sahiptir
O nadir seçkin kullarına, Gerçekte O'na sevmek için esinlenmiş, Onları, sadece,
bunun için seçti. Çok zaman, çöz zaman önce Seçilmişler, eğer onları Aşkının
vazoları için Sekilendirmemişse Nimetlerinin belgesi olarak...»
Bu aşk
temi Muhasibi’nin talebesi el-Cüneyd'de Beka’nın «O'nda, devam etme» karşı
Fena'ya «İlâhî olanda yok olmaya» dönüşüyor. el-Cüneyd, “Tasavvuf; O'nda
yaşamak için Allah'ın insanın benliğini öldürmesinden ibarettir.” diyor.
Bu fena
doktrini üstadı Muhasibi gibi Cüneyd’in de Cennet'e ait zevklerin müşahhas
karakterini kabul etmesine engel olmadı. Cennetliklerin ruhlarının «yeşil
çayırlardan, güzel görünümlerden ve yeşil bahçelerin serinliğinden sonra bitkin
hale gelmelerini normal buluyor.»
İlâhî
olanda yok olma ve O'nda devam etme, saf aşk ve âşık arzu doktrinleri 3. asrın
sonunda, Seriyy es'Sakatî ve Zûn-nûn el-Misri'nin talebe ve arkadaşları
tarafından geliştirilip yayıldı. O halde 4. asır boyunca bir asır öncesinin bütün
karakterleri bulunursa bu şaşırtıcı olmamalıdır.
Esrarlı
Allah aşkının şehidi ve şairi (309/921 de çarmıha gerilen) Hallac’ı bilhassa
zikretmek lâzımdır. Diğer sofilerin ihtiyatlı bir şekilde iç dünyalarını
maskeledikleri sırada, düşüncesini açığa vuran bu mutasavvıf, ateş, ıstırap ve
mahrumiyet aşkını terennüm ediyordu. Bu dünyada olduğu kadar öteki âlemde de
nimetler Allah ile yaratıkları arasındaki karşılıklı bu esrarengiz aşkın
«parçalayıp yiyen» yanığını belirtmiyorlar.
Her
zevkten yoksun bu aşkla, Hallâc’ın Allah'ın sevgilinin eşsiz, üstün güzelliğini
maskeleyen korkunç bir perde olarak değerlendirilen Cennet nimetlerini
reddetmesi veya hiç olmazsa ihlâl etmesi aşikârdır.
Hallâc'ın
arkadaşı, Ebu Bekr eş-Şiblî (ö. 334–945)
üstadıyla aynı düşünceye sahipti. Daha ihtiyatlı olan Şiblî, bununla
birlikte onu kurtaran görünür çılgınlıklar altında iç dünyasını gizliyordu.
Diğer bazı aşırılıklarla, Şiblî'nin çağdaşı büyük Sofiler, Abdullah el-Murtaiş
(ö. 328/939) ve el-Huldî (ö. 348/959)
ihtiyatlı bir biçimde tasavvufa karşı olan fıkıhçılardan gizlenmesini
bildiler.
Geriye
el-Mevakıf ve’l Muhatabât'ında 3. ve 4.
asrın Cennet nimetleri ve Cehennem azabları mevzuundaki başlıca eğilimleri
özetleyen Muhammed b. Abd el-Cabbâr en-Niffarî (ö. 350/ 961) kalıyor.
Eseri
iki kısımdan müteşekkildir; “Mevakıf” adını taşıyan birincisi Allah'ın
karşısında kulun davranışının tasvirine ayrılmıştır; “Muhatabat” adındaki
ikincisi Allah tarafından kendisine hitap edildiğini söylediği sözler ve
emirleri ihtiva eder.
«Vecd
halinde Allah'tan alınan» her iki kısım karşılıklı konuşma tarzında geçilmiştir
«O bana dedi, Ona cevap verdim» ve genel olarak hitabeden Allah’tır ve
en-Niffari dinler. 77 Mevkıf in nimet ve azaplarla münasebeti olan yirmi bir
parçası gösterilebilir.
Buna
karşılık, 2. kısmın 31 Muhataba'sından bu neviden sadece 5 parça gösterilir. Bu
muhavereden serbestliğe, kavuşan fikirler 5 tanedir:
1.
Cennet ve Cehennem'in Birliği.
2.
Cennet ve Cehennem Allah'tan başka değildirler.
3. Allah'ın
görülmesi bütün Cennete üstündür.
4. Ahiret
bizi Allah'tan ayıran bir perdedir; yani Ahiret hayatı düşüncesi bizi o kadar sarmış
ki; Allah fikrinden bizi
uzaklaştırıyor, bize dalgınlık veriyor.
5.
Allah'a korku ve ümidden dolayı ibadet etmemek lâzımdır, çünkü o Allah'tır.
Puran Tilmiz, 24.10.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce
Virüsü
[1] Prof. Dr. Suphi Salih, Ölümden Sonra Diriliş
- Sırdaş Yay, İstanbul, Tarihsiz. (S.147–158)