"Erdoğan, bir 'Kin Paratoneri' olarak devletin tepesinde
duruyor, tüm kindarların saldırılarını pervasız bir şekilde karşılıyor, def
ediyor ve Davutoğlu'na mükemmel bir çalışma alanı bırakıyor."
Savuşturulan tüm saldırılardan sonra Türkiye daha da güçleniyor; hem Ak Parti iktidarlarına oy verenler hem de Ak Parti iktidarlarının yaptıklarını izleyen yerli yabancı neoconlar, kısaca Türkiye'nin ve İslâm'ın dostları ve düşmanları bunun aşırı derecede farkında. Eskiden herkesin kendi mahfillerinde fısıltıyla konuştuklarını şimdi herkesin önünde konuşmasının sebebi de savaşın açık bir şekilde yapılıyor olması.
Oy verenlerinin Erdoğan'ın şahsına yükledikleri tarihî görev
evrilerek Davutoğlu'nun omuzlarına taşınıyor. Davutoğlu'nun 10 Ağustos sonrası
günden güne yükselen performansı, seçilen omuzların kalitesini netleştiriyor.
Memnunum.
Çok uğraştıkları halde Ak Parti'nin, doğal olarak siyâsî istikrarın
sistematik işleyişini bozamadılar; buna hep birlikte izin vermedik. Gezi Terörü,
17-25 Aralık manipülasyonu, MİT'e yapılan operasyonlar, 30 Mart ve 10 Ağustos
seçimleri, HSYK'yı ele geçirmeye yönelik hamleler ve 7 Ekim Terörü halkın büyük
direnişi ile savuşturuldu. Kobani denen savaş laboratuarına girmedik ve
nihayetinde bugün bizi bu savaşa sokmak isteyen herkes Türkiye'yi ziyaret etmek
zorunda ya da Türkiye'nin tezlerine mecbur kalmaktan başka çareye sahip değil.
Erdoğan'ın yüksek sesli söylemleri artık düşmanlarını paranoyalarla
boğuşan zavallılar haline getirmiş durumda, Türkiye ve Erdoğan'la ilgili
binlerce haber ABD'nin medyasını dolduruyor, binlerce analiz Türkiye'nin nasıl
durdurulabileceğini tartışıyor. Yapabildikleri tek şey Erdoğan'a 'Kibirli' ya
da 'Otokrat' demek. Kendi kibirlerini ve otokratik küresel zorbalıklarını
görmezden gelerek saldırdıklarında ne kadar vahşi olduklarını görebiliyorum.
Ellerine geçenleri ya Kaddafi gibi parçalıyorlar ya Saddam gibi asıyorlar ya da
Özal ve Benazir Butto gibi suikastle öldürüyorlar; Erdoğan'ı bunlarla tehdit
etmelerinin kanıtlı altyapısı belli ve Erdoğan güçlendikçe de delirmelerinin
tek sebebi de bu.
Erdoğan'ın 'Savaşçı Ruhu'
Davutoğlu'nun 'Savaşan Bilge Ruhu'na güç vermeye devam ettikçe de hem bu güzel
ülke güçlenecek hem de utanç verici iki
yüz yıllık özgeçmişimizden gelen sorunları tek tek çözüp yükseleceğiz. Yani bu
fanatiklerin, radikal neoconların saldırganlığı en azından Erdoğan'ın ve Davutoğlu'nun
yürüdüğü yolda ne kadar haklı olduklarını da belgeliyor bizim için. Bazı
tiksinti verici tiplerin iddia ettiği gibi Erdoğan onlara çalışsaydı niye bu
kadar saldıracaklardı ki?
Hâlâ Erdoğan'ın kime çalıştığını tartışan kronik kindarlara hiçbir
reel kazanım anlamlı gelmiyor. Dev soygunlarla dolu kısa ve uzun, yakın ve uzak
tarihimizi görüp de bugünü kıyaslamayanların hastalıklarına deva yok, maalesef;
bunun için çaba harcamaya da gerek yok. Her dönemin haktan görünüp iblisle iş tutan Ziya Paşa'ları
da olacak, para aldıkça Hanedan'a yakınlığı artan Namık Kemalleri de... Erdoğan'ın yaptırdığı Cumhurbaşkanlığı
Sarayı'nı II. Abdulhamid'in yaptırdığı Yıldız Sarayı'na benzeterek kin kusanlar
da olacak, hızla zenginleşen Türkiye'nin güçlü ve özgüven dolu davranışlarını
kıskanıp israf diyenler de.
Dedim ya ben memnunum.
Bugün Başbakan Davutoğlu'nun Tunceli/Dersim'deki
ziyaretlerini ve yaptığı konuşmayı
izledim. Davutoğlu, devletin inancından dolayı mağdur ettiği sünnî bir dedenin torunu olarak,
yine devletin mağdur ettiği alevi dedelerin torunlarına aynı acıyı
paylaştıklarını anlattı. Devletin nasıl değiştiğini gözlerinizle görmeniz ancak
böyle tarihî anlarda net ve somut bir şekilde mümkün.
İşte radikal neoconların hazmedemedikleri fotoğraf bu. Davutoğlu'nun
bilge sesine kimsenin kin duyamayacağını anlıyorlar ve onun şahsında daha
şahin, daha hoşgörülü ve daha özgür bir Türkiye'nin gelecekteki göstergelerini
okuyorlar.
Erdoğan, bir 'Kin Paratoneri' olarak devletin tepesinde duruyor,
tüm kindarların saldırılarını pervasız bir şekilde karşılıyor, def ediyor ve
Davutoğlu'na mükemmel bir çalışma alanı bırakıyor. İçteki ve dıştaki tüm
saldırıların merkezinde Erdoğan olduğu sürece, Davutoğlu Büyük Türkiye
Restorasyonu'nu tamamlayacak.
Davutoğlu, siyasetteki yolsuzluklara karşı net bir tavır
sergilerken aynı zamanda ahlaktan bahsediyor. On iki yıllık amansız savaştan
sonra zihinleri yorgun savaşçıların yerini, dingin zihinli teorisyenler alıyor;
bu biraz yavaş olsa da artık Türkiye sarsıntıları aşacak bir kurumsal duruş
sergileyebileceğini de kanıtlamış durumda.
Henüz devletin derinliklerine sinmiş ahlak sorunları giderilebilmiş
değil, ama 'giderilemez algısı' hızla değişiyor. Kolay değil, yeni bir insan
türü veya nesli inşa etmeniz için en az yirmi yıla ihtiyaç duyarsınız; bu da yirmi
yılda ancak önünüzde hiçbir engel yoksa mümkün olabilir. Ak Parti iktidarları
on iki yıllık klinik göstergelerinde sürekli engellerle uğraştıkları için yeni
nesil işleri biraz daha uzayabilir.
Bir an önce "Nasıl bir nesil istiyoruz?" diyen
sesler ortaya çıkmak zorunda. 'Dindar
Nesil' ayakları yere basan bir nesil tipi değil, hangi din, hangi mezhep, ne
tür bir dindarlık? Bunu tartışabilecek entelektüel bir altyapıya da sahip değil
Türkiye. Tasavvufun eğip büktüğü bir din algısına monte edilmiş dindarlık bu ülkeyi
Osmanlı gibi batırır, kısa bir süre sonra şeyhler-dergahlar savaşı başlar.
Bugün uçlarını gördüğümüz kavganın (Ahmet Mahmut Ünlü- Mustafa İslamoğlu)
daha büyük hâli, hâyâl edilmesi bile gerekmeyen çirkin bir manzara olarak
geleceğimizi işgal edecek. Gülen Cemaati ile Furkan Vakfı'nın 'AKP'ye karşı
savaş' bayrağı altında yaptıkları ortada...
Davutoğlu'nun bir Başbakan olarak en büyük görevi, her bireyin özgürce
tartışabildiği, fikirlerini söyleyebildiği ve dilediği ölçülerde, başkalarının
sınırlarını ihlal etmeden yaşayabildiği, devletin kademelerinde yasalar
çerçevesinde hak ettiği yere kadar ilerleyebildiği bir atmosfer için çalışmak ve
tabi bu kriterlere uymayanların da devletin işleyişinden hızla uzaklaştırıldığı
bir yapıyı mümkün hâle getirmek olmalı.
Başbakan olarak Davutoğlu, Başbakan Erdoğan'dan farklı olarak,
dikensiz gül bahçesinde bahçıvanlık yapacak. Bu bahçıvanlık için de çok emek
sarf etmesi ve dikkatli olması gerekiyor; yapacağı en küçük hata hem Dünya için
hem Türkiye için büyük bir fırsatın kaçırılması anlamına gelecek.
Davutoğlu'nun şu ana kadar gösterdiği performans, bütün deneyimsizliğine rağmen Özal ve Erdoğan dışında herhangi bir başbakanın gösterdiği performanstan kat kat daha yüksek.
Davutoğlu'nun şu ana kadar gösterdiği performans, bütün deneyimsizliğine rağmen Özal ve Erdoğan dışında herhangi bir başbakanın gösterdiği performanstan kat kat daha yüksek.
Bana göre, samimiyetle yürüyen Davutoğlu'nun 'Savaşan Bilge Ruhu'na destek vermek, aklı başında
her Türkiye vatandaşı için en büyük sorumluluktur. Ona samimiyetle ilerlediği bu yolda destek verenler, bu yolda onu eleştirenler gelecekteki Büyük Türkiye'de bununla gurur duyma hakkına sahip olabilirler...
Arif Şahin, 23.11.2014, Sonsuz Ark,
Şaşkınların Tarihi 53
Not: Tarih ayan beyan ortaya koyar; elbette hepimiz gerçeği daha net göreceğimiz zamanlara muhtacız, bazıları sakladıkları şeylerle karşımıza çıkarlar, ama hakikat hep açığa çıkar, riyakarlar bunu daima itiraf etmiştir. İşte Bilge Davutoğlu'nun herkesten sakladıkları.
Tarih: 18 Temmuz 2016, DW
Ahmet Davutoğlu, YouTube'da gazeteci Yavuz Oğhan'ın Bidebunu İzle programında İsmail Saymaz, Akif Beki ve Yavuz Oğhan'ın başbakanlık dönemiyle ilgili sorularını yanıtladı.
Programda istifa süreci ile ilgili açıklamalar yapan Davutoğlu, AKP'nin üst karar organı Merkez Karar ve Yönetim Kurulu'nda (MKYK) muhtıravari bir tavır yaşadığını belirterek "MKYK ile bana, 'Sen başbakan gibi görün ama başkan olma, başbakanmış gibi yap ama yetki kullanma' dendi. Bunu benden Cumhurbaşkanı ve MKYK'ya imza atanlar istiyordu. Benden 'düşük profilli başbakan' gibi bir şey isteniyordu. Ben kendimi bilirim, benden her şey olur da düşük profilli bir şey olmaz. En zor durumda kalsam da yapamam" şeklinde konuştu.
Başbakanlıktan ayrılmasına neden olan "Pelikan Bildirisi"yle ilgili soruları yanıtlayan Davutoğlu, "Pelikan çetesinin bildirisi çıktığında muhteris bir grubun elde ettikleri menfaat karşılığında şahsiyet katliamı olarak değerlendirmiş ve biraz da acıyarak bakmıştım. Böylesine zelil yöntemlere başvurulduğu için. Yol ayrımında olduğumuzu hissettiğim için de başbakanlık makamını bırakmayı partinin bölünmemesi devlette kriz çıkmaması için tercih ettim" dedi.
Bildirinin arkasındaki isimleri bildiğini ifade eden Davutoğlu, "Muhteris bir grubun çıkarları için yayınladığını düşündüğüm paçavra, daha sonra yaşananlara baktığımızda Türkiye'nin istikrarına, Türkiye'de birtakım heveslerin ortaya çıkmasına zemin hazırladığını düşünüyorum" diye sözlerini sürdürdü. AKP'nin MHP ile ittifaka girmesinden de rahatsız olduğunu söyleyen Davutoğlu, "AK Parti’nin girdiği ittifak ilişkilerine girmesinden rahatsız olduğumu hep söyledim. Mart ayında bunu Erdoğan’a da aktardım. Bu ittifak ilişkisi AKP’nin doğasını bozmakta ve MHP’ye oy kaçırmaya neden olacağını anlatmaya çalıştım. Bundan dolayı Bahçeli'nin bana öfkelenmesini anlarım. Ama benim anlayamadığım şey, kendileri için makamımdan ayrılmayı göze aldığım kişilerin hedefinde olmam. Benim yakınlarımın, eşimin konferansının iptal edilmesini anlayamam" şeklinde eleştirilerini sürdürdü.
"Her şey iyi gitseydi tekrar siyasete girmeyi düşünmezdim"
AKP içinde partinin durumuyla ilgili rahatsızlıklar olduğuna da işaret eden Davutoğlu, susarak içerde beklemeyi doğru bulmadığını da sözlerine ekledi. Parti kurmanın bölücülük olmadığını dile getiren Davutoğlu, "Bana gelip nereye gidiyoruz diyen arkadaşlarla istişarelerde bulundum. Her şey iyi gitseydi, tekrar siyasete girmeyi düşünmezdim. Din siyasete alet edildi. Muhafazakar siyasetin temsili yok. Dini bir ankette en düşük güven oranı din adamlarınaysa bunu düşünmek gerekir. Bu ancak yeni bir pratikle ortaya çıkarak çözülebilir. Bu yeni pratik başka yol kalmazsa parti kurmaktır" dedi.
Davutoğlu, neden AKP'den ayrılan Ali Babacan ve eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le birlikte hareket etmediği sorusuna "Onlar da parti kurma konusunda bir irade beyan etmiş değiller. Sayın 11. Cumhurbaşkanı Gül ile bir yıldır falan görüşmedik. Ali bey ile aramızda derin bir hukuk var. Hep güvenmişimdir kendisine. 1 Kasım'da ısrarla olmasını istediğim arkadaşlardan biriydi. Türkiye'nin Ali Babacan'a her zaman ihtiyacı vardır. Yetişmiş devlet adamlarından bir kişiyi bile israf etmek milletin yapabileceği en ağır israftır" yanıtını verdi.
Davutoğlu yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile ilgili de "Çarpık bir parlamenter sistemden çarpık bir başkanlık sistemine geçtik. Bunda benim de payım var. Daha net tavır almalıydık" yorumunu yaptı.
Aynı programın BBC tarafından yayınlanan kısmı:
Ahmet Davutoğlu: "DEAŞ'a karşı operasyon emrini veren de 2015'te biziz. Şöyle bir bakın Allah aşkına benden DEAŞ'a destek çıkacak bir şey var mı?
Aynı dönemde emniyetteki ordudaki FETÖ yapılandırmasını göz önünde bulundurun. Bakana arkadaşları bana yapılan gibi hedef göstermek istemem. içişleri bakanlığına bunu neden yaptınız diye sorulmuyor ama Dışişleri Bakanlığına soruluyor. Sınır güvenliğini sağlamak benim görevim mi?
Dışişleri Bakanlığı'nda bu konudan ("FETÖ yapılanması") dolayı soruşturma geçirenlerin sayısı bir elin parmağını geçmez. Somuttan kaçamayız. Varsa bir hata hepimiz bunları eleştirmeliyiz. Ama Dışişleri Bakanlığı'ndakiler KPSS üzerinden gelmiştir.
Uluslararası toplum dediğimiz toplumun Suriye konusunda bu kadar riyakar bir tutum takınacağını düşünemedik. İdealist davrandığımız doğrudur. Kimyasal silah kullanımı tespit edildi. Hiçbir şey yapılmadı. Bu uluslararası hukuk meselesi. Uluslararası hukukun bu kadar ayaklar altına alınacağını kimse tahmin etmedi.
Süleyman Şah Türbesi'nin taşınması konusu Milli Güvenli Kurulu'nda alınan karardır. Sanki 1921'de taşınan toprak ile bizim taşıdığımız toprağın aynı olduğu düşünülüyor.
PYD ile yürütülenler Sayın Erdoğan'ın başlattığı çözüm süreci devam ederken yürümüştür. Kürt halkını rencide eden her türlü söylemin karşısındayım. Bunun Türkiye'nin birliğine zarar verdiğini söylüyorum.
Ankara'daki Gar Katliamı, Türkiye'deki siyasi ortamı zehirlemek için alçakça yapılan bir terör saldırısıdır. Katliamla oy artışı arasında hiçbir bağ kurmuyorum ben.
Türkiye'nin kendi egemenliği içinde alacağı her tedbir (S-400 hava savunma sistemi satın alınması) haklı tedbirdir. Türkiye-Rusya ilişkileri derinleşmesi doğrudur ama alternatifler üretilmeden bu ilişkinin derinleştirilmesi ileride sorunlar doğurabilir. Amerika ile ilişkilerin yeniden masaya yatırılması, kurumsal düzeyde aradaki ilişki nereye gidiyor diye konuşmak gerekir. Avrupa ile ilişkiler mutlaka rehabilite edilmeli.
2012 Haziran'ında Suriye uçağı bizim uçağı düşürdü. Başbakanımız o dönem angajman kuralları ilan etti. "Türk sınırına 5 km yaklaşan uçaklar vurulur" şeklinde. Bu andan itibaren yerine getirilen talimatlar başbakandan alınmış sayılır. Ben başbakan olunca bu angajman kuralları yenilendi. Rus uçağı düşürüldüğünde "Kesinlikle açıklama yapmayacaksınız, Sınırlarımızda kimliği belirsiz bir uçak düşürülmüştür diyeceksiniz" dedim. Rusya ile de bu durumu paylaşmamız lazım dedim. O arada da Rusya aynı şeyi düşünmüşüz gibi "Uçağımız düşürülmüştür" diye açıklama yapıldı. Hangi işgüzar bilmiyorum ama 10 dakika sonra Cumhurbaşkanlığı'ndan "Rus uçağını düşürdük" diye bir açıklama yapıldı. Televizyondan gördüğüm anda beynimden kaynar sular döküldü. Hemen Genelkurmay Başkanıyla görüştüm, bir iletişim hatası olduğunu söyledi ve o açıklama 2 dakika içinde geri çekildi."