“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.”
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…
“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”
Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:
Bir gün
devriye görevindeydim, sabah vardiyasıydı ve o gün sokağa çıkma yasağı yoktu.
Bu daha az işimiz olduğu anlamına geliyordu, gidip dükkân veya benzeri yerleri
kapatmak zorunda değildik…
Vardiya
sırasında aniden sokağa çıkma yasağı olduğu haberi geldi. Bu, Küçük Shalala
Caddesi ve HaShoter Meydanı’na giderek bütün dükkânları kapatmamız gerektiği
anlamına geliyordu ve bu bir kâbustu.
Böylece
Küçük Shalala’dan başlayarak ilerledik, “sokağa çıkma yasağı”, “mamnu`
tajawul,” [sokağa çıkma yasağı var] diye bağırıyorduk ve dükkânlar yavaş yavaş
kapanmaya başladı. Meydana vardığımızda etrafımızı bir sürü insan ve tüccar
sardı… Yani alış verişin canlanmaya başladığı bir zamandı.
İnsanlar
bunun imkânsız olduğunu, sokağa çıkma yasağı olmadığını söylemeye başladılar,
onlara diyebilecek bir şeyim yoktu. Şöyle dedim: “Sokağa çıkma yasağı var.
Kaybolun.” Bunun ardından bana bağırmaya başladılar, bizi pek umursamıyor
gibiydiler. Biz de ses bombası kullanmaya karar verdik. Bombayı atınca bir
kargaşa oluştu ve insanlar kaçışmaya başladı. Operasyon komutanı geldi ve
bağırmaya başladı, biz de işe koyulduk. Bir sürü insanın kimliklerini topladık
ve onları HaShoter Meydanı’nda gözaltına aldık.
Yasağı
uygulamak için insanları bir yere toplamıştık ve komutan bu kargaşanın içinde yasağın
uygulanmasına devam etti. Daha sonra orayı terk ettik ve Shoter karakoluna geri
döndük, yarım saat kadar sonra yasağın kaldırıldığı anonsu geldi.
Kendimi
aptal gibi hissetmiştim. Bir sürü insan size gelerek rica ile yalvararak böyle
yaşayamayacaklarını söylemeye çalışıyor ve sizin buna verecek bir cevabınız
bulunmuyor. Ve yarım saat sonra size sokağa çıkma yasağı yok deniyor. İşte
orada hayat böyle, aslında hayat yok, her dakikada birileri gelip istedikleri
gibi onları oraya buraya itekliyor.
***
Sizin
nerede olduğunuzu ve etrafta ne olduğunu bilmedikleri bir şeylerin döndüğünden
şüphelendikleri zaman en korkutucusu, geceleri havaya mümkün olduğu kadar fazla
ateş açmamızın sebebi bu. Ya da bunun yerine gecenin ortasında gürültü yapar ve
Arapça bağırırsınız.
O yüzden
bazı geceler Doğu Casaba mahallesinde ele geçirdiğimiz birinin evinden kalkarak
dışarı çıkar, gece yarısında saat 2 gibi yanımıza aldığımız bir sürü patlayıcı
ve silahımıza uyan cephane ile evden eve dolaşır, aşırı gürültü yapar, çığlık
atar, ateş açardık. Tüm bunlar düşmanı korkutmak için yapılan şeylerdi…
Olan
biten buydu. Gecenin yarısında bazı çocukları ağlattık mı, ya da bu
yaptıklarımız bize saldırma niyetinde olanlar üzerinde gerçekten psikolojik bir
etki oluşturdu mu bilmiyorum.
***
Ordunun
prosedürleri nelerdi? Yerleşimciler çılgına döndükleri zaman neler oluyordu?
Kaba,
alçakça prosedürler. İşte bunlar günün sonunda bu şehirde olan biten şeytani
işler için yerleşimcilere güç sağlayan şeylerdir. Tüm bu şeylere ordu kabaca,
alçak bir şekilde göz yumar. Orada yürürlükte olan kanunlar olmadığı için
(yerleşimciler) canları ne isterse yapabilirler.
Müfreze
komutanının şu sözleri böyle düşünmelerinin sebebini göstermektedir:
“İlgilenmem gereken milyonlarca başka iş var, bu (olan biten) önemli değil.
Onlara karışmayacağız. Dükkânları yaksınlar, evlere zarar versinler, onları
işgal etsinler, mesele değil.”
***
El-Halil’deki
askerlik hizmeti sırasında insanlarla iç içesinizdir. Sürekli insanlarla temas
halindesiniz. Öyle bir yer ki oradaki insanlar daha önce hiç tanık olmadığım
bir fakirlik ve sefalet içindeydi, böyle bir şeyin olabileceğini ancak hayal
edebilirdim.
Öyle bir
yerdeydim ki insanlar sırf üzerimdeki üniforma ve silah yüzünden oradaki
hâkimiyetin bende olduğunu ve geçip gitmelerine izin verebileceğimi düşünerek
bana yalvarıyorlardı. Bu durum her gün yaşadığımız bir ikilemdi.
Bu
durumlarda sıklıkla kararsız kalıyordum çünkü orada geçen yıl nasıl (askerlere)
ateş edildiğini, bıçaklama olayı olduğunu ve beni de vurabileceklerini, bana
şehrin orasında veya burasında nasıl zarar verebileceklerini işitip duruyordum.
Fakat etraftaki insanların bu söylenen şeylerle hiçbir alakasının olmadığını
görüyordum.
Bana
verilen emirler, dedikleri gibi hastaneye veya mahkemeye gidiyor olsalar bile
onların geçişine izin vermeme engel oluyordu. İnsanların gitmek istedikleri
yerin sınırların dışında kaldığına veya bu insanların senenin yarısında
evlerinden çıkmalarına engel olan sokağa çıkma yasağının nerelerde
uygulanacağına karar verenler, devriye görevlerini yapan ve onları tanıyan
sahadaki biz askerler kadar durumun gerçekte nasıl olduğunu bilmiyorlardı.
Bu olay
şeyin arkasından oldu… Bir gece telefon geldi ve biz iki APC’ye (Zırhlı
Personel Taşıyıcı) binerek Abu Sneina’ya doğru gitmeye başladık; bu, daha önce
orada Arapların Yahudi yerleşimcilere doğru yoğun ateş açtığı ve bizim de buna
karşılık verdiğimiz bir olayın arkasından oluyordu. Bazen oraya sırf kendimizi
göstermek için gidiyorduk. APC’lere biner,
Abu Sneina’yı ziyaret eder, varlığımızı hissettirmek için bazı evlere
ateş açar ve gözlerini korkuturduk… Böylece, yani bilmiyorum… Böylece bu tür
şeyleri bir daha denemeyin demek isterdik.
Her
neyse, o gece iki APC ile gittik, bunlardan biri müfreze komutanına aitti ve
ben de onun içerisindeydim, diğeri de bizi takip ediyordu. Yani onları
caydırmak için yaptığımız iki APC ile oraya giderek ateş üstüne ateş etmekti…
Ateş
ediyorduk, bir evin yanında durduk, sokak boyunca yürüyerek evlere ateş açtık,
camlara ateş etmiyorduk, ne kadar ev varsa ateş açtık. Ben biraz daha iyi bir
nişancı olduğum için görevim sokak lambalarını patlatmaktı.
Bir
arabanın ön camına ateş ettiğimi hatırlıyorum, yanımdaki asker tüfeğiyle bir
dükkânın içine patlayıcı attı, doğrudan bir Filistinlinin dükkânının içerisine,
onu patlatmak için. Ve bunun için hiçbir sebep yoktu, yani demek istediğim bu
sadece caydırıcılık için yapılıyordu ve bizden kimse bunu ne amaçla yapıyor
diye kendimize sormadık. Sanıyorum…
O gece
kendimi hatırlıyorum; sokak lambalarına, arabalara ateş açan bendim, yani tüm o
askerler arasında ateş açan bilerek bunları yapan bendim. Ve o gece birimiz
değil… Hepimiz sokak lambalarına, arabalara ateş etme imkânımız olduğu için çok
mutlu olmuştuk, bundan daha güzel bir şey olamazdı. Ona nişan aldıktan sonra
bir sokak lambasının patlayarak parçalara ayrılmasını duymanın yerini hiçbir
şey tutamazdı. Tüm bunları kararlılıkla, yüzümüzde bir gülümseme ile
yaptığımızı hatırlıyorum.
Aslında
kendimi askerde bu tür şeyleri yapmaktan kaçınan bir kişi olarak
değerlendiriyordum, ama sonraları bu noktaya şuursuzca ve düşüncesizce nasıl
sürüklendiğimi görüyorum.
Tamer Güner, 21.11.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri
Orijinal Metin: