“Bir
taraftan beton evinde “Önde zeytin ağaçları, arkasında yar” şarkısını dinliyor,
ama arkasında ne olduğunu gerçekten sorgulamıyor.”
Geziyle
başlayan ağaç sevdası Yırca’da devam ediyor. Kurgu, senaryo, oyuncular yine
aynı.
Gezide ortaya çıkan, ortalık karıştıktan sonra
da yok oluveren Greenpeace Akdeniz Çevre Örgütü uzun zamandır Yırca’da ki
zeytin ağaçlarının reklamında. “Kesilecekler, sesinizi çıkarın, toplanın, tepki
verin. Bakın üstelik buraya yapılacak termik santral, Kolin şirketler grubunun,
İstanbul’a yapılan yeni hava limanını yapan inşaat firmasına ait”, diye de
altını çiziyorlar.(1)
Açık
açık hedef göstermedeki ekonomik rant ve çıkar histerileri o kadar derinden
hissediliyor ki, sormadan edemiyor insan: "Sen
gerçek bir çevre örgütü isen neden sürekli tek bir firma ile uğraşırsın?"
İşin
devamını sosyal medya paylaşımlarının körüklenmesi takip ediyor. Herkes de bir
ağaç sevdası, gene alıp başını gidiyor. Ömründe ağaç dikmemiş, tanıdığımız
sevdiğimiz insanlar gaza gelerek çevreci, yeşil kafalı birer uzaylıya
dönüşüyorlar.
Bu paylaşımların altına atılan yorumlarsa daha
da enkaz bir zihin örneği sergiliyor.
“Çocukluğumuz
ne kadar da masumdu hâlbuki, eskiden böyle kötü şeyler yoktu. Toprakla,
çamurla, oynar, ağaçlara tırmanırdık. Oyuncağımız bile yoktu. Vita
kapaklarından arabalar yapardık.”
Buraya
kadar okuyabiliyorum, çünkü gerisi gelmiyor. Kafamda Vita kapaklarının yere
düşünce çıkarttığı tangırtı sesleri çalıyor. Yaşları bizden büyük olanlar
bilirler Vita yağlarını. Ben Sana yağlarına yetişebilen nesildenim. Ekmeğin
üzerine zorla sürülerek boğazımıza tıkılan, korkunç ilkokul sabahlarımız
geliyor gözümün önüne, hikâyesi ezme çikolata ile devam eden.
Vita Yağı
ilk çıkan margarinlerden birisi malumunuz, bir nesil bunları yiyerek büyüdü.
Zeytinyağının kıymetini bilmeden! Sana, Tama ve Uma’larla devam etti nesiller.
Ülkemin
zeytinini senelerdir ucuza satın aldı Avrupalı. Kendi neslini zeytinyağı ile
büyütürken, boğazımıza da kendi margarinini dayadı. Ancak kimse nedense sesini
çıkarmadı.
Medyanın
köylüleri ağlatarak yaptığı ağaç haberlerini, sosyal medya protesto
paylaşımlarına yorum atan eğitimli neslin, Vita kapaklı çocukluk öykülerini
okudukça çığlık atası geliyor insanın…
“Eskiden
zeytinyağı vardı da, biz mi içtik? ”
Katmerli
siyasetçimiz Süleyman Demirel, “Benzin vardı da biz mi içtik?” dediğinde,
benzinin neden olmadığını bilen nesil, zeytinyağının eski zamanda niçin çok kullanılmadığını
tahmin edemiyor; çok acı.
Çünkü;
şu an hepsi kolesterol ve şeker haplarının üzerine bir bardak su içerken bu
yorumları yazıyor. Bu hapların yan etkileri kesinlikle araştırılmalı.
28 Şubat darbesi ve peşinden gelen ekonomik
krizle, Batılı ekonomi kurumlarının ülkemizde uyguladığı tarım politikaları
geliyor insanın aklına. Tütün, şekerpancarı, mısır, zeytin, fındık ve benzeri
ürünlere uygulanan üretim kotalarını, “Tarlanızdan sökün!” diye köylüye teklif
edilen paraları ne çabuk unuttu yurdum insanı.
Be
teyzem, be amcam, bre basın kumkumaları, neden o zaman bu kadar direnmediniz?
“Neden
hiç sesiniz çıkmadı?”diye sormak, şimdi hakkımız değil mi?
Kendilerine
yakın firmalar ihaleleri aldığında neden gıkları çıkmaz bu çevreci geçinen
tayfanın.
Çevreci arkadaşlara bu soruyu sormakta en doğal hakkımız değil mi?
Ve
zeytin ağaçlarının kesilmesinin ertesi sabahında basında çıkan haber:
“Danıştay
yürütmeyi durdurma kararı verdi.”(2)
Orası
özel mülkse, köylüler oradaki zeytin ağaçlarının hasadını neden yapmak ister?
Özel
mülkteki zeytin ağaçları kesildikten sonra neden durdurma kararı alırsın?
Danıştay’a
kim neden danışır? Danıştay neden Havalimanı için de aynı kararı almıştı?
Hani şu
İstanbul’da orman içindeki malum konaklar ve işyerleri için, ağaçlar
katledilirken neden hiç sesini çıkarmazsın ve daha nicelerine…
Sermaye
karşıtı çıkar çatışması var bu zeytin ağaçları hikâyesinde, karşı
sermayeciliklerin başkalarını, basın yayın organlarını kullanarak yürüttüğü bir
karalama kampanyası.
Üstelik
bunlar margaringil ve kolestrolgil hap fabrikalarının da yakın akrabaları.
Bu
konuda zaten Vikipedi bilgileri veriyor bize:
“Vita,
Türkiye’deki bitkisel yağ sektörünün ilk markasıdır. Üretimine Unilever
tarafından 1950 yılında başlanan Vita, katı yağ ve margarin kategorilerinin
adını Vita olarak değiştirecek kadar büyük bir aidiyet duygusu yaratmayı
başarmıştır. Yıllar boyu pazar lideri olan Vita markası, sarı teneke kutusu ve
kırmızı büyük harflerden oluşan basit tipo grafik tarzı ile bir popüler kültür
nesnesi olmuştur. İkonik tenekesi ile kimi zaman evlerin balkonunu süsleyen
çiçek saksısı, kimi zaman çocukların oyuncak arabası, kimi zaman annelerin
temizlikte kullandığı su kovası olmuş; tüm Türkiye’nin kollektif ve bireysel
anısında unutulmaz bir yer edinmiştir. Türkiye’nin nostaljik markası Vita 2010
yılında Aymar Yağ ve Gıda San. Tic. A.Ş. bünyesine katılmıştır. 2011 yılında
tamamen bitkisel, trans yağ içermeyen efsanevi margarininin yeniden üretimine
başlamasıyla mutfaklara geri dönen Vita
artık sadece vanaspati tipi yağ ile değil; genişlemiş ürün yelpazesi ile
hikâyesine kaldığı yerden devam etmektedir.”(3)
Vikipedi
biliyor bu neslin margarinle olan hikâyesini, çevreci paylaşımların altına
atacakları yorumları, firma sahiplerinin de kimler olduğunu söylüyor.
Araştırmak için açıp okuduğumda nedense hiç şaşırmıyorum. Gördüklerimi
özetliyor zaten.
Kültürlü
geçinen yurdum insanı; salatası üzerinde gezdirirken zeytinyağını, “Elimizden
alamayacaklar ağaçlarımızı” diye homurdanıyor. Bir taraftan beton evinde “Önde
zeytin ağaçları, arkasında yar” şarkısını dinliyor, ama arkasında ne olduğunu
gerçekten sorgulamıyor.
Annesine
margarini pazarlayanın, Marshall yardımı kapitalleri olduğunu bilmeden…
28 Şubat
1997’de darbe sonrası gelen ekonomik krizle köylünün ürettiklerini zorla sök
diyen IMF ve Dünya Bankası politikalarını hatırlamadan, kahrolsun kapitalizm
çığlıkları atıyor, içli içli.
Eylemlerinin
nereye hizmet ettiğini anlamamakta ısrarla direniyor. Ağaç görünce, birdenbire
UFO görmüş gibi davrananların da emellerine alet oluyorlar haliyle. Böylece
masum köylülere de sahip çıktığını zannediyor yurdum insanı.
Bunların
arkasına saklananların ise daha sonra yakıp yıkarak verdikleri zararın haddi
hesabı yok. Gerek ekonomik, gerek çevresel, gerekse manevî olarak.
Ancak; ‘kaynakçası
belli kapitallerin, masuma yatan hikâyelerine alet olmuyoruz’ diye de bizleri
çevre düşmanı ilan ediyorlar oracıkta. Baymadı mı artık bu senaryolar?
Biz çok
sıkıldık, bu tek taraflı ağaç muhabbetlerinden ve İngiliz kökenli, İrlanda
ormanı yabanilerinin, size uydurduğu Robin Hood masallarından...
Ülkemizde
şeffaflık istiyoruz. Ülke yararına faydalı olan, sıhhatli çalışacak, yanlı
davranmayacak örgütler, kurumlar lazım. Çok mu zor bunları başarmak, tarafsız
kalmak…
İşte tam
burada bir arıza var. Ama nerede?
Vita
kapaklarının yere düşünce çıkarttığı sesleri iyi dinlemeyen nesil, eski
hikâyelerin ana fikirlerini yenileyerek tekrar çıkarmalı artık. Bunların toplum
içindeki mantıksız, bilimsel olmayan hareketlerinden, nesillerine verdikleri
zararlardan, öylesine bıkıp usandık ki; kelimelerimiz yetmediği gibi, yeni
nesilleri de ısrarla anlamamakta direniyor.
Cinassız,
uyaksız, nakaratsız mı söyledik; şimdiye kadar gördüklerimizi...
Yoksa
margarinle akraba kolesterol ilaçlarının yan etkisi midir bunlar?
Teşhis
sizlerin!
Kolestrol
hapları ile yaşlanan neslin, sinir
hapları ile yaşlanacak çocukları büyüyor.
Onları
uyarmaksa hâlâ bizim görevimiz.
Duru Çağlayan, 08.11.2014, Sonsuz Ark,
Çırak Yazar
Kaynakça:
Görseller: