"Toprağın yüzünü niye ziftle
boyadılar? Niye zifte boğdular? Nasıl nefes alacak? Hem karıncalar da.."
Burayı da yıkacaklar. Son ev. Çocukluğumun,
gençliğimin dış dünyadaki tek tanığı. Bu ev de yok edildi mi, şu sokak hepten
yabancı olacak. Kırk yaşına kadar her karışını bildiğim ve her karışının beni
bildiği bu yer geçmişimin üzerine kalın bir örtü serecek. Bu zamana kadar iyi
direndi yinede. İyi direnmiş! Bu sözü söyleme hakkım var mı? Ya da benim
şikâyet hakkım var mı? Bu düpedüz iki yüzlülük.
Bu mahalle bu sokak ilk vurgunu bizim aileden yedi.
Betonlaşmaya bunca yıl dayanmasından güya gurur duyuyorum gizliden gizliye.
Oysa ilk bahçeli ahşap binanın kanına benim ailem girdi yirmi yıl önce. Bütün
mahallenin şaşkın bakışları arasında, önce bahçe duvarları yıkıldı. Sonra hiç
acımadan bir iğde, üç akasya, iki kavak ağacı topraktan diş çekercesine
kökleriyle çıkarıldı.
Bu sekinenin ahşap evlerinin kanında ben varım. Aileme karşı çıkabilirdim. Şuan bile ikiyüzlülük içindeyim. Yarın belediye görevlilerince yıkılacak olan bu son ahşap kaleyi kurtaracak gücüm var. Ve benim yaptığım ise karşısına bir araba içinde kurulmuş “hey gidi günler hey!” teranesiyle hayıflanmak.
Bu sokak ilk vurgunu bizimle, Gödel’lerle yaşadı. İlk
bozgununu biz yaşattık. Betonlaşmaya karşı direnişin sembolü Çamurlu Sokak..
Kırk beş gün sonra takvimler bindokuzyüzseksen’i
gösterecek. Bütün bir kentte “Bahçeli bir ahşap ev gösterin!” denilse tek Sokak
Çamurlu sokak olurdu. Bunu bilen beton severler yıl geçmeden yetmişlere ait bir
masal olarak bilinsin diye ellerini çabuk tuttular sanırım.
Hey gidi “Alaftarzade Müslim Efendi” ve düşkünler
evine yerleştirilen mahdumu Hilmi Amca! Hey gidi Çamurlu Sokak.
Alaftarzade’lerin hemen yanında, eve yüzünüz dönükken sağınıza düşen Simsar
Necmi’nin evi vardı. Bahçesi küçüktü. Onun yanında Şeref Hoca’nın, onun yanın
da Sütçü Aba’nın, onun yanında Kuşçu Fikret’in, Hafız İbrahim’in, Solakzade
Naci’nin, onun yanında Keresteci Ali Bey’in, sola düşen tarafında hemen yanı
başında Gülhanım Nene’lerin, onun yanında Demirci Rükneddin’in, onun yanında
Kalaycı Servet’in ve bütün bu evlerin karşısındaki sıra evlerin başında da
“Reisin Evi” bizim ev. Doğduğum ev.
Bu ev bir zamanlar reise aitmiş. Belediye reisine mi,
mahkeme reisine mi? Yoksa başka bir şeye mi bilmiyorum. Bir yangın geçirmiş.
Derken bizimkiler almış. Çocukluğum o bahçeli evde geçti. Dört-beş yaşlarından
itibaren evin en üst katında yüklük denilen küçücük odaya çıkar güneşin
batışını izler, düş kurardım. Bu gün bile güneşin batışını izleyebileceğim
küçük bir odam var şehrin en yüksek binalarından birinde. Güneşin doğuşu hiç
ilgimi çekmedi o yaşlardan bu yana. Batışı peşinden koştururdu. Koşturuyor.
Çamurlu Sokak! Her kesin bir birini tanıdığı, bir
birinin derdiyle harman olduğu bu sokağa ilk kazmayı vurarak bozgunu biz
başlattık. Alaftarzade’ye kadar bütün evler birer birer yıkıldı. Betonarme
binalar yükseldi her birinin yerinde. Balkonlar ikindi çayları için hiç de
uygun değil. Koca bir mahalleyi hangi balkon alırdı? Hem kimse kalmış mıydı?
Aslında hemen hemen herkes yerli yerindeydi ama kimse bir birini tanımaz
olmuştu. Tanımaz değil de bir fırsatını bulup oturup eski günleri yad etme
fırsatları yoktu. Yeni günleri konuşmak için ortak noktalar bulunamıyordu.
Ahşap evlerde hastaların iniltisi duyulurdu. Şimdi
ambulans sirenleriyle çınlayan asfalt sokakta her hangi bir baş dönüp de bakmıyor
ne oldu diye. Bir Halil Amca'nın hüzünlü bakışlarını yakalamak mümkün. O
bakışları da buradan söküp attılar bu ikindi.
Halil Amca. Tüm mahallenin amcasıydı. Benim
yaşıtlarımdakiler için amca. Kendi yaşıtları için “Ağabey”; evet kendi
yaşıtları ağabey derdi büyük bir saygıyla. Ondan büyükler “Halil Efendi”
derlerdi. Kimse onu tek bir adla çağırmazdı. Uzun yıllar sadece adı varmış
mahallenin ağzında. Kimi sevdiğini vermedikleri için kendi kendini sürgün
ettiğini, kimi gurbete çalışmaya gittiğini iddia ederdi. Babasının ölümüne
gelmemiş. Annesi felç olup yatağa düşmeden bir iki hafta önce dönmüş evine.
Bense onu hep burada bildim. Ya kışın çeşmenin
etrafına kül serperken ya hamile bir kadının elinden su kovalarını alırken ya
da biz çocuklara su dağıtırken. Top oynar susardık o imdadımıza yetişirdi.
Annesi-babası, babam ve akranlarına su taşırmış, oğlu da bize su taşıdı. Sadece
biz mi?
Mahallenin tüm canlıları onlardan beslenirdi desem
abartmış olmam. Kadınlar ikindi çaylarında onların bahçesine toplanırdı.
Semaverler kaynar hoş sohbet yaparlardı. Kediler sabahın erken saatlerinde
bahçeye doluşur kendileri için hazırlanan ne varsa onlarla karınlarını
doyururlardı. Kışa doğru bahçedeki ağaçlara, evin damına yerleştirilmiş
kuşluklar onarılır, yemler konurdu. İnsanlar, kuşlar, kediler, köpekler. Hiçbir
canlı o evden, o bahçeden kovulmazdı.
Çamurlu Sokak kışı pek zor geçirirdi. Çünkü evlerin
hiç birinde – reisin evi hariç- su teşkilatı yoktu. Alaftarzade’lerin
yaptırdığı ve adı “Gülhanım Nene Çeşmesi” olan çeşmeden cakkılla, kovalarla su
taşınırdı.
Çeşmenin etrafı buz olurdu. Kaymayı önlemek için
yapılacak fazla bir şey yoktu. Kül dökülmeliydi, buzlar kırılmalıydı. Ve bu işi
de uhdesinde bulunduran Alaftarzadelerdi. Arada bir yardım eden çıkardı.
Genelde bu yardımlar Pazar günleri olurdu. Hafta içinin koşuşturması Halil Amca'yı
yalnız bırakırdı. Evlere su teşkilatının kurulması yükünü hafifletmişti Halil
Amca’nın. Ama o bundan pek de memnun olmamıştı. Alışkanlıkların kaybı hüzün
sebebidir. Sokağın parke döşenmesinde canla başla çalışmıştı. Sokağın
yağmurlardan sonra çamur oluşuna bir son verecekti.
Ve bir gün –ki te tük bahçeli ahşap, kâgir ev
kalmıştı- sokağın asfaltla kaplanması gündeme geldi. Otomobil sahiplerinin
zevkle izlediği Halil Amca’nın ise ağzının bıçak açmadığı zaman. Bahçenin
önünde oturmuş kendi kendine söyleniyordu: "İyi de ya karıncalar.. ya
böcekler ne olacak? " işçilere su verdi. Terlerini kurutmalarına yardımcı
oldu. Semaver kaynattı. Asfalttan sonra bir daha kendine gelemedi. “Toprağın
yüzünü niye ziftle boyadılar? Niye zifte boğdular? Nasıl nefes alacak? Hem
karıncalar da.."
Halil Amca’nın evinden götürülüşünü göremedim. Onlara
kızmış mıydı? Azıcık bir karşı koyuş benzeri bir davranışta bulunmuş muydu?
Yoksa her zamanki ahenkli sesiyle “Yorulmuşsunuz size su getireyim.. ev yapımı
limonata da var. Hem vaktiniz varsa şıppadana semaver hazırlarım!” mı demişti?
İhtimal öyle demiştir.
Cemal Çalık, 10.12.2014,
Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark, Öykü