".. itleri
birinin üzerine bir şeye salarken deriz biz, “Yeriş kıskıs..” o it de anlar..
anlar ve gösterdiğin yere doğru bir mermi gibi fırlar yerinden."
“Yaz Kâtip Bey Efendi yaz.. tırmıkla vurdular.. kazma
sapıyla, keser sapıyla, kürek sapıyla.. yaz Efendi... hem de acımadan vurdular..
acımadan.. bir suçum da yok aslında! Yok! Çoluk, çocuk, kadın, erkek genç
yaşlı.. ellerine ne geçirdilerse.. evet. Vallahi suçum yok.. yok işte.. birden
karşıma çıktı.. kıllı-mıllı bir şey. Diskindim. Ürktüm. Geri kaçtım. Kaçarken
de, “Hoşt la gudik bu nedir?” dedim.. ne yapsaydım? Korkmuştum. Ben itlerden
çok korkarım. Bir fiske bile vurmadım. Benim hoşt dememi duyan bir cırbağa..”
“Anlamadım!”
“Cırbağa.. küçük velet.. küçücük bir oğlan uşağı işte
Katip Efendi.. o cırbağa bağırdı.. “Ömer Dayı aha bu amca bizim aslana "hoşt gudik!" diye kızdı.. kovdu.. tekme
savurdu.” Yalan! Vallaha yalan.. ben niye süreyim, niye kovalayayım Katip Efendi?
Ben el alemin itine ne diye tekme savurayım? Bacak kadar uşağa inandılar..
sonra bütün bir mahalle peşim sıra koşmaya başladı.. kimi meseleyi doğru dürüst
bilmeyen ırz düşmanı da kendilerini saklayıp peşim sıra bağırıyorlardı, “Yakalayın
şu ırz düşmanını!” Tövbe.. vallahi yalan.
"Sen yazdın değil mi Katip Efendi.. yaz. Yaz ya! Tavuk tarıyla, kazma, kürek, keser, girgen sapıyla saldırdılar.. çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-yaşlı o mahallede ne kadar insan varsa.. başıboşu-çalışanı, bakkalı-cakkalı.. emziklisi-emziksizi.. fırıncısı-pastacısı.. tablacısı-faytoncusu.. insanı-hayvanı.. daha kimler, daha kimler.. aha bunların hepsi de fırsat bekliyorlarmış gibiydiler.. can sıkıntısından mıdır nedir bilmem ki. Diyelim ki bir gudigi sürdüm, kovdum.. yahu bir ittir nihayet.. hadi ben bir itlik yapıp itizi kovdum.. o da fiske vurmadım ha.. e ya siz! Ellerinden zor kurtuldum. Savcı beye çıkayım dedim, kapıdaki memur efendi böyle elini kolunu sallayarak şikayet edilemeyeceğini söyledi. Şaşırdım. O memur da benim şaşırmama şaşırdı. Bir dilekçe yazmalıymışım.. ben yazmasını bilmem ki, dedim, o da sizin buraya gönderdi. Yazdın değil mi tavuk tarını da ekledin he mi? Ekle! Hiçbir şeyi atlama he mi? Söylediğim her şeyi tek tek yaz. Hele o cırbağa yok mu? Hele o yok mu? En öndeydi o! Baldırlarıma ilk tekmeyi o indirdi. Aman yarabbim! Nasıl sızladı! Aha sen söyle katip efendi, o yaşta bir çocuğun ayaklarında ayakkabı olur mu? Hadi diyelim oldu.. e sivri burun ayakkabı giydirilir mi çocuğa? Ne düşüncesiz ana baba var Katip Efendi.. o çocuk baktım vurduktan sonra ayakkabısını yokluyor gözleriyle.. bir bana bir ayakkabıya.. ben seke seke koşuyordum.. velet anlamıştı ayakkabının marifetini.. yasaklamalı.. vallaha yasaklamalı çocuklara sivri burun ayakkabıyı.. değil mi? Diyelim kendi akranlarıyla dövüş-çekiş etti.. tekme atmaya kalksa.. öteki cırbağa da eğilse.. iğne gibi, çivi gibi gözünü çıkarmaz mı o sivri burun? Hala ağrıyor vurduğu yer.. baktım ikinciye hazırlanıyor daha bir hızlandım..bir köşeyi döndüm. Ama peşimdekiler durmadı ki.. ardım sıra taş fırlatmalar, cirit atmalar.. terlik ayakkabı, toprak keseği, azıcık midesi kaldıran at fışkısı bile alıp yerden peşim sıra hollikliyordu.. fırlatıyordu yani... ne diyeyim.. sen yaz! Daha dur.. daha bu bir şey mi? Yahu Katip Efendi sen de çoğu şeyi bilmiyorsun.. yani holliklemeyi hiç mi duymadın.. ya! Yazık! Böyle her hangi bir şeyi var gücünle fırlatırsın.. çok uzağa gitmesi için.. ona hollikleme denir. İşte sen doğrusunu yaz.. dilekçeye nasıl yazılacağını sen elbet daha iyi bilirsin.. sakın gücenme katip efendi. Art niyetim yoktu.. efendim.. tavuk tarı demiş miydim? İyi.. ya balyoz sapı.. yaz. Balyoz sapını da yaz. Tavuk tarı, kazma, kürek, girgen, balyoz sapı.. taş, terlik, at fışkısı, ayakkabı.. durun etmeyin dedikçe daha bir celalleniyordular.. aman Allah’ım.. aman Allah’ım! Azıcık arayı kapatan sille tokat.. azıcık uzak olan tekme.. bir daha buraya gelir miyim? Bir uyuz itten ürkeni bu hale sokan bir yerde kazara bir insana ilişse paramparça olur.. olur! Bak üstüm başımı nasıl da parçaladılar. Bak! Aha gözlerinle gör! Ceketimin ceplerini görüyorsun değil mi? Neyse ki cüzdanım neyim içliğime bağlı da yollarda düşürüp ayazda kalma tehlikesine uğramadım. Burası yaban bir el.. katip efendi burası nasıl bir yer öyle! Ben aha bunca yaşıma kadar böylesini ne gördüm, ne de duydum. Sen duydun mu? İlk gez geldim buraya.. ilk kez. Keşke hiç gelmeseydim. Yazdın değil mi? Biri de başımdan aşağı bir külek suyu döktü. Çok pis kokuyordu.. sanki lazımlıklardaki su gibi. Kap kara bir şeydi.. çamur renginde. Eh bu yapılır mı? Hadi dayağı anladık.. ya bu kirli su neyin nesi oluyor? Hem ben sana ne yaptım.. bir cazgır vardı.. bu milleti üzerime kıskılayan bir cazgır..demek kıskılamayı da bilmiyorsun.. itleri birinin üzerine bir şeye salarken deriz biz, “Yeriş kıskıs..” o it de anlar.. anlar ve gösterdiğin yere doğru bir mermi gibi fırlar yerinden. Ander, itin adı değil.. o da öyle bir söz.. çoğu zaman kötü yerine kullanırız da bazen hoşumuza giden hoş bir şey için de kullanırız.. mecaz olur.. mecazı biliyorsun değil mi.. yani bir adı başkasının yerine kullanmaya biz mecaz deriz.. neyse işte..işte o Ander anlar kendisine kıskıs derken ne dediğimizi ve koşar.. bu kalabalığı da biri, benim üzerine kıskılayan biri olmalıydı.. o da o cırbağa olacaktı.. ama bir ara peşim sıra koşan sürüye şöyle başımı çevirip baktığımda onu göremedim.. Allah seni inandırsın içim rahatladı onu görmeyince.. tam rahatlamıştım ki kulak tozuma çürük bir patlıcan isabet etti..bak ayakkabımın teki de kim bilsin hangi çamurlu sokakta fırladı ayağımdan? Daha yepyeniydi. Gerçi üç yıl önce almıştım ama on defa bile giymemiştim. Bizim oralarda ayakkabı pek rahat değildir. Dağlık, bağlık bahçelik yer.. yemeni giyeriz. Deriden yapılır.. çarık gibidir ama çarık değildir. Çarıktan farkı biraz daha derin olmasıdır. Topuksuz ayakkabı da diyebiliriz. Şehre inerken ayakkabı giyerim. Bu şehre niye geldim ki.. sanki harman makinesi yapan başka şehir yok.. diyeceksin ki; efendi madem köylük yerde doğup büyüdün, ne diye itten korkarsın? Ben korkarım işte.. oldum olası korkarım Katip Efendi. Elimde değil. Ne yani yalan mı söyleyeyim.. ayıdan korkmam ama itten fena korkarım.. hem ben “Hoşt la gudik!” diye bağırdığım it birden karşıma çıktı. Boş bulundum. Vallaha boş bulundum. Dedim ya geri kaçan da ben oldum. Yani üstüne bile gitmedim. Evin önünden it geçtiğini görsem hanımı dışarı yollar itin oralardan savuşup savuşmadığını kontrol ettiririm.. öyle ne yapayım.. bizim hanım da bir eğlenir benimle sorma.. ben de açar ağzımı yumarım gözümü.. gerçi vurdum duymazın tekidir. Ben bu kadar vurdum duymaz birini ne gördüm ne duydum Katip Efendi.. Allah, değil dostumun düşmanımın bile başına vermesin.. bir de tembeldir ki sorma.. ha kamçıyı söylemiş miydim? Ya bir iblis de kamçı sallayıp durdu. Ne vicdansızlık.. bizim kasabaya buralılar gelsin de insanlık öğrensinler.. ama işte suç bende.. diyen olsa ki şehir itinden ne çıkar.. bizim oraların itleri gibi kurtlarla boğuşmuş kurtlar gibi canavar olmuş değiller ya.. ama pek heybetliydi.. yani boşuna aslan adını vermemişler.. Allah seni inandırsın iri bir ayıdan az biraz ya ufak ya değil.. birden dikildi karşıma.. ama cüssesi kadar yürekli değilmiş ki benim korkmamla o da korkmuş geriye sıçramıştı. Bak cebimdeki yarısı yenik elmaya.. yanağıma çarpmıştı bu.. demek yuvarlanıp cebime girmiş.. hele şu diş izlerine bak.. ben pek ucuz atlatmışım Katip Efendi.. verilmiş sadakam varmış.”
Cemal Çalık, 21.12.2014, Konuk
Yazar, Sonsuz Ark, Öykü