بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
5- İbn Âmir El-Basri'nin İlahı
İbn Farid'in tâiyyesine vezin ve kafiyede
nazire yazdığı, tıpkı onun pislikleriyle sıvadığı İbn Amir'in şu tâiyyesine
bakalım. Şöyle diyor:
"Sevgilim
bana her yönden tecelli etti, onu her mana ve surette müşahede ettim, Sırları
keşfederek bana benden seslendi, o sırlar letafet ve yücelikte başkasının
bulunmasından münezzehtir. Bana,
kim olduğumu biliyor musun?, dedi. Dedim ki: Ey seslenen, sen benim, çünkü sen
benim hakikatimsin. Baktım, ortağı olmayan, ama kesretle örtünen mahza
vahdetten başkasını görmedim, Eşya çoğalmış, hâlbuki hepsi (el-küllü) birdir,
bir hüviyet içine dercedilmiş sıfatlar ve zât, Sen benim, hayır, ben senim, her
türlü gayr ve ortaklıktan münezzeh bir vahdet."
6- Sadreddin Konevî'nin İlahı
"Meratibu'l-Vücud" kitabında Konevî
şöyle diyor: "İnsan hakkın kendisidir. Zat, sıfat, arş, kürsi, levh,
kalem, melek, cin, gökler ve yıldızlar, yer ve içindekiler, dünyevi ve uhrevi
âlem, varlık ve içindekilerdir insan. Hakkın kendisi odur. Halk da odur. Kadim ve hâdis odur."
7- Abdulğani en-Nablusi'nin İlahı
"Sana biat edenler, ancak Allah'a biat
ediyorlar" (Feth, 10) âyetini izah ederken en-Nablusi şöyle diyor:
"Yüce
Allah peygamber Muhammed'in Allah olduğunu, biatının da Allah'ın biatı ve biat
için uzatılan elinin Allah'ın eli olduğunu haber vermiştir."
Yüce
Allah'ın Hz. Musa'ya "Ben seni seçtim" (Taha, 13) ayetini de şöyle
açıklıyor: "Ben olman için ve ben sen olmam için, benden sana vahyedileni
dinle. Bu da gafil insanın kendi nefsiyle konuşmasına benziyor, o nefsiyle
konuşuyor ve nefsi onunla konuşuyor."
Yine
yüce Allah'ın Hz. Musa'ya "Benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendi
sevgimi lütfettim" (Taha, 39) ayetini açıklarken de şöyle diyor:
"Zatımı sana giydirdim ki onunla ben görünürüm ve sen kaybolursun. Sen
görünürsün, ben kaybolurum. İkisi iki değil, bir kişidirler."
8- İbn Beşiş'in İlahı
İbn Beşiş'in uydurduğu vird, büyüleyici bir
amel teşkil etmiştir. Tasavvufçuların içine düştükleri ümitsizlik ve gözyaşları
döktükleri bedbinlikten sonra, okşayıcı bir seher yeli rolü oynamıştır. Çünkü
tarikat farklılığına rağmen hepsi de onu kutsallık ve rabbanilik saçan bir
vahiy, secde meleklerinin huşu içinde kıldığı bir namaz ve Firdevs örtüleri
içinde hurilerin okuduğu bir tespih sayarlar. Gecenin alnından seher öptükçe,
put tapınaklarında tasavvufçuların okuduğu şu virde bakalım: "Allah'ım,
kendisinden sırların yarılıp çıktığı, nurların fışkırdığı ve gerçeklerin
kendisinde yükseldiği kişiye salât eyle."
Tasavvufun,
hakikati Muhammediyye mitolojisini açıkça dile getiren hezeyanlar! Ancak bu
hezeyanların sesi yavaş yavaş yükselerek feryada ve naralara dönüşmektedir.
Öyle devam ediyor: "Her şey onunla vardır, çünkü denildiği gibi, vasıta
olmasaydı kendisi için vasıta yapılan olmazdı. Allah'ım, o sana delalet eden
kapsamlı sırrındır, senin için ve önünde duran en büyük perdendir."
Sonra,
çılgın bir vaziyette inancı üzerindeki maskeyi yırtarak Allah'a, şu tasavvufi
küfür kelimelerle yalvarmaktadır:
"Beni
ehadiyyet denizlerine at, tevhit bataklıklarından kurtar, vahdet denizinin
pınarına batır ki ancak onunla göreyim, işiteyim, hissedeyim ve bulayım."
Her tarafı sessizlik ve sükûnetin kapladığı, bütün varlıkların lisanı hal ile
Allah'a tespih ettiği, mümin gönlünün yüce yaratıcı için sevgi ve imanla dolduğu
seher vaktinde, tasavvufçular Allah'a "Bizi tevhit bataklığından
kurtar" diye yalvarıyorlar! Küfür ve ilhadın ancak bu kadarı olur.
9- Muhammed Ed-Demirtaş'ın İlahı
Ed-Demirtaş vahdet inancını şöyle dile
getiriyor: "Örtü kalkmadan önce bir zamanlar benim sana zikir ve şükreden
olduğumu sanıyordum, Karanlık çekilince, artık zikreden ve zikredilenin sen
olduğunu gördüm."
Şöyle
devam ediyor:
"Her
şeyde bir ve mevcut olan sadece odur, ancak vehimde "başka" diye
adlandırılmış."
Buradaki
"Küllü" kelimesi kapsam ve şümul bakımından her şeyi içerir. Hissin
idrak edeceği, vehmin hayal edeceği veya güdülerin farkına varacağı ne varsa,
hepsi zat ve sıfat olarak Allah'ın aynı (kendisi)'dir. Ne var ki vehim
(kuruntu) bu gerçek ile akıllar arasında engel olmuş, onlar da hissedilen bütün
bu varlıklar ve zihinsel suretlerin Allah'tan başka şeyler olduğunu sanmıştır.
Onun için şöyle diyor: "Allah'tan başka varlık yoktur, başkası vehim ve
hayaldir."
10- İbn Acibe'nin İlahı
Sinsi
bir Şii-Fatimi ruhla beslenen İbn Acibe, İbn Ataullah'ın hikeminden şu
beyitleri almakta ve aşağıda belirteceğimiz gibi açıklamaktadır:
"Bir
rab, bir kul ve zıddı nefyetmek mi? Ona dedim ki, bende böyle bir şey yok!
Öyleyse sizde ne var?, dedi. Bizde vücudun varlığı ve vecdin yokluğu, hakkı
terk ederek bir hakkı tevhit vardır. Benden başka hak yoktur."
Beyitleri
şöyle açıklamaktadır:
"Anlamı
şudur: Ubudiyet için rububiyyet manalarının sırlarından ayrı ve kendi kendine
kaim müstakil bir yer kabul ederek (Allah-âlem) ayırımı yapanları ret etmektir.
Çünkü bu ayırımın olması halinde ubudiyet rububiyyetin vasıflarına aykırı
düşer. Hâlbuki hakkı (Allah'ı) tevhit ederken "Onun hiçbir zıddı
yoktur" diyorsun. Eğer farkı (Allah-âlem ikiliğini) kabul edersen, kendi
sözünü nakzetmiş (onunla çelişmiş) olursun. Onun için İbn Ataullah "ve
zıddı nefyetmek" demiştir. Burada vav harfi beraberlik bildirmekte olup bu
beraberlik inkâr edilmektedir. Yani ubudiyet rububiyyetin vasıflarına aykırı
olduğu halde ve rububiyyetin zıddı kabul edilmemişken, müstakil bir rab ve
müstakil bir kul olabilir mi? Gerçek şu ki Allah fark kalıplarında bütün
varlıkların görünümünde tecelli etmiştir. (Yani bütün varlıklar Allah'ın
görünümü olup varlıkları Allah'ın varlığından ayrı bir şey değildir). Ubudiyet
kalıplarını izharda rububiyyet azametiyle zahir olmuş (görünmüş) tu. Hepsi bu
kadar!"
Sinsi
bir Şii-Fatımî olan İbn Acibe'nin bu sözlerini biraz açalım. Şunu söylemek
istiyor: İnanıyoruz ki rububiyyetin zıddı yoktur. Zat ve sıfatlarda
rububiyyetten farklı olan bir ubudiyyetin varlığını kabul edersek kendi
kendimizle çelişkiye düşmüş ve söylediklerimizi yalanlamış oluruz. İnanılması
gereken şey, mutlaka vahdet (teklik)'tir. O da kulun rabbin bizzat kendisi
olduğudur. Ancak bu şekilde "Rabbin zıddı yoktur" sözümüzle çelişkiye
düşmemiş oluruz.
11- Hasan Rıdvan'ın İlahı
Hasan Rıdvan "Ravdu'l-Kulûb
el-Mustetâb" adlı uzun şiirinde şöyle diyor:
"Âlemde
onun dışında bir şey yoktur, eşya onunla birlenir, vehmedilen varlığın yokluğu
esasında birlikte yokluktur, Hak bütün
eşyada zahirdir ve görünen tezahürleri (varlıklar) onun sırrı ile kaimdir,
Zerrelerden her bir zerre, her şeyin O'nun (Allah'ın) zatının aynısı olduğunu
söylüyor, Vahdeti vücud (varlığın birliği) her şeydedir, ancak farik (ayırıcı
özellik) var gibi kabul edilir, O halde hudus ve fena ile nitelenmesi veya
tarif edilmesi (marife getirilmesi) zarar vermez."
Hasan
Rıdvan tasavvuf yoluna girenleri müjdeleyerek şöyle devam ediyor:
"Nuru
artmaya devam eder ve nihayet onda tevhit kemal bulur, vahdeti vücudun sırrı
kendisine açılır ve zevkini ondan alır, Kastedilen vahdet nuru ile görülen
çokluk yok olur, Birleyici gözü ile kâinatta bir tek zattan başka bir şey
görmez."
12- Ebu
Yezid El-Bistami
Şimdi de Tayfur Ebu Yezid el-Bistami'nin
sözlerini nakledelim:
"Allah'tan
Allah'a çıktım, nihayet benden bende "Ey ben sen olan" diye seslendi.
Ve "Sübhanî (kemal sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzehim),
mâ a'zama şa'nî (şanım ne yücedir!)"
Puran Tilmiz, 25.12.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf;
Bir Düşünce Virüsü