24 Ekim 2014 Cuma

SA949/G65: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2001-2004/7. Bölüm

  “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

 Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

Silahla ateş etmekten mi bahsetmemi istiyorsunuz? Bir atış duyarsınız, muhtemelen bir Filistinli, bir terörist, bir askeri noktaya ateş eder, belki de Filistinli değildir, bilmiyorum. Sadece bir ateş sesi gelir, diğer taraftan, Filistin tarafından. Ve kademeli olarak, ilk başlarda bizim bu atışlara karşılık vermemize izin verilmiyordu. Olay rutin hale gelince iş şuna dönüştü… Karşı taraftan bir atış gelir, ardından cevap olarak yaylım ateşi.

Biz bir Yahudi mahallesinde bulunuyorduk ve Ebu Sneina tepesi önümüzdeydi. Doğrudan tepeye doğru ateş ediyorduk. Askeri noktada her türlü makineli silah, her türlü havan, bütün silahlar ve bir keskin nişancı bulunuyordu. Bu sabit bir askeri noktaydı ve en çok da buradan ateş ediyorduk. Her seferinde yaylım ateşi olurdu, belirli binaları hedef almaya çalışırdık ve bazen de belirli bir noktayı hedef almaksızın ateş ederdik. Olayın tamamına bakıldığında durum şöyleydi; diğer taraftan bir silah atışı gelir bizim taraftan da bombardımanla karşılık verilir.

***
Çılgınca olan şey şu, bir IDF askeri olarak orada duruyorsunuz, tamam mı? Elinizde dolu bir makineli silah var ve emniyet kilidi açık. Karşınızda duran kişiye tepkiniz şöyle: Sen nasıl bir aptalsın? Nasıl beni dinlememeye cüret edersin? Seni her an vurabilirim. Silahımın kabzasıyla senin beynini dağıtabilirim.

Komutanım sırtıma vurarak: “İşte böyle onlara günlerini göster. Şimdi işi kaptın” der. Yine karşıdakine: “Sen bu cesareti nereden alıyorsun? Nasıl anlamıyorsun? Senin üzerindeki tüm kontrolün benim elimde olduğunu görmüyor musun?”

İşte böyle, çılgınca! Ben daha bir çocuktum, daha dün doğmuş gibi. Gücümü üniformamdan ve makineli silahımdan alıyordum, bunlar bana her şey hakkında karar verme yetkisi veriyordu. Ve bana ne söylendiyse onu yapıyordum. Bu bana verilmiş güçtü ve ben onu kullanıyordum.

Dünyadaki en aydın ve düşünceli insan olabilirim fakat şunu söylediğimde:  “mamnu` tajawul, ruh `al beit” [Sokağa çıkma yasağı var, evine git]  cümlenin arkasında bir boşluk ve dört ünlem işareti olurdu. Bu noktada pazarlık edemezsiniz. 18 veya 17 ya da 21 yaşında olmanın bir önemi yoktu. Ben bir askerdim, bir silahım vardı ve IDF’ye mensuptum. Bana verilen emirler vardı ve onlar bunlara uysa iyi olurdu. Onlara verdiğim emirleri yerine getirirlerse onlar için iyi olurdu. Burada emirleri veren bendim.

Aslında onlar benimle alakası olmayan sivillerdi ve ben onlara her zaman emir veriyordum ve hoşlarına gitsin veya gitmesin bu emirlere uymak zorundaydılar. Bu emirler hoşlarına gitmez ve sorun çıkarırlarsa ben onları bu emirlere uymaya zorlayacaktım. Peki neden? İyi soru. Çok iyi bir soru. Gerçekten bilmiyorum… Bunun sebebi. Tamamen saçmalık…  

***
En iğrenç cümle, en azından benim için, dünyada en olumsuz çağrışım yapan ve hemen hemen her askerden duyabileceğiniz: “Ben bir askerim ve sadece emirleri yerine getiriyorum” cümlesidir.


***
Beni gerçekten rahatsız eden bir şeyden bahsedeyim… İleri karakolların bulunduğu yerlerde, sokaklarda bunu gerçekten görebilirdiniz. Bir gün yaşlı bir Filistinli gördüm. Gerçekten yaşlıydı. Uzun beyaz bir sakalı vardı, yüzü buruşuklarla doluydu ve elinde taşıdığı iki pazar çantası vardı. Adam, küçük bir dindar Yahudi çocuğun, muhtemelen bir ilkokul çocuğu, 6-7 veya en fazla 9 yaşlarında bir çocuğun yanından geçiyordu.

Çocuk gelip Arap adamın gözlerinin içine bakarak-hatırlatayım burası hem Yahudilere hem de Araplara serbest olan bir caddeydi- şöyle dedi: “Seni pis Arap” ve adamın yüzüne bir tokat atarak kaçıp gitti. Daha sonra çocuk bir çatıya tırmandı ve adama taş fırlatmaya başladı. Ben şoktaydım. Bu çocuklara verilen terbiye bu mu diye düşündüm. Ben çocukken yaptıklarım bir yana, annemi düşündüm… O bu durumda ne yapardı bilmiyorum.

Demek istediğim bu davranış evde çocuğunuza verilebilecek bir eğitim tarzı değil. Bu hiç mantıklı değil. Anlaşılmaz bir durum. Ve eğer bundan sonra siz çocuğu yakalamayı başarır ve ailesini çağırırsanız size şöyle derler: “Benim çocuğumdan ne istiyorsun?”. Onlara olup biteni anlatırsınız ama bu onlar için bir mesele yoktur. Hemen çocuğun yanı başında bunu derler. Yaptığı şey doğrudur, meşru bir şeydir. Bunu gerçekten aklım almıyor-böyle bir durum nasıl meşru olabilir? Nasıl sizin çocuğunuz yaşlı birinin suratına tokat atabilir, kim olursa olsun fark etmez, doğrudan yüzüne tokat nasıl atabilir…  
***     
Ebu Sneina’da bir subay ve üç asker devriye görevindeydik. Bir kontrol noktası oluşturduk. Bu geçen arabaları durdurarak arama yaptığınız bir istasyondu. Genç bir adamı durdurduk, her zaman oralarda takılan, tanıdığımız, zararsız biriydi. Benim şahsen onunla bir sorunum olmamıştı yani ortada bir problem yoktu. Aynı dili konuşmasak bile karşıdaki ile bağlantı kurulur ve bunu açıklamak zordur. Komutan onu arabasındayken durdurdu, her iki tarafta asker vardı.

 Ben arabanın araka tarafında durdum. Komutan adama doğru giderek : “Krikoyu dışarı çıkar” dedi. Adam duruyor ve bakıyordu. Kendisinden ne istendiğini anlayamamıştı. Ve komutan bağırarak ona krikoyu çıkartıp arabanın lastiklerini sökmesini söyledi. Ben taş bir duvarını yakınında duruyordum. Adam duvara gelerek bir tane taş aldı ve arabanın altına koydu sonra bir taş daha. Bu sırada komutan bana doğru gelerek şöyle dedi: “Bu sana insani geliyor mu?” Yüzünde o korkunç sırıtma vardı. Kötü bir durumdu. Hiçbir şey yapamadım. Bir şey söyleyecek gücü kendimde bulamadım. Miğferimi çıkarttım ve taş duvarın üzerine yığıldım. Ve ağladım. Yapabileceğim bir şey yoktu.

***
Jabal Johar’da bir operasyonun ortasındaydım, tüm el-Halil’i kapsayan ama özellikle bölüğümün bulunduğu Jabal Johar’da gerçekleşen bir operasyondu. Ev ev arama yapılıyordu ve bu yüzden sokaklarda pek çok Sınır Polisi bulunmaktaydı. Bunlardan birisi benim birimimde bulunan bir çavuşa birisinin hakaret ettiğini duymuştu. “Problem yok” diyerek Filistinliyi götürdüler ve yirmi dakika kadar sonra geri getirdiler. Korkudan titriyordu. Ona şöyle dediler: “Hadi şimdi  ‘Nahal’da (bir ordu biriminin adı) Karnaval şarkısını söyle”  

Bu durumda ne hissettiniz?

Bu hoşuma gitmemişti. Orada bulunan herkes bunun komik bir şey olduğunu düşünüyor gibiydi. O yüzden orada oturdum ve sesimi çıkartmadım. Arkadaşlarımla tartışmayacaktım.

Neden sessiz kaldınız?

Bilmiyorum. Belki bir şey söylememi gerektirecek kadar önemli bir şey olmadığını düşündüm… Bilmiyorum. Böyle bir durumda derin bir nefes alır yapmakta olduğunuz şey ne ise ona devam edersiniz. Bu bana yapmam için verilmiş bir görevdi. Ben mekanizmanın küçük bir parçasıyım. Görevim sona erinceye kadar işimi yaparım. Bu her zaman böyle olmuştur.   

<<Önceki                 Sonraki>>


 Tamer Güner, 24.10.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri


Metnin Orijinali:




Seçkin Deniz Twitter Akışı