24 Aralık 2014 Çarşamba

SA1058/KY9-NK40: İçimdeki Rahatsız Edici Ses...

"Benim en çok korktuğum galiba hâlâ kısa bir süre sonra kötü kokulu bir hastane odasında makinelere bağlı kalmak ve çok fazla acı çekmek..."


Bugünlerde sıklıkla acaba ben çok salak mıyım diye düşünüyorum? Ellerim kollarım, ayaklarım o kadar kötü ki, buna rağmen zaman zaman gülebiliyorum. Doktorlar yanılıyor olabilir mi acaba? Acaba bütün bunlar kanserin yeni alametleri mi olabilir mi? Bilmiyorum; hiçbir şey bilmiyorum aslında. Birden kalbimi dehşet bir sıkışma kaplıyor, "sen nelerle uğraşıyorsun, öleceksin" diyor içimden bir ses... "Belki de yakında öleceksin, ama sanki bir şey yokmuş gibi hareket edebiliyorsun..." Ne garip şu kanser yahu...

Dışarıdan bakıldığında avare gibi gözükmeme rağmen, belgesel projesi hazırlıyorum, gazeteye yazı yazıyorum, tiyatro yazıyorum, blog yazıyorum, çok zor olmasına rağmen ev işlerimi yapıyorum, yakında web sitelerimiz de yayına girecek onlar için de inşallah çalışacağım vs...

Hani şöyle bir soru sorulur ya hatıra defteri tadında şeylerde; "Bugününüzün son gününüz olduğunu bilseydiniz, yine her zaman yaptığınız şeyleri yapar mıydınız?" diye. Duruma baktığımda galiba ben yaptığım işleri yapmaya devam edermişim gibi gözüküyor...Yalnızca helallik almam gereken onca insanı aramam biraz vakit alır o kadar...

Merkez Efendi geldi aklıma şimdi...Merkez Efendi bir mübarek zat; yaklaşık 550 yıl önce yaşamış, asıl adı Musa Efendi. Her gün Sünbül Efendi'nin Dergâhına gelip hem hizmet eder hem de ders alırmış orada. Bir gün Sünbül Efendi bir garip soru sormuş Musa'ya, demiş ki: "Âlemi sen yaratsaydın (haşa) nasıl yaratırdın?" Musa: "Böyle bir şey mümkün değil, ama haşa mümkün olsaydı, her şeyi merkezinde bırakırdım. Âlem öyle güzel bir nizam içinde ki buna bir şey ilave etmek de, noksanlaştırmak da düşünülemez bile"

İşte bu cevaptan sonradır ki Sünbül Efendi: "Aferin Musa Efendi, senin ismin bundan böyle Merkez Muslihuddun olsun" demiş.. O tarihten sonra da Musa Efendi, Merkez Efendi olarak ün salmış.
Velhasıl kelam hiçbirimiz mevcut durumu değiştirme güç ve kudretine sahip değiliz, her şey olması gerektiği gibi oluyor..olacak...bu böyle!

Yosun hapları, "doğal beslenme" günde bilmem ne kadar yürüyüş vs. ne yaparsak yapalım nefes adedimiz belli değil mi zaten? Şu meyve veya bu sebze ömrü uzatır diyorlar ya çok gülüyorum. Ömrü uzatan şeyleri Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize 1400 yıl önceden bildirmiş, akrabayı ziyaret ve gıyaben yapılan dualar. Yani akrabalarınızı ziyaret ederseniz ve gıyabınızda sizin için dua edilirse o zaman mevcut kader Allah'ın c.c takdiri ile değişebiliyor. Ötesi laf-ı güzaf yani...

Neyse bunları bilmek de bazen korkularımın azalmasına yardım edemeyebiliyor, ne acı değil mi? Daha önce de yazmıştım; Müslüman olmak biraz da böyle bir şey, ümit ve korku arasında gidip gelme değil mi zaten... Ben Müslüman olduğum için çok seviniyorum yahu, bak yine sevindim...
Benim en çok korktuğum galiba hâlâ kısa bir süre sonra kötü kokulu bir hastane odasında makinelere bağlı kalmak ve çok fazla acı çekmek...Allah c.c korusun..

Neyse bugün iki sevgili dostumla çok uzun bir aradan sonra görüşme imkanım oldu; sevgili Zeynep ve Elif.

Elif'e yıllar oldu herhalde Aynısafa Merhemi sözü vermiştim, bana takılarak bu sözümü hatırlattı. O unutmuş olabilir, ama Elif'e bir de cüzdan sözüm var. Ama onun için her ayın ilk pazar günü kurulan Ayrancı'daki pazara gitmem gerek. Şu âna kadar da hakikaten bir fırsat bulamadım. Bu pazar yine gidemeyeceğim biliyorum. İnşallah Haziran'da bu sözümü yerine getirme fırsatım olur. Elif'e yollayacağımı söylediğim Aynısafa merhemini de radyoterapi esnasında ve sonrasında kullandım, Atila geçen hafta verdiğim Aynısafa tohumlarını ekti. İnşallah bir ay içinde onların da çiçeklerini toplayıp Elif'e merhem yaparım.

Dilek'ten de bahsedecektim, çok uzun zamandır görüşmüyorduk onunla da, evden aradı, "Sesimi tanımazsan zaten mahçup olduğum için iki kat fazla üzüleceğim" dedi. Tanımadım ilk anda ve fakat bütün iyi dostluklarda olduğu gibi kendisini tanıttıktan sonra yıllar önce kaldığımız yerden devam ettik sohbete.

Telefonu bu ağrıyan ve şiş ellerle tutmak çok zor olmasına rağmen epey konuştuk galiba. Fayrap Edebiyat'ta şiiri yayınlanacakmış, çok sevindim. Şiir yazmaya başlamış yani, kendi söyleyişiyle kelimelere âşık olmuş..ne güzel...

Geçen kontrolümde kendisi de göğüs kanseri olan arkadaşım Neriman'a rast gelmiştim; belki de yazmışımdır... Neriman'la otururken o kadar çok telefon geldi ki hayretler içinde kaldı. İkimizin de doktoru Kadri Bey ve doktorumuz bize cep telefonu ve kablosuz telefonla konuşmayı yasakladı. Zaten yeterince radyasyon aldık; hem hayatımızda hem de tedavide. Telefonla bu kadar çok konuşunca epey hasar vermiş oluyoruz bünyemize.. Evdeki telefon da hâlâ  kablosuz ne yazık ki, en kısa sürede inşallah onu eski tip telefona çevireceğiz...

Zeynep ve Elif iki samimi arkadaş ve dost, ikisi de İstanbul'da yaşıyor, Dilek de İstanbul'da..Üçünü de davet ettim, neye güvenerek ettim bilmiyorum, çünkü; "misafir ağırlamak" benim için zor iş. Onlar misafir olmasalar bile yine de bir şeyler yapmak isterim ama yapamam gibi geliyor şu an... Fakat biliyorum ki onlar bizimle muhabbet etmeye geliyorlar, hem Atila ve Fevziye'yi hem de beni özlemişler.

Zeynep ve Elif'e blog yazdığımı söylemedim daha. Dilek biliyor ve muhtemelen bu sayfayı okuyunca kızacak bana. Çünkü biz balkonda sümbüllerin, fesleğenlerin, sardunyaların arasında oturup sabaa kadar çay içip peynir ekmek yesek hiç de şikayetçi olmayız.

Hilmi de aradı bu akşam ve yarın sitelerimiz için toplantı yapmamızı teklif etti, o kadar korktum ki sanki dışarı çıkarsam ellerim biraz daha ağrıyacak, daha fazla şişecek vs. Ondan toplantıyı hafta içi başka güne ertelememizi istedim, her zamanki hilm sahibi haliyle kabul etti kardeşim...

Akrobatik hareketlerle yazmaktan yoruldum, şimdilik bu kadar. Sabah ola hayr ola...



Neşe Kutlutaş, 24.12.2014, Konuk Yazar,  Sonsuz Ark,  (İlkYayın Tarihi, 01.05.2012)



Seçkin Deniz Twitter Akışı