“Bu ülke herkesin. Kimse sadece benim diyemez.”
'1.
Daire Başkanlığında 'milliyetçiler' ile hükümet anlaşamadı' veya 'HSYK'da ilk
çatlak'... Bu haberler size ne ifade ediyor? Kim bu milliyetçiler? Hangi
koalisyonun adamları yargıda yerleştirildi? Kim hangi emelle buralarda hâkim
olmak istiyor?
Hukuk devleti
olamadığımızın, kararların, atamaların taraflı olacağının ilanı değil mi bu?
Takdir ve yorum yetkisi geniş olan hâkimlerin ve yüksek yargı mensuplarının
hangi ideolojiden olduğu neden önemli? Neden bu mücadele?
Demek
önlerine gelen konularda ülkeyi kendi istedikleri gibi yönetecekler. Yasalar
hikâye mi yani? Hukuk adamı olmak ütopya mı? Yoksa bu kesimler karşı
ideolojidekilerin böyle yapacağına inançtan yaşadıkları güvensizlikle mi gücü
elinde tutmak istiyor? Buna yormak fazlaca iyi niyetli olmak sanırım.
Bu
manzara dahi 17 Aralık'ın da hukuki adil bir dava mı yoksa buna benzer ancak
farklı kesimlerin güç mücadelesinin tezahürü mü olabileceği konusunda fikir
veriyor. Ve belki hükümetle anlaşamayan kesimler aynı iddia olunan cemaat
kadroları gibi bir gün kenara atılmamak için baştan savaş veriyor. Ancak o
kadrolar neden bu duruma geldi baktığımızda 'ne istediler de olmadı' itirazına cevap bulmakta zorlanıyorum. O
nedenle bugünkü ittifakın bir tarafının ilk günlerden bu şüphesi makul değil.
***
Ülke kaynaklarının,
iş olanaklarının, bankaların kapasiteleri hep yargı ve bazı denetim kurumları
eli ile artırılabiliyor veya kısıtlanabiliyor. Yine ülkede hâkim ideoloji ve
hangi düşüncede insan modelinin daha fazla haklarını kullanabileceği dahi
buralardan geçiyor. Oysa fırsat eşitliği, adalet, hak, demokrasi ve hukuk
düzenini benimsemiş toplumların yol haritasında bunlar yok. Çıkar gruplarının
hakları için temsili normal.
Sesini
duyurmak isteyen herkese, hakkı gasp edilen herkese açık bir medya da yok.
Zihniyetler hep 'benim' bakış açısı üzerinden, Maliyesi ile BDDK'sı ile,
yargısı ile bu enstrümanları kullanmanın peşinde. Bu nedenle biri diğerini
yemesin diye herkes kendi adamını yerleştirmenin önünü açmaya çalışıyor.
Bugün
artık dünün tekrarı olmasın isteniliyorsa intikamcı ve ele geçirme mantığı ile
hareket odaklı planlamalar ile yürümek yerine, özgürlükler, haklar temelli
uzlaşmalara gidilmesi zorunludur. Bu ülke herkesin. Kimse sadece benim diyemez. Kimsenin kimsenin
malına, girişimine, yaşam alanına hukuk dışı müdahale etmediği bir ülke düzeni
sağlamak bizim elimizde. Yeter ki şimdiye kadar ödenen bedelleri unutmadan
fakat bunu intikama dönüştürmeden bir değerler bütünü benimsensin.
HSYK'da
bu mücadele; bazı medya organlarınca 'milliyetçi' olarak nitelenmesi tercih
edilen kesimler ile hükümete yakın kesimler arasında geçiyor. Burada sosyal
demokrat bir ara grup varsa bunlara büyük iş düşmekte.
Milliyetçilik
şimdiye kadar antiemperyalist veya Amerikan karşıtı gibi anlaşılmaktaydı.
Amerikan karşıtlığı bir başka büyük güç yanlısı olmak veya o destekle hareket
etmek anlamını taşıyorsa o da milliyetçilik değildir. Dolaylı olarak büyük
güçler karşıt görünse de her zaman uzlaşarak ortak çıkarlarını besliyorlar.
Kimse ne kendini ne halkı kandırmasın. Bizim ülke olarak her yer ile farklı
anlaşmalarımız var. Mavi akım ile Rusya ile ilişkimiz var. Ocak'ta sözleşme
yenilenecek. Vergi bindirme söz konusu. Bölge politikaları anlamında da hem
Rusya hem ABD ile muhatabız sonuçta.
İşte
HSYK 1. Daire başkanlığında en çok oyu alan isim Metin Yandırmaz bu milliyetçi
kesimden olarak tanınıyor. Hükümet farklı bir isimde ısrarcı. İkinci daire
başkanlığına ise sosyal demokrat olarak nitelenen Mehmet Yılmaz öneriliyor. Bu
makamlar atamalarda söz sahibi olacak makamlar.
***
Şimdi 17
Aralık'a dönersek, bugün yeni bir uzlaşma ile bir yerlere gelen milliyetçiler,
eski kadrolar gibi ajandaya sahipse bu iş tıkanır. Ve hükümetin en çok oyu alan
isimde şüpheli olması makulleşir. Sosyal demokrat bir başkan sorunu çözebilir.
Bu kavga genel seçimde milletin en çok oyunu alan iktidarın, milleti ve
haklarını temsil kavgası olmalıdır. Ülke kaynaklarını, iş alanlarını ve buna
dair izinleri eşit ve adil dağıtma kavgası olmalıdır artık. Geçmişe sünger
çekerek bugünden sonra bir yolsuzluk var mı ona bakacak kadrolar iş yapmalıdır.
Ergenekon davalarının intikamını, cemaat ve ardından milletin oyunu alarak
gelen hükümetten sorma hedefi bu ülke tarihini ve siyasal ve toplumsal yaşamın
gerçeklerini, darbeci zihniyeti inkar etmektir.
Kimse
yolsuzluklar soruşturulmasın diyemez. Ancak bu iktidar darbeci zihniyet
karşısında ezilmiş ve hakları çiğnenmiş kesimlere umut olduğu için, dindar
insanlara toplumsal linç yaşatıldığı için hala destek görmektedir. İnsanlar bu
kazanımların karşısında kendilerine tahammül edemeyen bir laik kesim olduğunu
hissetmese belki o güvene sahip olsa farklı kararlar alabilir. İntikam halkın
her kesiminin hakkı üzerinden alınmaya kalkılırsa tarih tekerrür eder ve dönüp
dolaşıp aynı yere çıkılır. Bastırılan her şey bir gün patlar.
****
Bugün
darbe planlarının gerçekliğini bilen bir nesil var. Bu davalarda yaşanan
adaletsizlikleri, Hrant Dink cinayeti gibi konulardaki ihmalleri bu nesil yeni
yeni fark ediyor. Onların körü körüne bir partiyi destekleme nedeni yaşadıkları
travmalar. Alternatif kendilerini anlayacak oluşumlar yok.
Bu
konular analiz edilmeden ne cemaat ne hükümet diyerek yeniden yasa dışı derin
yapıların yönettiği bir ülke olmayı da, bunlarla mücadele etti diye her şeyi
kendi belirleyen farklı yapılara da, bize haklarımızı verdi diye kendine her şeyi
hak gören partilere veya isimlere de mahkum değiliz. Yeter ki insan olarak
görelim birbirimizi. Birbirimizi kabul edelim. Kabul etmeyene karşı kim olursa
olsun el el ele karşı duralım.
Bu
ülkeyi ayaklanma, kardeş kavgası ile hak gaspı ile bölmek milliyetçilik olamaz.
Ülkenin faili meçhuller ülkesi olması ve her şey benim demek de milliyetçilik
değil. Tahammül ve açık bir toplum değerleri asıl milliyetçiliktir. 17 Aralık
ve hükümeti devirme kararı gerçekten Sabah'ta iddia edildiği gibi ABD'de alındıysa
milliyetçiler buna ne diyecek?
ABD
sözcüsü Kobani yardımlarından birinin İŞİD eline geçtiğini açıklıyor. Bu hesap
hataları bölgede karışıklık istendiğini de gösteriyor olabilir. Yapılan yanlış
diyen Erdoğan bunu kast ediyor, ancak ABD kabul etmiyor. IŞİD'e silah
verildiğini inkar etmezken bunun yanlış olduğunu inkar ediyor.
Hakan
Fidan'a İrancı deniliyor. İran'ın karşısında kim var? ABD ve İsrail. IŞİD'den
en çok fayda görenin de kim olduğu malum. İran bölgede ağır silahlı olmadığı
sürece bir Kürt devletine karşı değil. Tabi bu görünen manzara... Mısır
Sosyalist liderinin tanımlaması ise Batı'nın bölgedeki 'yaratıcı kaos' planına,
İslamcıların alet olduğu. Suriye'ye bile bakılsa bu anlaşılabilir. Kendi
yasalarına rağmen insan hakları ihlali yapan İsrail’e silah veren ABD'den ne
bekleyebiliriz? Ancak akılcı politikalar ile bu güçler ile dans etmek daha
makul. Meydan okumak bazen gösterişte kalıyor.
***
Velhasıl
hukuk devleti olmak bugün yabancı yatırımcı için ekonomik göstergelerden daha
önemli bir veri durumundadır. Ya birlikte büyürüz ya birlikte batarız. Konu
partiler veya şahıslar değil ve olmamalı. Ancak ideolojik bölünmüşlüğün ve rant
kavgasının kurbanı halkın hangi düşünceden olursa olsun hiçbir kesimi de
olamaz. Bu millet iki garip karanlık yapıdan birine mahkum değil.
Hangisi
daha az kötü derseniz cevabı herkes görüşüne göre verir. Darbecilerdense cemaat
diyenler olacaktır. Ancak 17 Aralık ile cemaatin hiçbir farkı olmadığını ortaya
koyduğunu düşünenler az değil. Darbecilere yakın kesimlere geri dönülürse
onların da zihniyet evrimi geçirdiğinin garantisi yok. Hükümet yani siyaset
desek, onların da nefsi davranma hatasına düştüğü yerler oldu. İşte böyle bir
ülkeyiz. Bu nedenle hakim ve savcılar yön tayin etmek yerine hukuk derse devrim
yaratmış olurlar. Ancak herkes kendine sahip çıkacak bir arka olmadan rahat
hareket edemiyor.
***
Diğer
yandan Jandarma İçişlerine bağlanıyor. Jandarma zaten polis dışı bölgede kolluk
görevi görmekte. Polis de İçişlerine bağlı bir yapı. Bu makul. Ancak altında
yatan neden asker içinde olası bilinemeyen 'paralel' iddiaları gibi görünmekte.
Zira savcı jandarmayı operasyonlarda kullanabiliyor. Ne günlere kaldık. İlker
Başbuğ'lu günleri arıyoruz sanırım...
Güneydoğu'da
PKK ile ilgili alınan bazı mahkeme kararları da provokasyon kokmakla itham
ediliyor. Yine Jandarama'nın uyuşturucu operasyonları ve bölgede bunun PKK ile
ilişkisi bir diğer konu olabilir.
Velhasıl
delik deşik edilmiş yargıda, hukuk hikaye durumuna düşürülmüş. Biz hâlâ
Suriye'de özerkleşen Kürtlerden rahatsızız. Konu Kürt devleti mi, Siyasal İslam
mı, Laik Düzen mi Rant mı?
Kobani'ye destek olmadığında hükümeti eleştirenler,
destek olunca 'sınırda Kürt devleti' diye rahatsız oluyor. 'ABD IŞİD nedeni ile
rahatsız' diyenler şimdi koridoru eleştiriyor. Tamam U dönüşü bir gerçek. Ancak
eleştiriler de tutarsız. Bir 'Türkiye' adına düşünmeyi başaramadık. Bu noktada
sorunun çözümünde aktör olan Öcalan'ın taleplerinin haksız olmadığını belirtti
Bülent Arınç. Diğer taraftan hükümete yakın başka bir isim Kobani provokasyonunda
Öcalan'ı adres gösteriyor... Farklı düşüncelerin ifadesi de güzel ne diyelim...
Evet.
Artık her türlü alerjiden sıyrılma zamanı. Suriye'den gelen çoğu naçar aç
dilenenlere 'el bebek gül bebek bakılıyor' diyen Arap alerjisinden de, Kürt
alerjisinden de, İslam alerjisinden de, alevi alerjisinden de, laik
alerjisinden de, paralelle ilişkisi olmayan yardım derneği alerjisinden de
sıyrılmalı... Bebek katiline bebek katili dedin de ölümler mi durdu? Belki
böyle durur...
Gerçek politik eleştiriler bunlardan sıyrılıp, objektif
bakılarak yapılmalı. Her görüşten aktivistler birleşmeli. Yakmak yıkmak için
değil hukuk için. Başkasının acısını da duyabilmek için...
Serra Karaçam, 26.10.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Medya Müfettişi