"Alakalı
alakasız her şeyi topa tutacağız derken…"
Takım
tutmadım; tutanlardan da nefret ettim. Faşizmin en kötü halini hissettim hep
taraftar vurgularında. Erkek akrabaların çok olmasından mıdır nedir, küçüklüğümden
beri de böyledir.
Tek
kanallı TV’lerin olduğu dönemlerde evlerde sıkıntı yoktu. Kanallar çoğalınca
önce elimden çizgi filmlerimi, sonra belgesellerimi ve heyecanlı sinema
filmlerimi çaldı futbol. Bu yüzden en başta TV’yi işgal ettiği için kızdım
futbola. O zamanlardan sonra da pek geçinemedik zaten kendisi ile.
Biraz
büyüyünce ülkede başlayan feminizm akımından futbol sıyırdı ve korudu biraz
erkeklerimizi. Bakın bu konuda hakkını vermek lazım futbolun. Mağaralarında
rahatlıkla avaz avaz bağırabilme haklarını, sadece o güne mahsus olmak üzere
böyle elde etti erkekler.
Gol
atılınca, ellerini yumruk yaparak kollarını açıp zıpladılar, koltuklardan
fırladılar.
Gol
yiyince de koltuğu yumruklama yada rahat rahat küfredebilme yetkisini futbol
sayesinde kazandılar kendi mağaralarında.
Toplu
halde beraber maça gittiklerinde de, beraber ava giden mağara erkeklerinin
ritüeline dönüştü gözümde bu durum.
Ha,
diyeceksiniz ki şimdi.
Biraz
abartıyor musun ne?
Ama
inanın ne feministim ne de futbol severim. Bu noktada toplumun kapsamlı bir
check-upla iyi bir ruhsal tahlile ve tedaviye ihtiyacı olduğunu ciddi ciddi
düşünenlerdenim üstelik.
Hem
kadın açısından hem de erkek açısından.
Çünkü
zaten spor yapmayan, evde de yerinden kıpırdamayan toplum erkek modelinin
haftada bir maça gittiğinde ayağını ciddi anlamda sakatlayanlar gördüm
çevremde. Altı ay kolu-ayağı alçı ile dolaşan insanlar birikti evlerde.
Bu
zamanlarda kadınlarsa Zuhal Olcay dinlediler evlerinde.
"Yalnızlığım
bugünüm, yarınım?.. "
Yarın
olduğunda baktı kadın yalnız duramıyor. Mağarasının eriyle beraber maçlara
gitmeyi çözüm olarak gördü kendine.
Bir grup
erkek taraftarın hoşuna da gitti tabi ki bu durum. Haliyle küfür azalır,
kendileri de uslu dururlardı belki maçlarda.
Ancak iş
tuttukları takımların lig zaferleri ile sonuçlanınca,düğün konvoyuna dönüştü
kutlamalar. Sevinçten silahlar attılar havalara, yaralananlar olsa da üstelik
tınmadılar.
Ama
kadınlar da vardı artık kutlamalarda. Mecburdular gövde gösterisine,
beyliklerini şiddetle kanıtlamaya ve kadınlardan daha iyisini yapabildiklerini
ispatlamaya.
Toplumda
bu kadınları zaten anlayamadığım gibi, akıl da veremedim hallerine.
Takımın
bir tanesi Cumhurbaşkanlığı Sarayını ziyaret etti geçen günlerde. Bu duruma
bozulanlar oldu sosyal medyada; tweetler atıldı.
40
yıldır tuttukları takımı tutmayacaklarmış artık.
Galatasaray
mı? Aksaray mı? Tercih etmek zorunda kalmışlar.
Çok
üzüldük taraf seçmek zorunda kalmalarına. Bir de ofsayta düşselerdi, ne olurdu
ki halleri.
Hak
etmedikleri halde, bir penaltı hakkı versek. Fikirlerini değiştirirler mi?
Yoksa bu
takım tutma güdüsü, saray tutma güdüsüne mi döndü dersiniz.
Pavlov
anlamsız zamanda anlamsız bir konuda zilini çaldığında, deneklerin anlamsızca
şartlandığı refleks durumuna dönüştü bu
halleri.
İyileşmeleri
için psikologa götürsek?…
İlk
etapta reçeteye milli takımı tutmaları gerektiğini yazar eminiz. Sağlıklı
toplum için sağlıklı tedavi şarttır şüphesiz.Yoksa hasta hasta takım zaferi
kutlamaya dışarı çıkılmaz, bilirsiniz.
Kesin
tedavisi pek yoktur bu anlamsız durum taraftarlığının da.
Alakalı
alakasız her şeyi topa tutacağız derken…
Tavşana
kaç tazıya tut denmez. Spor olsun diye de spor izlenmez ki.
Oysa ki
sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
Hepimiz
biliriz.
Azize Bahtiyar, 28.12.2014,
Sonsuz Ark, Konuk Yazar