"Çocuklarımızı
geçtik, hiç değilse torunlarımız Amerikan dizaynlarıyla yetişmesinler, olmaz mı
TRT?"
Mırıldanıyordum
yazıya başlarken: "Yedisinde neyse, yetmişinde de o!" Bu, niye böyle
ya da bu doğru mu hakikaten; yoksa bir itip kakma bahanesi ya da insanlık
tarihi kadar eski bir efsane mi? Psikoterapistler, çoğunlukla psikiyatristler
çocukluğa inmeyi sevdiklerine göre buldukları bir iz var bu 7-77 yolculuğunda
(77'yi izah edeceğim). Muhtemelen onlar da bu
deyimden/atalar sözünden çok da haberli değiller; bu bizim atalarımızdan
gelen bir söz çünkü... psikiyatriyi üretenlerin atalarının bunu bildiğini
sanmıyorum. Fakat tuhaf bir şekilde gelip bize insanı anlatmaları hâla gücüme
gidiyor; bizi etkilemeye devam etmeleri sinirlerimi yerinden oynatıyor.
Bizi
etkilemeye devam ediyorlar. Mesela hâlâ pazar günleri TRT1'de kovboy filmleri
izliyorum. Yedi yaşımda başladığım Teksas-Tommiks okurluğu serüvenim kovboy
filmleriyle sürmüştü çünkü...
Bizim evin 11. sınıfa giden beyefendisi arkadaşlarıyla yaptıkları 'geyik'ten bahsedene kadar da bunu sorgulama gereği duymadım. Kovboy filmleri izlerken eğleniyorduk, nostalji ikram ediyorduk kendimize; ne vardı bunda?
Çocukların
geyiği bizim kuşağın ortak özelliklerine vurgu yapıyordu: "Pazar günleri
babaların Kovboy günleri" Birden bire farkına varmıştım; evet... hepimiz
tek tip oyunlar oynamazken tek tip filmler, diziler izlerdik. Şimdiki gibi her
an her yerde Amerikan filmleri ya da dizileri izleme şansımız(!) yoktu.
Siyah-beyaz
televizyonda siyah-beyaz kovboy filmleri, kırda koşturan at arabalarıyla ve
yaşıtlarımız olan çocuklarla Küçük Ev, kollarını açıp koşan Heidi ve
durmaksızın çalışmayı, güçlü olmayı öğütleyen Atom Karınca ve iyilik dolu Arı
Maya. Dallas bir kabus gibi çocuk zihinlerimize abandığında kadınlarla
erkeklerin öpüşmelerini ilk kez görmüştük; gözlerimizi kapatır ya da başka
tarafa bakardık. Ahlaksız bir şeydi Dallas; hele Lucy... Ceyar (Jr) denen
düzenbazı hiç sevmezdik.
Böyleydi
bizim Küçük Amerika olmak isteyen liderlerimizin bize hazırladığı çocukluk.
Dışarıda sağcılar ve solcular birbirini öldürürken, biz nenemle asfalt
dediğimiz ana yola çıkıp yatsı namazını kıldıktan sonra eve dönen babamın sağ
salim dolmuştan inişini beklerdik. Biz evlerimizde Amerikan filmleri ve
dizileri izlerken, dışarıda, sokaklarda, karanlık köşe başlarında, izbe-terk
edilmiş kiremit ocaklarında, bizden önceki nesil (gençler) Amerikan
silahlarıyla birbirini öldürürdü.
Şimdi hiç de
farklı değil, değil mi? Yine Amerikan silahları, yine Amerikan filmleri, hem
Arapları, hem Kürtleri, hem Türkleri, hem İranlıları hem Pakistanlıları, hem
Afganistanlıları hem de tüm Afrikalıları hipnotize etmeye devam ediyor.
Bizim kovboy
filmleriyle hipnotize edildiğimizi anladığımda her şey çok geçti, ama kovboy
filmlerini izlerken o tatlı çocukluk günlerimi hatırladığım için izlemeye devam
ediyorum. Çocuklarım anlamıyorlar bunu. Sorun değil; nasılsa onların çocukları
da onları anlamayacaklar.
Fakat bir
sıkıntımız var; bizim çocuklarımız da Amerikan oyunlarıyla hipnotize ediliyorlar,
onların çocuklarını kurtaracak mıyız batılılardan? Torunlarımıza kendi
ürettiğimiz filmleri, dizileri ve oyunları klasikleştirerek izletebilecek
miyiz?
O kan dökücü,
soyguncu, tecavüzcü çobanlar için
uydurulmuş hikayeler neredeyse yüz yıldır insanlığın beyinlerini yıkarken ve
insanları kovboy hayranı yaparken, bugün biz dünyaya yeni bir umut vaat etmeyi
düşünürken bunu aynı şekilde ve daha fazlasıyla birlikte neden yapmayalım ki? Madem
tarihî hikayeler seviyor insanlar ve bunun önüne geçmek mümkün değil, o halde
neden bin beş yüz yıllık güçlü geçmişimizle ilgili kahramanlar üretmiyor,
hikayeler yazmıyor ve filmler diziler çekmiyoruz?
Kim yapacak
bunu? Elbette devlet; bu bir devlet politikası olmalı, aksi halde kimse bunun
için bir şey yapma gereği duymaz. TRT yapacak bunu... ısrarla ve istikrarla
özel tasarlanmış filmler ve diziler yapacak.
Torunlarımızın klasik diyerek izleyebilecekleri çocukluk zihinsel
andaçları olacak, 77'ye kadar çocukluklarına uzanan bir izleri olacak.
Bazen
sıkılıyorum tekrarı sık sık verilen kovboy filmlerini izlerken, ama her
seferinde sanki hiç seyretmemişim gibi baştan sona dikkatle izliyorum. İşte bu,
sinemanın, televizyonun ne demek olduğunu uzmanlarına açıkça anlatıyor olmalı.
Biz daha
fazlasını isterdik küçükken... Keşke Teksas ve Tommiks film olarak çekilse diye
beklerdik. Bu hiç bir zaman olmadı; eminim bilselerdi onu da yaparlardı. İyi ki
bilmiyorlardı, iyi ki daha fazlasını düşünmediler de kalan zamanımızda kendi
atalarımızdan gelenlere zaman ayırabildik.
Bir şeyleri
oturup tasarlayanlar var batıda; bizde de olacak mı bu? Gelişmiş bir ülke olmak
ne demek ki başka? Tasarlayamıyorsak ne anlamı var gelişmişliğin?
Çocuklarımızı
geçtik, hiç değilse torunlarımız Amerikan dizaynlarıyla yetişmesinler, olmaz mı
TRT?
Barış Manço'nun '7'den 77'ye' adlı programında 'Adam Olacak' çocukları görerek izleyerek geldik
bugüne. O çocuklar adam oldu mu bilmiyorum, ama Barış Manço'nun 'Adam Olacak'
demediği çocukların duygularını merak ediyorum ben. Adam olmadılar mı ki?
Küçücük, göze
görünmeyen bir programın çocuklarda oluşturduğu derin iz çok büyük. Ve o iz 77
yaşına, ölene kadar sürüyor; hiç mi önemli değil bu durum?
Birkaç çaylak
işi Osmanlı dizisi ya da filmi tasarlamak, çekmek ve yayınlamak değil mesele; mesele 7'den 77'ye uzanan bir yolculuğu sapasağlam döşemek. Ve bu gün bu hiç de
zor değil.
Doğa Toprak, 01.12.2014, Sonsuz
Ark