“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.”
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…
“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”
Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:
Gross
Meydanı’nda gerçekleşen bir olay vardı… Her zamanki gibi El-Halil’de devriye
görevindeydik. Delicesine sıcak bir hava vardı ve Kasbah civarında
dolaşıyorduk. Meydanda bir olay olduğu haberini aldık, o sıcak havada oraya
koşarcasına gitmek üzere harekete geçtik. Oraya vardığımız zaman yaşları
15-16’dan daha büyük olmayan iki çocuk gördük.
Çocuklardan
bir tanesi elleri ve ayakları dışa dönük bir şekilde yerde uzanıyordu. Asfalt
son derece kızgındı, nasıl oldu da her tarafı yanmadı anlamamıştım. Arkadaşı
başında duruyordu, ikisinin de korkudan beti benzi atmış ağlıyorlardı; yerde
yatan çocuk altını ıslatmıştı. Eminim ki…
Bu benim şahit olduğum olaylar içinde en aşağılayıcı olanıydı. Bölgede bulunan ve dev bir gorile benzediği için beni her zaman korkutmuş olan komutan, yerde yatan çocuğun başında durarak ona habire bağırıyor ve onun üzerinde bulunduğu söylenen bir Japon bıçağı hakkında bilgi almaya çalışıyordu.
Çocuk ne
varsa çıkartmış ve korkudan ağlamaktaydı. Komutanın ondan ne istediğini
anlayamamıştım. Subaylardan biri komutanı sakinleştirmek için öteye götürdü.
Sonra çocuklara birkaç soru sorarak onları azarladı ve gitmelerine izin verdi.
O çocuklar… Yani onlardan biri eğer ben olmuş olsaydım böyle bir olaydan sonra
barışçı bir kişi olmazdım… Muhtemelen fanatik bir karşıt olurdum.
***
Silah
atışlarının olduğu bir olay hatırlıyorum. Ateşin Abu Sneina tarafından Yahudi
mahallesine mi, yoksa Yahudi mahallesinden Abu Sneina’ya doğru mu olduğundan
emin değilim. Belki de karşılıklı bir çatışma vardı, kimin kime ateş ettiğini
tam olarak bilmiyorum.
Henüz
akşam olmuştu… telsizden bir emir geldi… orayı o andan itibaren hayalet bir
kasabaya dönüştürmemiz emrediliyordu. Bu herkes evlerine girecek anlamına
geliyordu ve biz belirli “mahallere” doğru ateş etmeye başladık. Bunlar daha
önce ateş açılan, şüpheli ve atış noktası olarak kullanılma ihtimali bulunan
noktalardı.
Bütün
gece boyunca ateş ederek şarjörlerimizi boşalttığımızı ve tonlarca cephane
harcadığımızı hatırlıyorum. Ben de caydırıcı ve korkutucu bir etki oluşturması
amacıyla boş okullara, pencerelere veya sokak lambalarına ateş etmiştim. Bu
gerçek hedeflerle gerçekleştirilen bir atış talimine benziyordu. Ve bu durum
beni korkuttu çünkü… yaptığımız boyutu anlamında meşru bir şey değildi. Eğer
maksat caydırmak ise sanırım yapılan şey caydırmanın ötesine geçmiş ve oldukça
abartılmıştı.
***
Silahında
bomba ateşleyicisi bulunan bir arkadaşım vardı ve ateşleyiciye sahip herkes
gösterilerin dağıtılmasında kullanmak için yanına cephane alırdı. Bu arkadaş
yanına bir sürü göz yaşartıcı bomba alır ve bunları kullanmaktan gerçekten
hoşlanırdı. Hatta yanındaki askerlerin gaz bombalarını çalar, göreve geldiği
zaman ve geri dönüşte ne kadar gaz bombası varsa kullanırdı. Düpedüz ayakta
durup sohbet eden insan gruplarının üzerine bu bombaları atar ve onları
öksürerek kaçarken görmekten büyük zevk alırdı.
Biriminde bulunan
askerler bu duruma nasıl tepki gösterirdi?
Bilmiyorum,
bu durumdan rahatsız olanlar bile konu hakkında olumsuz bir şey söylemezdi… Bilmiyorum
herkes bunu normal olarak görüyordu.
***
Sahlav
(askeri polis birimi) tarafından gönderilen personelin nöbet tuttuğu cadde
ortasında bulunan bir kontrol noktası vardı. Yakınında bir eczane olduğu için
bu nokta “Eczane” olarak adlandırılıyordu. Orada duran askerler gelip geçeni
durdurarak- ki bu meşru bir şeydi-onların evraklarını ve eşyalarını kontrol
ederdi. Her nasıl oluyorsa bu noktada sabah akşam kargaşa olurdu. Oradaki
askerlere nasıl oluyor da sizin nöbet noktanızda devamlı problem çıkıyor diye
sorunca ortalıkta dönüp dolaşan hikâyeler anlatılıyordu.
Askerlerden
biri bana bir gün canlarının sıkıldığını ve biraz hareket istediklerini anlattı.
Sonra kimsenin göremeyeceği bir kuytuya çekilmişler ve olayın devamını şöyle
anlatmıştı: “Kontrol noktasının beton bloklarına işaret koymak amacıyla birkaç
mermi fırlattık. Sonra ateş altında olduğumuzu rapor ederek ateş açmaya
başladık. Ses bombası dâhil elimizde ne varsa ateşledik.”
Yani
hiçbir sebep olmaksızın ateş açmışlardı.
***
Bizi
gerçekten rahatsız eden şeylerden biri, otoritenin bizden yerleşimcilere
karışmamamızı isteyen yanlı tutumuydu. Ben bir askerim, ama bir Yahudi nasıl
gözaltına alınır bilmiyorum. Bu konudaki kanunu bilmiyorum. Bu konu hakkında
hiçbir şekilde bilgilendirilmedim.
El-Halil’de
bana söylenen şey şuydu: “Bu senin işin değil. Bunu yapmak için orada mavi
(sivil) polis bulunuyor.” Fakat orada polis yoktu. Polis şefinin bize herhangi
bir çağrı durumunda oraya yeterli sayıda polis gönderecek miktarda bütçelerinin
olmadığı açıklamasında bulunduğunu hatırlıyorum.
Yani son
derece çaresizdik ve bu politik bir karardı. Bizim bu çaresizliğimizi giderecek
bir karar alabilirler ve polis sayısını artırabilirlerdi ya da bize
yerleşimcileri tutuklama yetkisi verilebilirdi. Bir şeyler yapan çocuklar
görüyor ve bu durumda polisi aramam gerekiyordu. Kendi başıma bir şey
yapamıyordum.
Çocuklardan
birini yakalıyordum, arkadaşım da diğer bir çocuğu yakalıyordu. Bu sırada başka
üç çocuk çevreden dolaşarak çevredeki evlerin camlarına taş atıyorlardı. Hiç
kimse onlara bir şey yapamıyordu çünkü reşit değillerdi. Uzakta oldukları için
polis ancak olaydan bir saat sonra gelirdi.
Ve polis
bazen… Yani bir olay rapor ederdim sonra bir polis gelir ve benden bilgi
alırdı, bazen ellerinde kamera olurdu, fakat sözün kısası olan biten özel bir
şey yoktu. Yani demek istediğim, isteseler (polisler) gelebilirdi fakat bunu
yapmak istemiyorlardı… (Çev.Notu: Askerin
bahsettiği çocukların yerleşimcilerin çocukları olduğu anlaşılıyor)
***
El-Halil’de
bulunduğum zamanlardan beni duygusal olarak en çok etkileyen şey oraya henüz
varmışken gerçekleşmişti. Nöbet görevim vardı ve birden küçük sokakların
birinden yerleşimcilerden bir kız çocuğu gözüktü ve bağırarak bana şöyle dedi:
“Asker, asker çabuk gel, burada bir kıza saldıran bir Arap var !” Çok
telaşlanmıştım hemen silahımı hazır hale getirdim.
Ortaya
çıkan sahne şöyleydi; yanında iki çocuğu bulunan bir Arap, çocuklarını
kendilerine taş atan başka bir yerleşimci kızdan korumaya çalışıyordu. Çılgına
dönmüştüm, kıza bağırmaya başladım: ”Sen ne yapıyorsun, burada ne oluyor?”
Taş atan
kızla diğerlerinin arasında kalmıştım. Kız da; onun bir Arap olduğunu ve
öldürülmesi gerektiğini, burada olmamaları gerektiğini söyleyerek bağırmaya
başladı. Baba, zavallı adam, çaresiz gözlerle bakarak şöyle dedi: “Biz
buradayız, biz uzun bir süreden beri buradayız, tamam sorun yok.”
Tamer Güner, 06.12.2014, Sonsuz Ark,
Çevirmen Yazar, Çeviri
Metnin
orijinali: