"Elindekini kaybetme korkusu başkalarının elindekini alma hırsına dönüşür."
'keşmir
dağlarında yaşıyor sanal sultan
bir alay
adam öldürüyor gündüzleri
uyuyor
geceleri ama gördüğü kabuslarda saklanıyor ölüler
ve onu
parçalayıp yiyorlar
bu
yüzden bir gece uyanıyor çığlık çığlığa
ve
uykusundan çıkagelen bir cellat gülümsüyor başucunda
diriler
olmazsa ölüler de olmaz diyor sultan
ve
anlaştık diye cevaplıyor cellat
geri
kalanları da haklamalı ve artık onlar söz konusu olmamalı
anlaştık
diyor cellat
bildiği
tek söz budur onun
ve
buyruğu yerine getiriliyor sanal sultanın
kadınlar
çocuklar
kendi
yakınları ve başkalarının yakınları
dana
kurt yabanarısı ve uysal dişi koyun
namuslu
babacan ihtiyar ve kanaatkar deve
tiyatroların
kadın oyuncuları ve hayvanlar kralı
muz
yetiştiricileri lafebeleri
ve
horozlar ve eşleri tavuklar kabuklu yumurtalar
öldürülüyor
tümü birden
ve kimse
kalmıyor onları gömecek
şimdi
böyle daha iyi diyor sanal sultan
fakat
sen kal orada yanı başımda
ve öldür
beni uyuyacak olursam tekrar'
jacques
prevert
Adam
Adam
atına bindi ve gitti. Ölümün üzerine yürüdü adam. Savaşta ne kadarı kahraman ne
kadarı kalleş olabilecekse o kadarı kahraman o kadarı kalleş oldu adamın.
Elleri dirseklerine kadar kana bulandı adamın. Yüreği kara bir küf kokusu ile
sırlandı.
Son
boğazladığı adamın gözlerinde yakarma yoktu. Anlam yoktu. Telaş yoktu. İnsanı
çıldırtan bir sükûnet gördü adam o son bakışta. Dizleri hafifçe titredi, hafif
bir ürperme yaladı ruhunu. Aldırmadı adam, üzerinde durmadı, silkeledi
üzerindeki kanı, yapışkan et parçalarını, tozu/kiri. Adam atına bindi ve gitti.
Yaşamın kollarına doğru yürüdü adam tekrar.
Adam
sonra gecenin karanlığında gece kadar kara bir kedi gördü. Son boğazladığı
adamın gözlerini gördü kedide tekrar. Ruhunu o ıslak/üşüten ürperme yaladı.
Dizleri titredi. Adam korktu. Korkusu önceleri siyaha bir nefret olarak çıktı
ortaya. Adam siyah giyinmekten ürker oldu ilkin. Derken geceden korktu.
Gölgeden. Bütün kedilerin gözlerinden. Sana aldırmayan, sana boş bakan, seni
görmezden gelen her şeyden korkmaya başladı adam.
Adam
savaştaymışçasına kalleş, daha da kalleş oldu zamanla.
Hayal
gücü çok gelişti adamın. Akla hayale gelmeyecek şeyler kurmaya başladı. Havada
bulutu kara gördü, ürktü, sevdiği kızın gözlerini gördü kara, ürktü, zamanla
nereye döndü ise o anlamsızlığı, o aldırmazlığı görür oldu. Gittikçe
yalnızlaştı, yalnızlaştıkça daha çok ürktü…
***
Sen
Sen
korkarsın. Korkmalısın. Bütün duygular gibi korkunun da erdeme yatkın bir
tarafı var. İnsanı insan kılan şeylerin başında gelir korku. Ama korku karnına
gümlediğinde sen haklılığına dair inancını yitirmeyeceksin. Korku o zaman seni
kahraman yapar. Ruhunu yalayan o ürperme seni adam kılar. Seni telaşsız, sakin
ve haklı kılar. Ama korku bir esintilik ürpermeyi geçti ise, onu cebine koyup
evine getirdi isen, sen artık haklı değilsin. Erdem gitmiştir senden artık.
***
Korku
Diğer
bütün duygular gibi korkunun da büyümek, derinleşmek istidadı var. Ve korku
büyüdükçe beraberinde birçok başka şeyde büyütür. Nefret büyür mesela, içindeki
kara büyür, kuşku büyür, yalnızlık büyür, haksızlık büyür…
Elindekini
kaybetme korkusu başkalarının elindekini alma hırsına dönüşür.
Paralelinde
birçok şeyi de küçültür korku. Hayallerin küçülür mesela. İçindeki İNSAN olma
potansiyeli küçülür.
***
Toplum
Bütün
bunları birey için konuştuk ya, adamın içinde esen fırtınayı, bu nispeten
tolere edilebilir bir şeydir. Etkileri nispeten dar bir çevrede hissedilir. Bir
küçük vadi rüzgârıdır bu. Eser, kıracağı dalları kırar, kaldıracağı tozu
kaldırır ve siner etkisi bir miktar yuvasındaki kuşa, taşlıktaki çiçeğe,
camdaki kıza, sonra yiter gider zamanla.
Toplum
ve daha büyük, daha sert organizmalar için bu kadar kolay değil korkunun
yaratacağı travma. Yüzyılın başında ülkemizde yaşayan insan topluluğunun ruhunu
titreten korku bir başka korkudur.
600 yıla yakın bir süre boyunca oluşan,
birbiri ile girift ve derinlemesine ilişkiler ağı ile mutlak bir asudelik
kazanan, dönem dönem sarsılır gibi olsa da atlattığı her hengâmenin ardından
daha da kavileşen bu insan topluluklarının güven ve barış temelli varoluşları
son ve en büyük sarsıntıyı yüzyılın başında yaşamıştır.
***
Korkunun Kanıtları
Birinden
farklı diller konuşan, farklı tanrılara inanan, aynı tanrıya farklı üslup ve
tarz ile yakaran onlarca farklı insan topluluğu ilk defa kuşku taşıyarak, güvensizlik
duyarak, beka endişesi yaşayarak uyandı sabaha. Tanımlı ilişkiler, üzerine bina
edildikleri kavramlar bir anda tuz buz oldu.
Derdini
paylaştığı komşunun düşman olabileceği ihtimali bir derin kuşkuya, giderek bir
derin korkuya dönüşerek esir aldı baştan başa toplumu. Zamanla gelişen olaylar
bu korkunun hiç de sebepsiz olmadığını gösterdi. Onlarca mikro milliyetçi akım
bu kardeş toplulukları birbirine kırdırarak, bölerek, parçalayarak bizzat
varlığına kast etti.
İrili
ufaklı onlarca savaş ve çatışma, devasa insan topluluklarının mübadelesi ve
tehciri gibi iç burkan savrulmalar, milyonları bulan kayıplar, trajediler bu
derinden gelen korkunun gerçekten sebepsiz olmadığını gösterdi.
***
Korku'nun Kökeni
Millet
korkmuş, ama bu korkusundan kahramanlık, sükûnet ve bilgelik kazanarak
çıkmıştır. Millet gavurdan korkmuştur, namusunun ayakaltı olmasından, vatanının
işgalinden, imanının çiğnenmesinden, yenilmekten korkmuştur.
Anadolu
yaşadığı bu beka korkusunu kahramanlık yaparak, ellerini dirseğine kadar kana
bulayarak alt etmiştir. Bunu yaparken haklı olduğunu bilmektedir. Sade, insanın
karnına gümleyen, erdem doğuran bir korkudur bu. Savaşmış, kaybedeceklerini
kaybetmiş ve yoluna gitmiştir. Tarlasına, çiftine çubuğuna. Korkuyu bu şekilde
bitirmiş millet ve bir yeni güne uyanmıştır artık.
Korkma
sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
20 şubat
1921 de yazılan bu mısra Türkiye devlet aklının malul olduğu derin korkuların
bir öngörü olarak ifadesidir adeta. Şair korkuyu görmüştür ve uyarmıştır:
KORKMA! Korkma demektedir şair, vatanın ve üzerinde yaşayan iradenin çelikten
yapısı bu korkuyu manasız kılmaktadır.
***
Korkan Devlet
Ama
devlet korkmuştur. Korkmaya devam etmektedir. Korktukça yalnızlaşmış, korktukça
korkutmuş, korktukça telafisi imkânsız hatalar yapmıştır.
Devlet
korkmuştur. Korkusunu ceplerinde taşımış, korkusundan erdem çıkaramamıştır. Bu
korkunun üzerine bir bina kurmaya kalkışmıştır. Bizatihi bu korku kendi
haksızlığını doğurmuş, yalnızlığını beslemiş, her gece kocaman bürokratik
aygıtı ile bu korkunun peşinden giderek korkusunu büyütmüş ve yer yer cinnete
kapılmıştır.
Tekkesinde
varlığı üzerine derin acılar çeken ve bunun acısını tespih tespih bir iniltiye
dönüştürterek zikir eden dervişten korkmuştur. Bu korku ile cinnet halinde
münzeviler asmıştır. Tekkeler basıp, dervişler kovalamıştır.
Vatanı
için bir iyi şey yapmak arzusu ile yanıp tutuşan ve bu arzusunu slogana/eyleme
döken delikanlılardan/talebelerden korkmuştur.
Sabahlara
kadar kafa patlatıp insanlığa bir yeni yol önerme sancısı ile kıvranan ve bunun
için kitaplar yazan yazardan korkmuştur.
Şairden
korkmuştur mesela. Simgelerin arasında cılız aklı ile tehlikeler/tehditler
aramıştır bu korku ile. Romanlardan/öykülerden korkmuştur.
Şarkıdan/türküden
korkmuştur. Dilden/suskudan korkmuştur.
Bulgar’dan,
Yunandan, Ermeni’den korkmuştur. Türkmen’den, Kürt’ten, Laz’dan korkmuştur.
***
Korku'nun Ölümü
Şimdi
artık bir yeni sabaha uyanmış olan millet bu korkuyu tiye almaktadır. Millet,
varlığının, gövdesinden çok daha büyük olduğunun gayet bilincindendir. Bu korkuların
çizdiği sınırların birer heyuladan ibaret olduğunun farkındadır. Tarlaya karga
kovsun diye dikilen korkuluklar olduğunun farkındadır. Şimdi kendisini yönetsin
diye başa çıkardığı derin aklının da bunları fark etmesini beklemektedir.
Tıpkı
şairin dediğini seslenmektedir vadiden yukarı:
KORKMA
SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA YÜZEN AL SANCAK
SÖNMEDEN YURDUMUN ÜSTÜNDE TÜTEN EN SON OCAK
SÖNMEDEN YURDUMUN ÜSTÜNDE TÜTEN EN SON OCAK
Mustafa Ekici, 28.12.2014,
Sonsuz Ark, Konuk Yazar