“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.”
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…
“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”
Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:
Silahla
ateş etmekten mi bahsetmemi istiyorsunuz? Bir atış duyarsınız, muhtemelen bir
Filistinli, bir terörist, bir askeri noktaya ateş eder, belki de Filistinli
değildir, bilmiyorum. Sadece bir ateş sesi gelir, diğer taraftan, Filistin
tarafından. Ve kademeli olarak, ilk başlarda bizim bu atışlara karşılık
vermemize izin verilmiyordu. Olay rutin hale gelince iş şuna dönüştü… Karşı
taraftan bir atış gelir, ardından cevap olarak yaylım ateşi.
Biz bir
Yahudi mahallesinde bulunuyorduk ve Ebu Sneina tepesi önümüzdeydi. Doğrudan
tepeye doğru ateş ediyorduk. Askeri noktada her türlü makineli silah, her türlü
havan, bütün silahlar ve bir keskin nişancı bulunuyordu. Bu sabit bir askeri
noktaydı ve en çok da buradan ateş ediyorduk. Her seferinde yaylım ateşi olurdu,
belirli binaları hedef almaya çalışırdık ve bazen de belirli bir noktayı hedef
almaksızın ateş ederdik. Olayın tamamına bakıldığında durum şöyleydi; diğer
taraftan bir silah atışı gelir bizim taraftan da bombardımanla karşılık
verilir.
***
Çılgınca
olan şey şu, bir IDF askeri olarak orada duruyorsunuz, tamam mı? Elinizde dolu
bir makineli silah var ve emniyet kilidi açık. Karşınızda duran kişiye tepkiniz
şöyle: Sen nasıl bir aptalsın? Nasıl beni dinlememeye cüret edersin? Seni her
an vurabilirim. Silahımın kabzasıyla senin beynini dağıtabilirim.
Komutanım
sırtıma vurarak: “İşte böyle onlara günlerini göster. Şimdi işi kaptın” der.
Yine karşıdakine: “Sen bu cesareti nereden alıyorsun? Nasıl anlamıyorsun? Senin
üzerindeki tüm kontrolün benim elimde olduğunu görmüyor musun?”
İşte
böyle, çılgınca! Ben daha bir çocuktum, daha dün doğmuş gibi. Gücümü
üniformamdan ve makineli silahımdan alıyordum, bunlar bana her şey hakkında
karar verme yetkisi veriyordu. Ve bana ne söylendiyse onu yapıyordum. Bu bana
verilmiş güçtü ve ben onu kullanıyordum.
Dünyadaki
en aydın ve düşünceli insan olabilirim fakat şunu söylediğimde: “mamnu` tajawul, ruh `al beit” [Sokağa çıkma
yasağı var, evine git] cümlenin
arkasında bir boşluk ve dört ünlem işareti olurdu. Bu noktada pazarlık edemezsiniz.
18 veya 17 ya da 21 yaşında olmanın bir önemi yoktu. Ben bir askerdim, bir
silahım vardı ve IDF’ye mensuptum. Bana verilen emirler vardı ve onlar bunlara
uysa iyi olurdu. Onlara verdiğim emirleri yerine getirirlerse onlar için iyi
olurdu. Burada emirleri veren bendim.
Aslında
onlar benimle alakası olmayan sivillerdi ve ben onlara her zaman emir
veriyordum ve hoşlarına gitsin veya gitmesin bu emirlere uymak zorundaydılar.
Bu emirler hoşlarına gitmez ve sorun çıkarırlarsa ben onları bu emirlere uymaya
zorlayacaktım. Peki neden? İyi soru. Çok iyi bir soru. Gerçekten bilmiyorum…
Bunun sebebi. Tamamen saçmalık…
***
En
iğrenç cümle, en azından benim için, dünyada en olumsuz çağrışım yapan ve hemen
hemen her askerden duyabileceğiniz: “Ben bir askerim ve sadece emirleri yerine
getiriyorum” cümlesidir.
***
Beni
gerçekten rahatsız eden bir şeyden bahsedeyim… İleri karakolların bulunduğu
yerlerde, sokaklarda bunu gerçekten görebilirdiniz. Bir gün yaşlı bir
Filistinli gördüm. Gerçekten yaşlıydı. Uzun beyaz bir sakalı vardı, yüzü
buruşuklarla doluydu ve elinde taşıdığı iki pazar çantası vardı. Adam, küçük
bir dindar Yahudi çocuğun, muhtemelen bir ilkokul çocuğu, 6-7 veya en fazla 9
yaşlarında bir çocuğun yanından geçiyordu.
Çocuk
gelip Arap adamın gözlerinin içine bakarak-hatırlatayım burası hem Yahudilere
hem de Araplara serbest olan bir caddeydi- şöyle dedi: “Seni pis Arap” ve
adamın yüzüne bir tokat atarak kaçıp gitti. Daha sonra çocuk bir çatıya
tırmandı ve adama taş fırlatmaya başladı. Ben şoktaydım. Bu çocuklara verilen
terbiye bu mu diye düşündüm. Ben çocukken yaptıklarım bir yana, annemi
düşündüm… O bu durumda ne yapardı bilmiyorum.
Demek
istediğim bu davranış evde çocuğunuza verilebilecek bir eğitim tarzı değil. Bu
hiç mantıklı değil. Anlaşılmaz bir durum. Ve eğer bundan sonra siz çocuğu
yakalamayı başarır ve ailesini çağırırsanız size şöyle derler: “Benim
çocuğumdan ne istiyorsun?”. Onlara olup biteni anlatırsınız ama bu onlar için
bir mesele yoktur. Hemen çocuğun yanı başında bunu derler. Yaptığı şey doğrudur,
meşru bir şeydir. Bunu gerçekten aklım almıyor-böyle bir durum nasıl meşru
olabilir? Nasıl sizin çocuğunuz yaşlı birinin suratına tokat atabilir, kim
olursa olsun fark etmez, doğrudan yüzüne tokat nasıl atabilir…
***
Ebu
Sneina’da bir subay ve üç asker devriye görevindeydik. Bir kontrol noktası
oluşturduk. Bu geçen arabaları durdurarak arama yaptığınız bir istasyondu. Genç
bir adamı durdurduk, her zaman oralarda takılan, tanıdığımız, zararsız biriydi.
Benim şahsen onunla bir sorunum olmamıştı yani ortada bir problem yoktu. Aynı
dili konuşmasak bile karşıdaki ile bağlantı kurulur ve bunu açıklamak zordur.
Komutan onu arabasındayken durdurdu, her iki tarafta asker vardı.
Ben arabanın araka tarafında durdum. Komutan
adama doğru giderek : “Krikoyu dışarı çıkar” dedi. Adam duruyor ve bakıyordu.
Kendisinden ne istendiğini anlayamamıştı. Ve komutan bağırarak ona krikoyu
çıkartıp arabanın lastiklerini sökmesini söyledi. Ben taş bir duvarını
yakınında duruyordum. Adam duvara gelerek bir tane taş aldı ve arabanın altına
koydu sonra bir taş daha. Bu sırada komutan bana doğru gelerek şöyle dedi: “Bu
sana insani geliyor mu?” Yüzünde o korkunç sırıtma vardı. Kötü bir durumdu.
Hiçbir şey yapamadım. Bir şey söyleyecek gücü kendimde bulamadım. Miğferimi çıkarttım
ve taş duvarın üzerine yığıldım. Ve ağladım. Yapabileceğim bir şey yoktu.
***
Jabal
Johar’da bir operasyonun ortasındaydım, tüm el-Halil’i kapsayan ama özellikle
bölüğümün bulunduğu Jabal Johar’da gerçekleşen bir operasyondu. Ev ev arama
yapılıyordu ve bu yüzden sokaklarda pek çok Sınır Polisi bulunmaktaydı.
Bunlardan birisi benim birimimde bulunan bir çavuşa birisinin hakaret ettiğini
duymuştu. “Problem yok” diyerek Filistinliyi götürdüler ve yirmi dakika kadar
sonra geri getirdiler. Korkudan titriyordu. Ona şöyle dediler: “Hadi şimdi ‘Nahal’da (bir ordu biriminin adı) Karnaval
şarkısını söyle”
Bu durumda ne
hissettiniz?
Bu
hoşuma gitmemişti. Orada bulunan herkes bunun komik bir şey olduğunu düşünüyor
gibiydi. O yüzden orada oturdum ve sesimi çıkartmadım. Arkadaşlarımla
tartışmayacaktım.
Neden sessiz
kaldınız?
Bilmiyorum.
Belki bir şey söylememi gerektirecek kadar önemli bir şey olmadığını düşündüm…
Bilmiyorum. Böyle bir durumda derin bir nefes alır yapmakta olduğunuz şey ne
ise ona devam edersiniz. Bu bana yapmam için verilmiş bir görevdi. Ben
mekanizmanın küçük bir parçasıyım. Görevim sona erinceye kadar işimi yaparım.
Bu her zaman böyle olmuştur.
Tamer Güner, 24.10.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri
Metnin Orijinali: