"Vatikan ve Sarayı
ne kadar mütevazi?"
Katolik
Hrıstiyanların ruhani lideri ve Vatikan Şehir Devleti Başkanı Papa I. Francesco’nun
ülkemizi ziyareti uzun zamandır ülke gündeminde. TV’lerin ve sosyal medyanın
gündemi nasıl işlediği ve gözümüzden kaçırdıklarına göz atmakta fayda var.
Önce,
Papa I. Francesco ülkemize gelmeden Vatikan’a gönderilen davet mektubu basına
sızdırılarak gündeme oturdu. Mektupta, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın
daveti nasıl yaptığı ve Papaya nasıl hitap ettiğini anlatan haberler medyada
yer aldı.(1)
Öncelikle
konuyla ilgili haberleri okuduğumuzda aklıma şu soru takıldı.
-Papaya nasıl hitap
edilmelidir?
Ebetteki tüm ülkeler nasıl hitap ediyorsa o
şekilde hitap edilir. Görgü ve protokol kuralları bunu gerektirir. Papa kendi
dinine inananları kutsadığına göre, demek ki her devlet ve kurumu kendisine "Kutsiyetpenahları
Papa Fransuva" olarak hitap ediyordur.
"Sayın Hacı
Papamız" diyemeyeceklerine
göre, medya bunu kendine nasıl açıklıyordu?
Mektupla
ilgili haberlerin içeriğinde gözden kaçan bir diğer husussa daveti kimin
yaptığıydı. Mektubun ilk satırlarında daha “Sayın
Abdullah Gül tarafından yapılan daveti Türkiye Cumhuriyetinin yeni
Cumhurbaşkanı olarak göreve başladığım şu günlerde yinelemekten özel bir
memnuniyet duymaktayım”, deniyordu.(1)
Anlaşılan
o ki bu davet çok daha önceden yapılmış, görev değişikliği nedeni ile bu daveti
yürütmek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın omuzlarına kalmıştı.
Papa I. Francesco
da Türkiye ziyareti takvimini, ’İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi’nin koruyucu
azizi kabul edilen Aziz
AndreasYortusu’nun kutlandığı tarihe denk getirdiğinden ziyaretin amacının
zaten Hrıstiyanlık dininin iki mezhebi arasında olan özel bir gün için olduğu
açık ve netti.
Aynı gün
Papa’nın, Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos’la özel bir görüşme yapacağı
ve avlusunda Ortodoks Patrikhanesine de ev sahipliği yapan St. George Fener
Yunan Ortodoks Kilisesi’nde ‘Ekümenik Dua’ gerçekleştireceği de haberlerde
açıklanıyordu.
Yurdumun
bir kısım medyası ve insanları Dinî bir 'Bayram'da Cumhurbaşkanımız ve Diyanet
İşleri Başkanımız, başka dine ait bir ülkeye gitmiş olsa, acaba nasıl
karşılanmalarını bekler, nasıl bir ortamda Bayram Namazı'nı kılmalarını
isterdi?
Yavuz
Sultan Selim' in İran Şahı’ na gönderdiği notta olduğu gibi “Herkes yediğinden
ikram eder.” (2)
***
Bu
eleştiriler ve atışmalar sürerken Vatikan’a Mimarlar Odası Ankara Şube
yöneticileri bir mektup yazıp göndererek gündeme girdi.
Haber
söyle diyordu:
"Mimarlar 28 Kasım’da Kaçak
sarayın ilk konuğu olacak Papa Francis'e mektup yazarak, Atatürk Orman
Çiftliği’ndeki Kaçak Saray'ın hukuksuzluğuna ilişkin rapor gönderdi. Binada yapılacak davete katılmamalarını
evrensel hukuk ilkelerine göre, yasadışı olan yapıyı meşrulaştırmamalarını
istedi."(3)
Mimarlar
Odası yeni yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na, demokrasi kuralları ile ülkenin
ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın kullandığı binaya, kendilerince Kaçak Saray
adını verme yetkisini kimden ve nereden alıyordu?
Demokrasiden
almadıkları kesindi. Evrensel hukuk ilkelerine uygun olmayan konu neydi?
Açtıkları davalarla durumun meşrulaştırılmamasını talep etmek nasıl bir
travmaydı?
Halkın
seçimini yaptığı kişinin kararlarına, saygı duymayan Mimarlar Odası hangi
demokrasi ve hukuka dayanarak bu gayri meşru hareketi yapıyor. Seçilmişini
tanımıyor ve ülkeyi başka ülkelere şikâyet ederek küçük düşürmeye çalışıyordu.
Yani
Papa ya da başka bir Devlet Başkanı gelse, halkın seçtiği kişiyi ve ülkenin
imajını güçlendirmek için yapılan yeni binayı, gelen misafirler mi
meşrulaştırıyordu?
Meşru
olan neydi? Yoksa Türkiye Demokrasi ile değil Meşrutiyetle mi yönetiliyordu?
“Bu işin
takipçisiyiz, gelen her yabancı konuğa raporlarımızı ve mektuplarımızı ayrıca
ileteceğiz" deniyordu.(3)
Zihinler
almıyordu. Halkın eminiz yüzde elli ikisi bu olanlardan çok korkmuş olmalıydı.
Ancak izleyen insanların sosyal medyada bu konuyla ilgili olarak kendi
aralarında çok eğlendiği kesindi.
Zaten
konunun 'Meşru' olan kısmıyla Türkiye Halkı, 'Ti' ve 'yet' kısmıyla ilgili kişiler ilgileniyordu.
Bu
statükocu hareketleri ne zaman bırakıp olgunlaşacaklar bilmiyoruz, ama halen
izliyoruz.
Bu
konunun devamında Papa Türkiye’ye ziyaretinde protokol ve davet kurallarını
yerine getireceğini bildiriyor ve konu kapanıyordu. Ancak bir isteği vardı.
Geldiğinde mütevazı bir araca binmek istediğini T.C. ne belirtiyordu. Yapılan
haberlerde Papanın çok mütevazı bir kişiliğe sahip olduğu vurgusu da özellikle
belirtiliyordu. Ancak bu istek güvenlik gerekçesi ile Türkiye Cumhuriyeti
yetkililerince geri çevriliyordu.(4)
Doğru ya
Türkiye Cumhuriyeti hiç de mütevazi değildi. Vatikan ve Sarayı bu konuda
oldukça mütevaziydi. Yurdum insanı Vatikan ve Sarayını nereden bilsindi. Halk
zaten cahildi. Verdiği oy bu yüzden meşru değildi. “Ti ve yet” çiler bu konuda
halkı aydınlatıyor, halk nedense bir türlü aydınlanmıyordu. Ülkemiz sarayı har
vurup harman savuruyordu. Ormandaki 'Kültür Mantarı' bile ne işe yaradığını
biliyor, ancak halk ve halkın sarayı bilmiyordu.
***
Bu garip
ve anlamsız davranışları bir kenara bırakalım. Medyanın göz ardı ettiği, bir
türlü aydınlatamadığı halktan, sakladığı bölüme Vatikan ve Sarayının
mütevazılığı konusuna bakalım.
Vikipedi
bu konuda diyor ki; Vatikan’ın doğrudan ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya
yönlendirdiği günlük, haftalık ve aylık 200’den fazla gazete ve dergi, 154
radyo istasyonu veya emisyonu, 49 TV kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır.
Bütçesi;
Katoliklerden kesilen kilise vergisi, aidatlar, bağışlar, şirket gelirleri,
hisse senedi-tahvil-bono gelirleri, bankacılık ve faiz gelirleri, hediyelik
eşya satışlarından elde edilen gelirlerle basın yayından elde edilen reklâm
gelirlerinden oluşmaktadır.(5)
Bu
konuda Almanya’nın Uluslararası yayını Deutshe Well ise şunları yazdı:
"Vatikan
Zengin Ama Fakir"
Katolikler
’in dini merkezi Vatikan başlı başına bir devlet. Her devlet gibi Vatikan’ın da
bir bütçesi var. Ama duvarların ardında gizliliği tercih eden bu mini devlet
ayrıntılı bilançolar ya da bütçe planları yayınlamaz. Hesaplarını gizli tutan
Vatikan, uzmanlara göre, fakir ama zengin bir devlet. DW’denHajo Görtz’ün
haberinden konuyla ilgili bölüm şu...
Vatikan’ın
zenginliği, satılması mümkün olmayan değerlerden kaynaklanıyor. Kimsenin elden
çıkaramayacağı St. Pierre Bazilikası ile müzelerindeki sanat şaheserleri
bütçeye sembolik rakamlarla yansıyor. Nakdi servetinin 1 ila 12 milyar Euro
olduğu tahmin ediliyor. Gelir gider hesaplarında küçük meblağlar yer alır. Ama
Vatikan’ın maliyesi oldukça karmaşık. Vatikan uzmanı Benz bu konuda şunları
söylüyor:
“Vatikan
44 hektar genişliğindeki egemen bir devlet. Dünya Katolik kilisesinin, yani 1
milyar Hristiyan’ın yönetildiği merkezdir. Ama Vatikan ile Katolik kilisesinin
hesapları ayrıdır. Bütçeyi dengelemek, personele maaş ödemek, tarihi binaları
muhafaza etmek, aynı zamanda da kara gün akçesi biriktirmek kolay değil.”
Kilise ve Devlet'in
bütçesi ayrı
Vatikan
devleti ile kilise yönetiminin bütçeleri ayrı. 210 milyon Euro ‘lük bütçe 2000
yılından bu yana 10 milyon Euro açık veriyor. Yurtdışındaki şubeleri
diyebileceğimiz piskoposlukların bazıları Vatikan’ı defalarca satın alabilecek
kadar zengin. Örneğin Köln başpiskoposluğunun bütçesi 680 milyonu buluyor.
Tarihçi
Benz, Vatikan’ın zengin piskoposlukların yardımına ihtiyaç duyduğunu belirterek
“Vatikan’ın değerli gayrimenkulleri var. Kira gelirleri, hisse senetleri,
tahvilleri, altını var. Yatırım sermayesi rant getiriyor, gayrı menkullerinden
kira alıyor borsa ve döviz spekülasyonuyla para kazanıyor. İşte kilise
yönetiminin başlıca gelir kaynakları bunlar” diyor.
Spekülasyonlar
İtalyan
yasalarına bağlı olmayan Vatikan bankasının karıştığı skandallar da oldukça
fazla. Bu konuda Benz, “Papa, yatırımların azami kar değil, ahlaki prensiplere
göre yapılmasını ister. Dini ve ahlaki kurallarla bağdaşmayan alanlarda
bankanın faaliyet göstermesi 30 yıl önce Papa tarafından yasaklanmıştı.
Örneğin, Vatikan’ın doğum kontrol hapı ya da silah imal eden şirketlere ortak
olması düşünülemez” diye konuşuyor.
Ama
Amerikan Chrysler şirketi Alman Daimler Benz ile birleştikten sonra Vatikan’ın
Chrysler hisselerini satıp satmadığı bilinmiyor. Eğer satmadıysa, dünyanın en
büyük silah imalatçılarından birinin hissedarları arasında Vatikan da
bulunuyor.(6)
***
Başka
haberlerde bu konuda zaten daha da vahim iddialar var. Radikal Gazetesinden
Şebnem Turhan bir yazısında bu konunun kronolojik sıralamasını yazmış.
Kronoloji
1887-Roma
Katolik Kilisesi Papa için fon bulabilmek için Din İşleri Dairesi’ni kurdu.
1929
-Fon’a en büyük katkıyı İtalyan Faşist Diktatör Benito Mussolini sağladı.
1942
-Vatikan Bankası, 1942 yılında Papa Pius XII tarafından kuruldu.
1946
-Vatikan Bankası Naziler için para aklama ve Nazi altınlarını İsviçre’de
saklamayla suçlandı.
1968
-İtalyan mafya ailesi Gambino’nun eroin paralarını aklamakla suçlandı.
1978
-Gladyo Üyesi RobertoCalvi’nin bankası BancoAmbrosiana ile ilgili soruşturma
başlar.
1979-1982
-BancoAmbrosiana soruşturmasını yürüten birçok yetkili ve banka çalışanı
mafyatik cinayetlere uğrar.
1980
-BancoAmbrosiana’da kayıp olan 1,3 milyar dolar Vatikan Bankası’nda çıkar
1982
-BancoAmbrosiana batar. Londra’ya kaçan ‘God’s Banker’ Tanrı’nın Bankeri adı
verilen Calvi bir köprünün altında asılı bulunur.
1983
-Vatikan Bankası BancoAmbrosiano çöküşünün ardından mevduat sahiplerine 250
milyon doları öder.
1990-Vatikan
Bankası’nın dünyanın dev şirketlerine 10 milyar doların üstünde yatırım
yapmıştır.
2009
-IOR İtalyan Mali İstihbarat Birimi tarafından soruşturma altına alınır. 180
milyon Euro lük kara para aklama suçlaması olur.
2010 -23
milyon Euro’nun aklandığı tespit edilir, bankanın finansal denetime girmesi
istenir ve banka MONEYVAL’a tabi olur.
2012
-Vatikan Bankası Başkanı Ettore Gotti Tedeschi görevinden ayrılır, ama
soruşturma sürer.
2013
-Vatikan Bankası’nın Atm’leri kapatılır, Vatikan’da sadece nakit para geçer.(7)
***
Bu
kronolojik tarihe ve bilgilere göre Vatikan ve Sarayı ne kadar mütevazidir,
bilemiyoruz. Ortada bir gerçeklik varsa T.C. için yapılan ve halkın seçtiği
kişilerin ikamet edeceği ve çalışacağı bir binanın yukarıdakilerle
kıyaslanamayacağıdır.
IMF’ye
dış borcun bittiği gün yurdumuzda Gezi'ye çıkan Papazların basında yer alan
fotoğraflarını henüz unutmadık. Haberlerin konu boyutunun ne kadar ruhani ve ne
kadar cismani olduğunu da…
***
Saray mı kaçak, yapılan
bu haberler mi kaçak?
Doğruyu
hep beraber artık net olarak görelim.
İlgili
haberleri yapan kişi ve kişilerin ne yapmaya çalıştıklarını halka önce mantıklı
şekilde açıklamaları lazım. Çünkü; ülkemize dış ülkelerden gelen insanları
siyasi ya da dini düşüncesi ne olursa olsun, Türkiye Halkının görgüsü nezaketi
ve misafirperverliği ile ağırlamak devletimizin de halkımızın da her zaman
görevi olacaktır. Ve kendine yakışır şekilde davranacaktır.
Ülkemizi
dışarıda karalamaya çalışan her tür kişi ya da kurum gerçekte kendini karaladığını
unutmamalıdır. Önümüzde genel seçimler var, basında yeni Cumhurbaşkanlığı
konutuyla ilgili abartılı haberler artarak devam edecektir.
Buraya
kadar anlayabiliriz; ancak ülke itibarını kaybediyor diye feveran halde
yakınanların, aynayı kendilerine tutmalarında yarar var.
Bu
hususta toplumumuzun geliştirdiği güzel bir atasözü var ki, her şeyi tek
kalemde zaten senelerdir kökünden söküp atıyor:
“Papaz
her gün pilav yemez.”
Duru Çağlayan, 30.11.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar
Kaynakça:
Görseller: