"Gerçek
başka bir yüze sahip, sert ve acıtan yüzü ile karşılaşmayalım diye hep daha
fazla gürültü yapıp daha fazla yalan söylüyoruz."
Barakamızda
düşman silahını dinlendiriyor,
Dedemin
sandalyesine yaslıyor onu ve ekmeğimizi yiyor
Herhangi
bir misafirin yapacağı gibi. Biraz uyukluyor,
Hasır
sandalyesinin üzerinde. Ve tüylerini okşuyor kedimizin.
Hep
şöyle diyor : MAĞDURU SUÇLAMA!
Biz ona
soruyoruz: O kim?
O diyor:
Gecenin kurutamayacağı kan…
Mahmut
Derviş/ O Çekilirken
Batılılar
film çeker, güzel ve çok okunan romanlar yazarlar. Harika müzikler besteler ve
nefis şovlar eşliğinde icra ederler, inanılmaz teknolojiler geliştirip oradan
insana dair en mahreme dokunur, en gizli yarayı ifşa eder, insanın derisinin
dibine inmeyi hedefler, hep daha derine, daha içe doğru yol almak üzerine kafa
patlatırlar.
Hepimize
pornografik bir yaşam önerirler, neredeyse bütün yaşam bir ifşaat ve itiraf
olsun diye çırpınıp dururlar.
Ben de
onlar gibi oldum sanırım, içimde hiç bir şey tutamıyorum, en minik yarayı, en
basit kan sızıntısını bile işte böyle törenle/şovla ifşa ediyorum bak!
Sırf sen
duy diye, sırf ben burada senden beri, içinde sen olmayan bir tek an var olamıyorum
bilesin diye, sabah ve akşam virdlerimi senin kutsal adın ile yapıyorum.
Bilesin
diye, bak böyle ayıplı cümleler yazıyorum!..
Oysa
atalar, kahramanlığı sessizlikte aramışlardı:
Sessiz
ol!
Her
şeyin hafisi güzel, hafi olunca; zikir kalbe ulaşır, hafi olunca; aşk ulu
mertebelere yükselir, hafi olunca; iyilik makbul olur, hafi olunca; inilti, duyulur
duyması gerekenlerce, hafi olunca; tövbelerin nasuh olur…
Şimdi
bize ulu orta bağırmamızı, en küçük başarımızı sonuna kadar reklam etmemizi, en
basit iyiliğimizi şova dönüştürmemizi salık veriyorlar.
Bu
yüzden; insan aşık da olamıyor, mümin de olamıyor, bir savaş da kuramıyor erkekçe…
Bir barışa da eremiyor. Her şey gürültülü ve göz önünde olunca insan ölemiyor
bile, bırakın yaşamayı.
Bütün bu
şamatalara aldırmayın siz… milyonlar satan kitaplara, saniyede milyonlarca defa
tıklanan sayfalara, mesajlara ve diğer saçmalıklara…
Gerçek
başka bir yüze sahip, sert ve acıtan yüzü ile karşılaşmayalım diye hep daha
fazla gürültü yapıp daha fazla yalan söylüyoruz.
Sinemalar
ve diğer salonlara doluşup tapınır gibi gürültülü müzikler dinleyip sert
filmler izliyoruz ama gerçeğin kıyısında bile değiliz.
Her gün
onlarca insanın doğrandığı hanelerin kapı komşusuyuz ve hiç bir şey olmamış
gibi davranıyoruz.
Her gün
televizyonlardan, internet kanallarından soframıza düşüyor kesik ve kanlı insan
uzuvları, bize film gibi, artist gibi gelen feci ölümler izliyoruz.
Her gün,
sayılar saydırıyorlar her birimize: varil bombasının düştüğü okulda 28 çocuk
yanarak can verdi, sanki o varil bombası oradan geçerken öylesine düşüverdi o
okula.
Gerçeğin
bu kadar dışında daha ne kadar kalabiliriz bilmiyorum, ama bu beni her gün
biraz daha bir şizofreniye doğru itiyor.
‘Savaş
ahlakı askıya alır, ebedi kurum ve yükümlülükleri ebediliklerinden yoksun
bırakır, koşulsuz zorunlulukları bir süre yürürlükten kaldırır’ (*) diye vaaz
edersen, hiç kimse mağduru suçlayamaz.
Şairin
tavsiyesine uyuyorum ben, mağduru suçlamıyorum, annesi doğranan genç kızı
suçlamıyorum, içine benzin doldurulup yakılan delikanlının acısı ile yananı
suçlamıyorum, eşine en barbarca biçimde tecavüz edilip çocukları canlı canlı
yakılan ve bir sineyi yarıp kalp ısıran adamı suçlamıyorum.
Her
dönemeçte; yeniden bir sığınak olan adına sığınıyorum… bunun biraz pornografik
olduğunu biliyorum, ama bağışla beni, senin adın bir selam yurdu, senin adın
gerçeğin sert yumruğunu yedikten sonra bir müsekkin, senin adın telaşımı
dindiren, bana sessiz olmayı öğreten bir muallim.
Bu
yüzden bütün sözlerim dönüp dolaşıp sana varıyor yeniden.
Şimdi
ben, artık her anı canlı yayınlarda yaşanan, her adımı saçma bir iştah ve arzu
ile kayıt altına alınan yaşamın içkin olduğu bu ayıplı hallerde, Hâfi olan
adına sığınıyorum yeniden.
Mustafa Ekici, 05.12.2014,
Sonsuz Ark, Konuk Yazar
(*) E.
Levinas. Aktaran Gil Anidjar/Düşmanın Tarihi